Aynı lisede öğretmendiler. İkisi de bekârdı. Otuzlu yaşların sonlarındaydılar. Adam zaman zaman kâh centilmence davranışlar göstererek, kâh komplimanlar yaparak kadının sempatisini kazanmaya uğraşıyordu, fakat bir türlü niyetini söyleyemiyordu. Niyeti, kadınla bir yuva kurabilmekti.

Öğretmen odası kalabalıktı. Adam önünde gazetesini okuyarak ders zilinin çalmasını beklerken, gazetedeki bir haberden dolayı canı çok sıkıldı. Haberi diğer öğretmenlere de anlattı. "Şuna bak yahu! Kendisini terk eden karısıyla barışmak istediğinde, barışmaya yanaşmayan karısını tam yirmi sekiz yerinden bıçaklayarak öldürmüş. Olamaz böyle bir vahşet... Kadına şiddete ne zaman hayır diyecek bu millet, ne zaman? Ne zaman kurtulacak kadınlarımız dayaktan, ne zaman? Kadınına dayak atan erkekler birer psikiyatrik vakadır. Kişilikleri oturmamıştır onların. Aslında her biri zavallı ve güçsüz birer yaratıktır onların.  Bu zavallılar kadını birer ikinci sınıf yaratıkmış gibi gördükleri için ezip dövüyorlar. Öyle değil mi arkadaşlar?" Onun bu can sıkıntısını tüm öğretmen arkadaşları paylaştı. Kadın, onun bu ince ruhlu tavrına sempati duydu.

Araya diğer öğretmenler girdi, birbirlerine yakıştıklarını söyleyerek kadınla adamın arasını buldular. Hemen o yaz nikâhları kıyıldı. Balayınlarını deniz kenarında yedi yıldızlı bir otelde, yedi gündüz, yedi gece sevişerek geçirdiler.

Bir apartmanın on ikinci katında kiralamış oldukları dairelerine döndüler. Hayırlı olsun diye gelen, aileden olan, olmayan ziyaretçi kalabalığı arasında fırsat bulabildikçe sevişmeyi sürdürdüler.

Okulda bütünleme sınavları, daha sonra da seminerler başladı. Okula hep elele, mutluluk içinde gidip geldiler. Öğretmen arkadaşları onların mutluluğuna imrendiler.

Evlendikleri günden sonra üç ay geçmiş, dersler başlamıştı. Adam, karısıyla çalıştıkları okuldan metro istasyonuna giderken oldukça neşeliydi. Eve taksitle almayı düşündükleri koltuk takımının nasıl bir şey olmasını istiyorsun, diye sormuştu karısına; karısı da uzun uzun beğendiği koltuk takımı modelini tarif etmişti.

Bindikleri metro kalabalık olduğu için ikisi de ayaktaydı. Adam suratını asmaya başladı. Kadın, onun kalabalıktan canı sıkılmış olabileceğini düşünerek üstüne varmadı. Metrodan inip de evlerine doğru yürümeye başladıklarında adam suratını asmayı sürdürdü. Kadın dayanamadı, merak ederek sordu:

"Suratın niçin asık canım?"

Adam, "hiç" diye homurdanarak suratını asmayı sürdürdü. Evlerine gelinceye kadar başka bir şey konuşmadılar.

Evdeyken, kadın kocasının belinden sarılarak, "canın bir şeye mi sıkıldı hayatım?" diye sordu.

Adam, onu,  "kes sesini!" diye azarladı. "Utanmadan, bir de soruyorsun!"

Kadın, şok geçirdi. "N'oldu ki?" diyebildi.

Adam, onun beline dolanmış kollarını söküp attı. "Metrodaki o piçle nasıl bakıştığınızı görmedim mi sanıyorsun?"

Kadın, hala şokta, şaşkınlıkla, "bakıştığım piç mi? Kimmiş o?" diye sordu.

Adam, "pişkinliğin bu kadarına da pes doğrusu! Allah belanı versin!" diye kükredikten sonra kapıyı çarpıp çıktı, gitti.

Kadın, onun yokluğunda saatlerce ağladı.

Gece geç döndü adam, sakinleşmiş görünüyordu. "Aptalca bir kıskançlıktı benimki; özür dilerim karıcığım!" dedi.

"Evet, çok aptalcaydı," dedi kadın. "Benim gözlerim senden başkasını görmez ki..."

Barıştılar.

Ondan sonraki günlerde bir daha böyle bir kıskançlığa kapılmadı adam.

*

Yaz dönemiydi. Girdikleri taksitli borçları ödemeye katkısı olur diyerek ikisi de yaz okulunda görev almışlardı.

Kadın bir sabah, dersi olduğu için evden adamdan önce çıkacaktı. Adamın uykusunu bölmemek için sessizce kalktı yataktan. Gardolaptan giyeceği kılıkları aldı, çıktı; banyoya geçip elini yüzünü yıkayarak giyindi, makyajını yaptı.

Adam, yatak odasından, "gidiyor musun hayatım?" diye seslenince, yatak odasının kapısını aralayıp, ona, "gidiyorum. Allahaısmarladık!" dedi.

Adam, birden sertleşerek, "bu kılıkla mı gidiyorsun?" diye çıkıştı.

Kadın şaşırarak, "ne varmış kılığımda?" diye sordu.

"Bu kısacık etekle utanmadan..." Kadın, evlenmezden evvelki kıyafetlerinden dizlerinin hafif üstünde bir eteği giyinmişti. "Millete bacaklarını mı teşhir edeceksin?"

"Neresi kısa ayol bunun? Diz kapaklarımın hemen üstünde..."

"Çıkar şunu! Adam gibi bir şeyler giy kıçına!"

"Ama..."

"Başlatma amasına, mamasına! Çıkar dediysem çıkar, dellendirme beni!"

Kadının elleri evlendikleri günden beri ilk kez titremeye başladı; bunun korkudan mı, yoksa sinirlendiğinden mi olduğunu anlayamadan gardolaptan yeni bir etek bulup onu giydi.

*

Dersi öğlenden sonra olduğu için adam geç gitti okula. Öğretmenler odasına girdiğinde kadınla bir erkek öğretmeni orta masasının iki yanında karşılıklı oturmuşlar sohbet ederken buldu. Erkek öğretmen komik bir şeyler anlatarak kadını güldürüyordu. Geçti, onlardan uzak bir koltuğa oturdu adam; kadına ve erkek öğretmene belli etmemeye çalışarak kinle bakmaya başladı.

*

Akşam eve döndüklerinde adamın suratı hep asık kaldı. Televizyon seyrediyor gibi yapıyor, ama sadece zaping yaparak kanaldan kanala dolaşıyordu. Bu gün evliliklerinin birinci yılıydı, kadın bir süre umursamadan yemek hazırlamakla meşgul oldu. Sonra hazırladığı yiyecekleri salondaki yemek masasına taşıdı, 'Bu gün evliliğimizin birinci yıldönümü sevgilim, baş başa yemek yerken birer kadeh şarap içeriz, değil mi?' diyerek bir şişe şarap ve kadehler koydu masaya, bir de mum...

Adam cevap bile vermedi.

Tutamadı kendini, "hala sabahki etek için mi kızgınsın yoksa?" diye sordu.

Adam, daha da sinirlenerek, "aptal rolü yapıp durma karşımda!" diye söylendi. "Bütün gün boyunca kendimi tutup konuşmadım, bir şey olmamış gibi davranıp asabımı bozma benim!"

Kadın da sinirlendi. "Bozulursa bozulsun! Tutma kendini, konuş!"

Adam konuştu. "Bu gün o erkek öğretmenle halin neydi öyle? Kikirdeyerek gülmekler, filan... Adamın ağzına girecektin neredeyse!"

Kadın kahkahalarla gülmeye başladı; sinirinden mi, sinirini bastırmak için mi gülüyordu belli değil. "Ayol o benim on senedir beraber çalıştığım öğretmen arkadaşım. Onunla ilk sohbet edişim değil ki o..."

"O adamı ben senden daha iyi tanırım. Onun nasıl bir hovarda olduğunu ben bilirim."

"Adamcağızın efendiliğinden başka bir şeyini görmedim ben. Bütün bayan arkadaşlarına gayet nazik davranan biridir... Kusura bakma ama şu söylediklerin sana hiç yakışmıyor. Ayıp, ayıp!"

Adam sonsuz bir öfkeye kapılarak, "Ayıp mı? Ayıbın ne olduğunu ben senden mi öğreneceğim, Allah'ın orospusu!" diye bağırarak geldi, kadının yemek koyduğu masayı tutup devirdi; masa üstündekiler etrafa saçıldı.

Kadın masayı umursamadı bile; adamın yakasına yapışıp, "orospu mu? Sen bana orospu mu dedin?" diye tekrar tekrar sorarak adamı sarsmaya başladı. Kendisini çok aşağılanmış hissediyordu.

Ona bu yaşına kadar yediği ilk tokatı attı adam. Babasının, gül yanaklı kızım benim, diyerek öptüğü yanağına bir el adamının tokatı patlamıştı. Oysa o, bu adamla tıpkı babası gibi yanağını sevip okşaması, öpmesi için evlenmemiş miydi? O an kafasının içinde bir uğultu koptu, kör oldu, sağır oldu, dilsiz oldu, çok şaşırdı, çok...

Kapının çarpılarak örtüldüğünü işitti. Adam çıkıp gitmişti. Hemen yatak odasına seğirtti kadın, gardolabın üstündeki boş valizi alıp içini gardolabındaki kılıklarla doldurdu. Hemen telefonun başına koşturup bir taksi çağırdı.

Adam bir kaç saat sonra yaptıklarına bin pişman eve döndü. Özür dileyerek karısının gönlünü almaya çalışacaktı, ama ev bomboştu, kimse yoktu.

*

Yirmisinde bile değildi, İstanbul'da Marmara Üniversitesi'nde Almanca öğretmenliği okumak için Doğu Anadolu'daki illerden birinden gelmişti. Fakir bir ailesi vardı, burs alıp devlet yurtlarından birine yerleşmeye uğraşıyordu. Kredi ve Yurtlar Kurumunda kendisine ilgi gösterip yardımcı olan bir bayan memurla tanışmış, kadın onu bir kaç defa evinde de ağırlamıştı. O yaşına kadar tatmadığı şehveti doyasıya yaşatan kendisinden on yaş büyük kadına büyük bir ihtirasla bağlanmıştı. Tanıştıklarından kısa bir süre sonra, benimle evlenir misin dediği kadın, 'hayır' demişti ısrarla; 'istersen birlikte yaşayabiliriz, ama nikahsız.' Buna da razı olan oğlan, kadının bir apartmanın dördüncü katındaki evine yerleştikten sonra dört yıl boyunca okuluna gidip gelmişti.

Almanca öğretmenliğinden mezun olduktan sonra öğretmen olarak ataması yapılmadığından bulabildiği turizm rehberliği işinde çalışıyordu. İşi, bir turizm acentasına bağlı olarak, İstanbul'a gelen ya da bağlı olduğu acentanın düzenlediği turlara katılan Alman turistlere rehberlik yapmaktı. Yaz sezonu boyunca beş ay kadar süren bir işti ve aldığı maaş asgari ücretten biraz daha fazlaydı. Turlarda görevlendirildiğinde harcırah olarak ek bir ödeme yapıldığı için maaşı biraz daha fazlalaşıyordu.

Münih'li Tanya'yı düzenlenen bu turlardan birisinde gördü. Sarı lüleli saçları, ışıltılı mavi gözleri, incecik diri vücudu ve dekolte kıyafetiyle gruptaki kadınların arasında bir o çekmişti dikkatini. Keçisakallı şişman kocasıyla seyahat ediyordu.  

Otobüs şoförünün önerisiyle ilk yemek molasını dinlenme tesisleri yerine bir piknik alanında verdiler. Herkes ağaçların gölgesine sığındı. Otobüs personeli mangalları yakıp turistler için et kızartmaya başladı. Etlerin kokusu herkesi daha da acıktırıyordu. Münih'li Tanya ve keçisakallı şişman kocası da çok acıkmışlardı.

Keçisakallı şişman koca bir başka şişman adamla sohbetteyken, Münih'li Tanya da o adamın şişman karısıyla konuşuyordu. Sohbetlerinin en koyu yerinde yanıbaşlarında beliren yarımpaça bir bermuda pantolondan sarkan koyu tenli upuzun bacakları fark edince şişman kadınla konuşmayı bırakarak bakışlarını yukarılara kaldırdı. Bronzlaşmış adeleli ve bol kıllı vücuduyla rehbere alıcı gözle ilk kez o an baktı. Rehber içinde tepeleme kızarmış et dolu bir tabak ve ekmek bulunan bir tepsiyi ortalarına koydu. Keçisakallı şişman kocanın sohbet ettiği öteki şişman adam, neden çatal bıçak yok, diye sorduğunda rehber, ekmekleri elle bölüp etleri elleriyle tutarak yemeleri gerektiğini söyleyerek diğer gruplara da servis yapmak üzere mangalların yanına döndü.

Yarım saat sonra, aynı uzun bacaklar bir tepsi dolusu karpuz dilimi ile yine Münih'li Tanya'nın yanıbaşında belirdi. Karpuz tepsisini bırakıp boşalmış et tepsisini alan rehbere üstüne oturmuş olduğu çimenlerin arasından koparttığı küçük bir çiçeği uzattı gülümseyerek. Rehber de gülümseyip teşekkür ederek aldı çiçeği. Keçisakallı şişman koca güzel karısının bu armağanını komik bularak kahkahayla güldü.

Akşam güneşinde ulaştılar sahil kasabasına, beş yıldızlı otelden ayırtılan odalara güneş battığında yerleşebildiler. Ve hemen otelin lokantasına inerek yemeklerini yediler. Münih'li Tanya lokantadan çıkarken,  otelin müzikholüne geçeceklerini söyledi rehbere. Bunun anlamı, sen de oraya gel, demekti. Rehber, otobüsün şoförü ve otobüsün bayan hostesi, birlikte gittiler müzikhole. Keçisakallı şişman koca öteki şişman adamla bira içerken Münih'li Tanya onları görür görmez gülümseyerek el sallayıp selam verdi. Müzikholde eylenen insan sayısı garson ve komilerin sayısından daha azdı, sahneden uzak bir masada oturup bira içmeye başladılar. Az sonra otobüsün şoförü bayan hostesi dansa kaldırırken Münih'li Tanya da keçisakallı şişman kocasına, kalk dans edelim, dedi. Olmaz diyerek başını salladı kocası. Rehber gördü onları, uzaktan ikimiz dans edelim diye işaret yaptı Münih'li Tanya'ya. Münih'li Tanya da gel diye işaret yaparak piste yürüdü. Rehber göz açıp kapayana kadar bitti yanında onun, diskjokeyin çaldığı hareketli şarkıya ayak uydurarak dans etmeye başladılar.

 Gece geç saatlere kadar süren dans ve içki faslı herkesi yorgun düşürmüştü. Rehber öğlen saatlerine kadar yatağından kalkamadı. Kalkarken de başı çatlayacak gibiydi; alkolü pek kaldıramayan bir bünyesi vardı. Lokantaya indiğinde kimseyi göremedi, herkes pilajda olmalıydı. Hemen pilaja gitti. İşte görmeyi istediği kadın oradaydı. Bir yanlış anlaşılmayı önlemek kaygısıyla Münih'li Tanya yerine keçisakallı şişman kocanın yanına oturarak, 'nasıl, güneş güzel mi,' diye sordu. Adam kahkahayla gülerek, 'berbat' dedi, 'çok yakıyor.' Bira dolu teneke kutuyu başından dikti.

Münih'li Tanya yanlarından kalktı, dönüp dönüp rehbere bakarak denize doğru yürümeye başladı. Rehber yanında oturduğu adama, 'sen girmiyor musun,' diye sordu. 'Hayır' dedi adam, sonra 'sen niçin girmiyorsun, gidip yüz, haydi,' diyerek rehberi yanından yolladı.

Rehber ve Münih'li Tanya denizin içinde buluştular. Yüzerken birbirlerine pek çok defa dokundular. Dokunuşları arttıkça artan arzulara kapıldılar. Su altında dudakları buluştuğunda kimse görmedi öpüştüklerini, keçisakallı şişman koca zaten onlardan yana bakmıyordu.

Münih'li Tanya'yı o gece hiç uyku tutmadı. Uzun süre odalarının balkonunda oturup üstüste sigara içti. Çok geç saatlerde döndü yatağa, üstündeki geceliği sıyırıp atarak keçisakallı şişman kocasının yanına uzandı. Çırılçıplak bedenini onun bedenine temas ettirerek, adamı okşamaya başladı. Keçisakallı şişman koca döndü, onun üstüne çıktı. Münih'li Tanya gözlerini yumdu, üstünde rehberi hissederek şehvete teslim oldu.

Keçisakallı şişman koca öteki şişman adamla birlikte bir balıkçı lokantasında Türk rakısı içmeye gittikleri akşam Münih'li Tanya, 'odanı göstersene bana' dedi rehbere. Odaya girdikleri an, daha odanın kapısını kapatırken oğlanın boynuna dolanıp onunla öpüşmeye koyuldu. 'Senden çok hoşlanıyorum,'dedi ona, önce gömleğinin düğmelerini çözdü, sonra pantolonunun kemerini çözüp fermuarını indirdi. Rehber de Münih'li Tanya'nın bluzunu, sutyenini, külotunu soydu...

Dönmek için beş gün daha vardı. Rehber ve Münih'li Tanya denizde, karada, tarihi kalıntılarda, dansta, bulabildikleri her arada birlikte olmayı sürdürdüler.

İstanbul'dan Münih'e dönüş yolculuğunun başlayacağı gün, tam da havaalanında, 'seni çok seviyorum,' dedi Münih'li Tanya; 'eğer istersen gitmeyebilirim. Burada yerleşerek seninle yaşayabilirim.'

Rehber, beraber yaşladağı sevgilisini hatırladı o an; kadının önerisini kabul edemeyeceğini söyledi. 'Ama,' dedi; 'benim Münih'e gitmem için yardımcı olabilirsen, ben Münih'te yerleşebilirim.'

Münih'li Tanya'nın daha hoşuna gitti bu öneri, 'tamam,' dedi; 'senin Münih'e gelmen için elimden geleni yapacağım...'

Gitti Münih'li Tanya; rehber, gökyüzünde uzaklaşırken uzun uzun onu götüren uçağı seyretti.

Ondan sonraki bir yıl boyunca telefonlaşarak kopmadılar birbirlerinden. Münih'li Tanya önce kocasından ayrı yaşamaya başladıklarını, sonra da resmen ayrıldıklarını anlatmıştı rehbere.

En son telefon konuşmalarında ise, 'seninle evlenmeye hazırım,' dedi. 'Atla uçağa, gel...'

Rehber bu haberi bekliyordu ve her hazırlığını tamamlamış, vizesini bile almıştı. O gün, 'bıktım senden artık,' dediği uzatmalı sevgilisini terk ederek havayolunun yolunu tuttu.

*

'Bıktım senden artık,' demiş ve gitmişti. Bir deprem gibi ardında bir harabe bırakarak... O gittikten sonra evdeki biralardan içerek sarhoş olmaya çalıştı. Sıkıldı. Gidip bir barın kalabalığına katılarak devam etmek istiyordu. Öyle de yaptı. Bira şişeleri boşaldıkça yenisini getirtti. Müzik, bira derken kafası az da olsa dağılmıştı.

Yan tarafında içen adamın laf attığı ana kadar tüm erkeklerden nefret ediyor, erkek neslini kurutmaya dair seri cinayetler işlemeyi planlıyordu.

Laf atan adam yakışıklıydı. Öyle olmasaydı adamı laf attığına bin pişman edebilirdi. Adam, kadife yumuşaklığında bir sesle:

"Bira yanlış bir tercih!" demişti.

Öyle ya! Tercihi evindeki avize kancasına geçireceği bir çamaşır ipine kendini asmak olmalıydı. Veya tesettüre bürünüp uhrevi duygular geliştirerek dünyevi nefretlerden arındırması için Allah'a sığınmalıydı. Hatta onu terk eden genç sevgilisini çabucak unutmak için çabucak bir başka sevgili bulabilirdi. Neden olmasın? Laf atan adam bunun için emre amade gibi bakıyordu işte... Adamın önündeki rakıyı gördü. Onu, "kimileri birayı, kimileri rakıyı sever," diyerek cevapladı.

Adam, feylesofvari bir edayla, "Sevmek mevzubahis ise başka, ama mevzubahis olan nefret ise, bira sizi aklınızı kullanarak nefretinizi dizginlediğinize inandırıp kandırırken, nefretinizi hep uyanık tutar ve aklınızı da esir alır,"  diye karşılık verdi.

Adamın söyledikleri biranın değil, nefret duyulacak her erkeğin tanımıydı sanki, "Erkekler gibi..."

Oysa kadınlardan darbe yemiş erkekler de aynı şeyi kadınlar için düşünebilirdi. "Bazen de kadınlar gibi! Beni bu gün terk eden karım gibi örneğin..." Adam, galiba o erkeklerden birisiydi.

"Ya da, beni bu gün terk eden sevgilim gibi..."

Adam, önündeki kadehi kaldırarak,  "terk edenlerin şerefine!" dedi.

"Terk edenlerin şerefi mi var ki, şereflerine kadeh kaldırıyorsunuz? Hepsi şerefsiz birer orospu çocuğu onların!"

"O halde sözümü düzeltiyorum. Tüm orospu çocuklarının şerefine!" dedikten sonra kadehindeki son içkisini de içti. ,

Aynı şekilde o da bira şişesini dikti başına, içti.

Şerefine kadeh kaldırdıkları orospu çocukları üzerinden başlayan diyalog aralarında bir yakınlığı da başlatmıştı. Birbirlerine gerçek terk ediliş hikâyelerini anlatmadılar, ama birer hikâye uydurarak kendilerini madur gösterdiler.  Evet, bu hikâyelerine göre adam, bir başka erkek için, kadın da aynı şekilde bir başka kadın için terk edilmişlerdi; üstelik aynı günde...

Gülüyorlardı düşürüldükleri hale...

"Biz ne kadar da aptalız yahu! İkimiz de birer mikropla evliymişiz; sevinmemiz gerekirken mikroplardan kurtulduğumuza, kederlenip kafaları bulmaya gelmişiz..."

"İyiki de gelmişiz ki, birbirimizi tanıdık..."

Barmenin önüne giden adam bir şişe rakıyla birkaç bira alarak geri döndü. "Evinde devam etmek istersin belki," diyerek biraları koydurduğu poşeti kadına teslim etti. "Oldukça geç oldu; size oturduğunuz yere kadar refakat edeyim."

"Zahmet vermeyeyim..."

"Zahmet mi olurmuş, buyurun!"

Bardan birlikte çıktılar.

Kadının oturduğunu söylediği apartmanın önüne geldiklerinde her ikisi için de bir sürpriz oluşmuştu. Adam apartmanın dış kapısını cebinden çıkarttığı anahtarlarla açmıştı.

Kadın şaşkınlıkla, "kapının anahtarı ne arıyor sizde?" diye sordu.

Adam durumu ondan önce anlamıştı; anlaşılan ikisi de aynı apartmanda oturuyorlardı. "Neden? Oturduğum evin kapı anahtarını taşıyamaz mıyım yani?"

"Burada mı oturuyorsunuz?" 

"Evet.”

Gülüşebilmek için bir sebepleri daha olmuştu işte; diğer apartman sakinlerinin rahatsız olacaklarından kaygılanmadan kahkahalarla gülerek asansöre gittiler.

Asansör kabininde kadın dördüncü kat düğmesine basarken, "siz kaçıncı katta ineceksiniz?" diye sordu.

"On iki..."

Kadın on ikinci kat düğmesine de bastı. "Aynı apartmanda oturmamıza karşın hiç karşılaşmamış olmamız ilginç..."

"Bir yıl önce taşınmıştık buraya, iş güç yoğun bir hayattı, pek görünemiyorduk ortalıkta... "

"Ondandır. Benimki de çok yoğun bir memuriyetti zaten; sabah çıkıp gece dönüyordum."

"Evet, ondandır."

Kadın dördüncü katta duran asansörden inerken, "bundan sonra sık sık karşılaşmak dileğiyle, iyi geceler," dedi.

Adam, "İkimiz için de iyi bir gece olsun," diye karşılık verdi.

Asansör kapısı kapanıp da on ikinci kata tırmanırken kadın dudaklarında ki gülümsemeyle evinden içeri girdi. Elindeki poşeti mutfağa götürüp bıraktıktan sonra yatak odasına geçip üstünden sokak kıyafetlerini soyunarak rahat bir şeyler giyindi. Mutfağa döndü, bir şişe açacağı ve biraları alarak salondaki yemek masasına bıraktı, masa etrafındaki sandalyelerden birini çekip oturdu. Masa üstündeki sigara kutusundan bir sigara ve çakmak alarak yaktı, bir bira açıp kafasından dikti. Baş başa kaldığı yalnızlık bir anda neşesini alıp götürmüştü.

Oysa adamla birlikte geçirdikleri vakit nasıl da mutlu, neşeli geçmişti. "Acaba çıkıp davet etsem... gelir mi?"

Adam, evlilikleri süresince hiç, ama hiç kahkahayla gülüşerek sohbet etmediği sevilisinden çok farklı biriydi; güvenilir birine benziyordu. Fakat şimdi onu çağıramazdı, hakkı yoktu böyle bir rahatsızlık vermeye; üstelik adamın onu kolay bir kadın zannetmesini de istemezdi. Elbette ki, kolay bir kadın değildi, sadece onu yalnızlıktan kurtaracak birine ihtiyacı vardı, ama niyetinin bu olduğunu da anlatamayabilirdi ve adamdan kolay kadın muamelesi görebilirdi. Öyle ya, tanıştıkları şunun şurasında henüz bir kaç saat olmuştu. "Evet, çağıramam onu," diyerek düşüncesinden vazgeçti. Sigaradan bir nefes daha çekip, bira şişesini kafasına dikti.

Kapı zili çalındığında küçük bir şok yaşadı; hızla kalkarak kapıya gitti, gözetleme deliğinde adamı ve elindeki rakı şişesini gördü. Açtı kapıyı.

Adam, kapı aralığından, "yalnızlık çok korkutucu... Bir arkadaşa ihtiyacım var; lütfen, bana yardımcı ol," diyordu.

Adam karşısında onu seyrederken bir an ne diyeceğini düşündü. Sonra, "Seni anlayabiliyorum," dedi kadın. "Yalnızlıktan kurtulmak isteyen iki kişiyiz..." diyerek adama elini uzatıp içeri çekti. Adamın elindeki rakı şişesini alıp masaya bıraktı, mutfaktan iki kadeh ve meze olarak kullanılabilecek yiyecekler getirdi. "İçtiğim onca biradan sonra rakı içerek etkisini test edeceğim," dedi.   

( Kadına Şiddete Hayır! başlıklı yazı AliKemal tarafından 9.03.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu