Zor olacağını bildiğim
bir döngünün mahrem yakasından sesleniyorum sana…
Ümmeti kayıp bir
atlasın en yalnız kıyısından hem de: Düş baz bir yalnızlık iken mesken
edindiğim, gönül yorgunu bir fıtrat ki mecbur kılındığım…
Olmazın oluru bir
peyzaj elimdeki ve rakamlarla harfleri öğüttüğüm en bariz boşluk. Öğüten mi
öğütülen mi, demeliyim yine de pek önem arz etmiyor, edilgen bir kimlik iken
haiz olduğum, etken onca sanrıyı da hesaba kattım mı. Aslında hesap kitap işi
değil adına ömür denen ve o aşk ki, kamburu gönlün yoksa uzantısı mı demeliydim?
Tutarsız bir sağanak, anlayacağın: Bir oradan bir buradan yağan rahmeti
kucaklayıp bir yandan ısrarla içtiğim aşk şurubu.
Katmer katmer açan bir
gül ki, solan her yaprağını iz bilmişim.
Yürek sesinin ırgat
tesellisi ki, susmayı görev bellemişim.
Susarak boğulduğum,
boğuldukça dibi bulduğum yine sabra delalet bir isyanın kıstırılmışlığında,
eninde sonunda şükredeceğim ki her dem en anlamlı rahmet iken yüreğin mesken
edindiği…
Israrcı olmasam da,
yürek yanığı bir kelamdan arda kalan elimde tuttuğum ve soğuk bir iklimdense
sıcak bir yalnızlığa rast geldiğim. Sakıncalı ne olabilir ki aşkı uzak kılan ya
da neyin şeceresidir de bir kalemde yok saydığım? Yok sayıldığım hangi mecra ki
yoksun addedilen bir yüreğin isi kadar efkar yüklü…
Arz ettiğim sıfatlarla
konuşlanmışım madem, görünen o ki; o kaygan zeminde koşmak pek de akıl karı
değil. Diyeceğim o ki… Pervasız bir bulutun isyanı şu üstümü başımı ıslatan ama
asla da yok tek bir serzeniş, ne dilimde ne de yürekte. Olan biten ne ise,
gölgeli bir gönlün dibinde çöreklenen o tortuyu yok etmekle mükellefim. Şimdi
diyeceksin ki… Belki de hiçliğimin varlığı kadar hicap ettiğin bir şey de
yoktur benden arda kalan.
Zamansız bir gidişin
anlık yüksünlüğünde ve boyutsuz bir ömrün günlük tevekkülü kadar yüreğin gıdası
iken şu bağlanmış basiretim, bil ki yoksunluğum aslında varlığımın sunumunda saklı,
yine Hakkın bana altın tepsideki sunumu. Oldukça göreceli neyin neyle kıyas
edilip de kimin kafasında ne gibi bir tablo ile iştigal ettiğim yine kendime
olan saygım asla sorgulamıyor olan bitenlerin getirdiği bunca sakıncayı. Olup
bitenden kastım ise, sadece tevafuk yüklü bir evrenin göreceli ıssızlığına
sığınıp yürüdüğüm Hak yolunda yolumun kesiştiği onca zerre. Oysaki zerre
addedilen bunca insan, asılsız hikâyelerini yordamakla meşgul anbean bu yüzden
inandığım hangi hikâye kahramanı sunabilir ki doğrularımı yine kendi gözünden?
Farkındayım kafa
karışıklığımın zaruret yüklü beyanında, görev bildiğim ne ise bir o kadar çoğu
tarafından pek de önemsenmediğini. Zaten önemli olduğumu da söylemedim. Demem o
ki: Bunca zafiyet yüklü egolardan arda kalan hep yıkım mıdır da, istifliyorum
onca maruzatı ve günün bitiminde, bir kalemde donatıyorum içimdeki boşluğu.
Boşluğun gönülsüzlüğü kadar efkâr yüklü kelimelerin de olmaz mı bir suçu? Suçlu
addedilmek zaten başıma gelen yegâne gerçek ki iflah olmak bilmeyen bir faniden
arda kalan sadece ve sadece yitip giden bir ömrün en asılsız sunumu ki; aslı
astarı olmayan ne varsa bir bir hüküm giymek, çarptırıldığım en ağır ceza.
Durağan bir rota olsa
da ilk günkü maruzatım, anlamsız bir seyrin tekelinde uçuşan zerrecikleri
toplamakla meşgulüm son zamanlarda: Artık kimden geriye ne kaldıysa. O da
yetmedi; benliğimin artçı sarsıntılarında, kaçıştığım izbelerde rast geldiğim gölgeler.
Bir gölge olmadığına dair geliştirdiğim o inanç oldukça sarstı beni ki
kerelerce inkâr ettim ve bile bile lades dedim.
Zihniyetleri
sorgulamayı bırakalı çok oldu yine de zihinsel bir sürecin en bariz kaygısı
iken bilfiil sorgulanmak her ne kadar paylaşmadığım düşüncelerden sorumlu
tutulsam da. Yargılamak ne bana düşer ne de bir başkasına hem mademki en rahat
yastık iken insanın vicdanı, kim kime ne tür bir baskı uygulamayı hak görebilir
ki?
Soru sormayı
bıraktığımdan beri hele ki elimdeki şıklar hiçbir soruyla eşleşmezken anladım
ki; üzerimde uygulanan baskı sadece tabi olduğum bir sınav yine hidayet yolunda
karşılaşacağım zorluklar iken üstesinden gelmem gereken.
Yol haritam zaten ilk
günden beri, ufak tefek sapmaların haricinde pek değişiklik göstermedi her ne
kadar bağnaz önyargıları sırtlayıp zamanlamada sorun yaşasam da.
Zorluklardan kastım
belki de duyduğum şükrün yeterli olmamasından kaynaklanmakta kısaca insan
olmanın bilinci ve sorumluluğu kaygılarımı daha da arttırmakta bu bağlamda
yapmam gerekenleri sıraya koyduğumda yeterli olmadığıma vakıf oldum özellikle
başıma gelen bunca şeyden sonra.
Kımıltıları ruhun ki en
depreşen ve maruzat addedilen tüm eksiklikler ve yine doya doya insanlığımı
duyumsadığım duyguların tekeri hele ki kazanım yüklü bir ömür iken kayıpların
ardından gözyaşı dökmeyi bıraktığım…
Sonrası yok inan ki
hele ki bilinmezliğin tınısı iken üstümdeki rehavet, gönülden dilediğim ne
varsa yine hayra delalet ve tek bir kelime zikrediyorum gün bitiminde:
Eyvallah, dostum.