Bu yaşanmış bir yaşamın öyküsü değil. Tabii ki, yaşanmamış yaşamların öyküsü de olabilir; ne sandıydınız? Neyse... Bu konuda sizinle tartışacak filan değilim! Uğraşmayın benimle!
Kışların rengi beyazdır diyenlere sakın inanmayın! Simsiyahtır. O kış, doğduğumdan beri yaşadığım altıncı kıştı ya, çok siyah oldukları için ben ilk beşini hatırlamıyordum. Aldığım duyumlara göre, hatırlamadığım o beş kışın ilkinde, yani birincisinde siyah renkli bir erkeğin, beyaz renkli bir dişiyi döllemesiyle oluşmuş gri renkli bir çocuk olarak dünyaya gelmişim.
Annem, benim her doğum yıldönümümde, "Ben beyazım, sen siyahsın... Bu çocuğun rengi neden gri? Söyle! Beni kiminle boynuzladın?" diye kafasını ütüleye ütüleye babamı nihayet çıldırtmayı başarmıştı. Çıldırdığını cinnet geçirerek gösteren babam, annemi benim imalatımı yaptıkları yatak odasına kilitlemişti. Sonra da evimizin bulunduğu on iki katlı apartmanın bodrum katında yangın çıkartmıştı. Yangın alttan üste doğru hızla yayılmıştı. Benim babaların en zekisi, zeki babacığım biliyordu ki, yangını çatı katında çıkartırsa, alevler yukarıdan aşağıya doğru, aşağıdan yukarıya olduğu kadar hızla yayılmayacaktı ve annem itfaiyeciler tarafından yatak odasının penceresine uzatılan itfaiye merdiveniyle kurtarılabilecekti.
Alevler o kadar güçlüydü ki, apartman içinde yaşayan insanlarla beraber olduğu gibi küle dönüşmüştü. Annem de...
Ben, "babacığım, annemi yakmak için, niçin bodrumda yangın çıkarttın?" diye sormuştum.
Bana, "sana ne?" demişti.
Onun bu ters cevabı çok ağrıma gitmişti ama ve lakin korkumdan belli etmemiştim.
Apartmanın külleri arasından bir avuç kül almış ve bir kavanoza doldurmuştu. Sonra da kavanozu bir tabutun içine koymuştu. Sonra da dört tane hamal tutarak tabutu mahallemizdeki caminin musallâ taşına koydurmuştu. Sonra da imam hazretlerine ezandan az önce sala okutmuştu. Sonra da namazdan dağılan cemaat sevaptır diyerek cenaze namazı kılmış, imam hazretleri, "rahmetlik hatun kişiyi nasıl bilirdiniz?" diye sorduğunda herkes "iyi bilirdik!" diyerek yalan söylemişti. Yalan söylemişlerdi, çünkü hiç biri annemi tanımıyordu.
Koskoca apartmandan canlı kalan bir babam, bir de ben olunca, Cibali Karakolunun gece bekçisi Murtaza, polisliğe terfi edebilmek umuduyla karakolun baş komiseri, Çapkın Komiser’e yalakalık yapıp, "te be saygı değer amirim, bu apartıman tutuşunca bitek bu kapçın ağazlı herif ilen kapçın ağazlı sıpası tutuşmamıştır. Apartımanı tutuşturanlar bunlar olmasın sakın," demişti.
Tümcenin sonunda soru işareti olmadığı için bu tümceyi bir temenni olarak algılayan Çapkın Komiser, "Amin! İnşallah!" diyerek Bekçi Murtaza’nın temennisine iştirak etmişti.
Hatasını anlayan Bekçi
Murtaza, "cümlenin sonuna soru işareti koymayı unutmuşum amirim,
affedersin!" diyerek sehven yaptığı hatayı düzeltince Çapkın Komiser de,
"Hakkaten yahu, herkesin yanıp tutuştuğu, kül olduğu o yangından bu baba
ile oğul nasıl olur da sağ kurtulabilir?" diyerek kendi yorumunu yapmıştı.
Kırmızı telefondan hemen şehrin Emniyet Müdürünü arayarak, "te be saygı
değer emniyet müdürüm, bu apartıman tutuşunca bitek bu kapçın ağazlı herif ilen
kapçın ağazlı sıpası tutuşmamıştır. Apartımanı tutuşturanlar bunlar olmasın
sakın?" demişti.
Emniyet Müdürü de, "Hakkaten yahu, herkesin yanıp tutuştuğu, kül olduğu o yangından bu baba ile oğul nasıl olur da sağ kurtulabilir?" diyerek kendi yorumunu yapmıştı. O da kendi kırmızı telefonundan hemen ülkenin Emniyet Genel Müdürünü arayarak, "te be saygı değer emniyet genel müdürüm, bu apartıman tutuşunca bitek bu kapçın ağazlı herif ilen kapçın ağazlı sıpası tutuşmamıştır. Apartımanı tutuşturanlar bunlar olmasın sakın?" demişti.
"Hakkaten yahu, herkesin yanıp tutuştuğu, kül olduğu o yangından bu baba ile oğul nasıl olur da sağ kurtulabilir?" diyerek kendi yorumlarını yapan Emniyet Genel Müdürü İçişleri Bakanını, İçişleri Bakanı Başbakanı, Başbakan Cumhurbaşkanını kendi özel kırmızı telefonlarıyla arayarak, "te be veli nimetim, bu apartıman tutuşunca bitek bu kapçın ağazlı herif ilen kapçın ağazlı sıpası tutuşmamıştır. Apartımanı tutuşturanlar bunlar olmasın sakın?" demişlerdi.
Cumhurbaşkanı ise yalakalık yapabileceği bir üst makam bulamadığından, yalakalığı başkanı olduğu cumhura yapmıştı. "Te be pek muhterem cumhurum, bu apartıman tutuşunca bitek bu kapçın ağazlı herif ilen kapçın ağazlı sıpası tutuşmamıştır. Apartımanı tutuşturanlar bunlar olmasın sakın?"
Gazeteler, televizyonlar bu
haberle inlemişti. Atılan manşetlerin hepsi aynı kalemden çıkmıştı:
"Apartımanı tutuştu
ran caniler baba ilen oğlu..."
Bu manşeti ihbar kabul eden Cumhuriyet Başsavcıları harekete geçerekten beni ve babamı gözaltına almışlardı.
O aralıkta babam, "yangını ben çıkarttım!" diyerekten suçu üstüne alacaksın, tamam mı ulen? Yoksa ağzını burnunu kırarım senin!" diyerek tehdit ettiğinden, beni dört gün boyunca odasında ağırlayıp, sandalyelerini yanyana dizerek üzerinde yatmama izin veren Zekeriya Başsavcıma, "bodrumda evden arakladığım kibritlerlen oynuyordum. Bir de, bi baktım, yangın çıkıvermiş," diyerek ifade vermiştim.
Benim bu ifadem üzerine babacığım serbest bırakılmıştı. Ben tutuklanmıştım. Ağır Ceza Mahkemesindeki saygıdeğer başyargıcım, iki yardımcısıylan mutabakata vararaktan, "suçu sabit görüldüğünden için, idam edilmesinde bir sakınca yoktur!" diyerekten talebe oğlunun çantasından araklayıp getirdiği kurşun kalemi kırmıştı.
İdam kararımı onaylarken sayın Cumhurbaşkanım, "daha pek küçük garibim, asmayalım," diyen yardımcılarına kızarak:
"Asmayalım da besleyelim mi?" diye bağırmıştı.