Temkinli bir aşkın
mabet kıldığı en istikrarsız yalnızlık;
Ötelenmiş vicdanlardan
damıttığım o sızıntı kadar
Beyhudeyim ve nasıl da
esaretinde,
Kör kuyuların
pervazında en asil sıradanlık ki
Miğfer kıldığım
gözyaşından arda kalan;
Nirengi noktası gönlün şu
bilinmezlikteki
Çırpınışı…
Bir gölgeden mi
ibaretim yoksa ya da
Bir kırlangıcın
kanatlarında erdiğim hidayetken
Yoksunluk addedilen o
elemden mütevellit
Bir iç çekiş, bir
serzeniş
Ve ardından rahmet
dilediğim o vazgeçiş.
Kırık, nazenin belki de
unutulmuş;
Belirsiz, sıra dışı ne
çok terk ediliş.
Okuduğum surelerde
asılı kaldığım,
Pervasızca
azarlandığım,
Boş bir çerçeveden akan
onca hatırat
Yine yüreğin tekerinde
kaybolmuşluğum.
Nüktedan bir yoksunluk
benimki;
Varlığımın tecellisi
ikna olduğum en derin vazgeçiş.
Bir hezeyandan kanatan
dünlerin anısına
Ödünç aldığım tüm
pervasızlığı soluklandığım
İbresi yoktan yana bir
varlık
Tümden gelen bir coşku
kadar durağan bir ömrün
En aykırı ihbarı yine
yarınlara dokunan.
Bir tebessüm belli ki
büyüsü ömrün
Ki anlık bir sarkaçta
yetim düşen ölü imgelerin
Batılında saklı
tuttuğum tek bir katresini bile
Değişmezken ölü bir
öfkeye.
Kırdım rotasını zalimce
Ama kıramadım hiçbir
zinciri eklediğim bir bir
Gıyabında kâfir ne çok
gözyaşı.
Bir edimden ibaret şu
sillesi yad ettiğim dünlerin
Ki en kıdemli yolculuk
kadar isyanı yüklendiğim
Bilinmezin niyazında
saklı tuttuğum adım
Ve adımladığım gönül
yorgunu o büyülü aşktan
Rehin aldığım kırık bir
hüzün kadar ömrü yiyip bitiren.
Bil mukabil ey kader,
Ne de olsa en sefil tınısıyım
Şu yoldan çıkmışlığın
patavatsızlığında
Aykırı bir düş kadar
düşkün olduğum pervazında
Aşkın, aşka âşık bir
faninin yüzü suyu hürmetine.