Korkmalı mıyım?
Ya, ölüm korkuyorsa
benden?
Sahi, bu denli mi
uzağındayım gerçeklerin?
Seyrinde ya da indinde
belli ki tefekkür bildiğim…
Adı olmayan çığırtkan
kuşların, ne tepemde tünemeye gücü var ne de onları ebediyete göndermek gibi
bir kaygısı var doğanın seyrinde ve kıbleye dönük gagalarından akıttıkları
ciyaklamalar…
Ruhum çok serkeş son
zamanlarda belki de abarttığıma kani iken melek düşlerim, tüm patavatsızlığıyla
hayal yüklü muhafız alayı iç benliklerim, son sürat arşınlıyorlar baştan aşağı
gitmekten muzdarip olduğum kayıtsızlığımı sorgulamakla meşgulken.
Ne gam, demeyi çok
isterdim ve ikilettiğim arzularım pür-nakıl dökülürken hem de anbean yeni
taarruzların beklentisini yüklenmişken. Her an her hangi bir köşe başından bir
gölgeye rast gelip, canlandığına tanık olma ihtimalim öylesine tanıdık bir
duygu ki.
Tanıdık tanımadık hem
de yerli yersiz yetmedi mecbur kılındığım pek çok mücbir sebep vasıtasıyla.
Evet, ne dediğinizi duyar gibiyim ve hülasa bir derinlikte kaybolmuş olmanın
getirdiği o nifak yüklü serzenişlerin boyutsuzluğu itibariyle her an infilak
edebilirim. Gerçi darmadağın olmanın ötesinde yeniden var olma ihtimalimi
hepten yitirdiğime göre.
Yazmamalıyım belki de
ve bir ömür süren sessizliğime bürünüp, ömür boyu kozasında saklı bir tırtıl
olmanın getirdiği hidayet ve hakkaniyet dışı bir aykırılıkla sırra kadem
basmalıyım. Varlığımdan doğan bir yoksunluk aslında duyumsadığım ve her nasılsa
duyurmakla mükellef kılındığım. Kim tarafından olduğunu bilmesem de tüm
dayanağım sadece O’ndan mütevellit.
Nasıl da patavatsız
olduğuma hükmeden dirayetsiz ve münafık gölgelerden, inanın ki şikâyetim yok
zira çok şey borçluyum görünmez hak maliklerine.
Adsız bir reçete
benimki, yazmaya doyamadığım ve şifası yine yürekte saklı daha doğrusu sunumuyla
şifa dağıtmak adına mutlandığım. Faydalanan, faydalanmayan her kim ise, bir o
kadar yan etkileri olmayan bir ilaç benimki. Ne yutuyorsunuz ne de damarınıza
zikrediliyor sadece gözlerinizle okuyup gönlünüzle şifanın nimetine
şükrediyorsunuz.
Kullanmamam gereken
kelimeler var ve itiraf etmemem gereken bariz duygular hatta varlığımla
tüketildiğim ve türetmek adına yok olmaya mecbur kılındığım. Yoksa aldığım
nefeste mi bir suç unsuru?
Belki de akmayan
gözyaşlarımdan da çokça sorumluyum yetmedi adımladığım yolda hak ihlali
yaptığım gerekçesiyle tutuklanmalıyım. İdam geri gelmeli ve asılmalıyım ya da
yakılmalı. Ya, içimdeki yangın etrafa zarar verirse. Keşke bir bardak su olsam
ve serinletsem içten içe büyüyen o yangında küle dönen yetilerimi.
Memleket yangın yeri
olmuş ve ben hala kendi derdimdeyim.
Mutsuzluğu ile
mutlandıran ya da yoksunluğu ile var olmaya mecbur ve yetim bir düşün peşinde,
akılsız başın cezasını bu sefer gönlüm çekiyor. Ayaklarım çoktan uyuştu hem de
nasır tutan acılara nispet kaskatı. Ama kaskatı olmayan bir yüreği de
sahiplenmişken bir o kadar gurur duyuyorum hissettiklerimle ve dibine kadar
yaşıyorum insanlığımı ve kana kana içiyorum rahmetini bir şekilde yüreğime
damlayan ve nihayetinde kulaçladığım gözyaşlarımla, indinde maneviyatın ve
aşkın doyumsuzluğunda sırra kadem basan vicdanlara inat, asil bir acı ile bir
kez daha şükrediyorum akabinde aldığım nefese ve attığım en şen kahkahaya. Zira
kendime gülüyorum yoksa ne acısından besleniyorum haricimdekilerin ne de beşeri
bir gamla yüksünüyorum. Varsa yoksa duygu katliamı yapan münafıkları görmezden
gelip, kendimle olan hesaplaşmamın sonucu kâh yaşadıklarım kâh yaşamaya aday
kılındığım ne ise yüce Yaratanın nasip gördüğü.
İsyanlarımla, şükrümle,
insan olmanın birincil gerçeği dilediğim af.
Vakıf olduklarımdan
ziyade aciz olduğum ne ise.
Sevmekle mükellef bir
canlı olarak pekişen nefretleri görmezden gelen gönül gözümün bana kattığı
yorgunluk ama her nasılsa vicdanımla baş başa kaldığımda hafifleyen ruhum.
Gölgeler nasıl sadıksa
karanlığa ben de sadığım iç sesime hem de bitimsiz bir tınıda ve yeri geldi mi
avaz avaz ve yeri geldi mi sus pus ki gözyaşlarımı biriktiriyorum mutlu
denizlerde ve çağlayan duygularımı bastıramamanın verdiği o rehavet ile
çöreklenen tortuyu dağıtıp damıtıldığım evrenin tek pekiştireci iken altımdaki
ıslak zemin: Yeri geldi mi düştüğüm ama bir o kadar düşkünlüğüm aşka hem de
nazire eden onca canlıyı bir çırpıda tokatlarken evren ve ıskaladığım her
hedefi yeniden isabet ettirmeme ramak kala.
Kem küm eden bir sancı
belli ki maruz kılındığım lakin alakam olmayan.
Binlerce sitem, ne çok
serzeniş ve nasıl nasıl da… İnanın ki devamı yok zira söz verdim kendime; asla
benzememeye ant içmişken…
Zifiri karanlık, olmaz
mı? Gecenin bir yarısı, ya, içimin aydınlığı nasıl hâsıl oldu da kukumav
kuşları gibi tünemişim var olmayan bir dağın tepesine hem de haber salmışken
uzak memleketlere… Nasıl mı? Yüreğimden boşalan ama her nasılsa görmekten ve
duyumsamaktan imtina ettikleri. Ben yine de şüpheliyim, nasıl olup da göründüklerinden
farklı olmadıkların iddia etmelerine ve işte bu yüzden uzağındayım pek çok
şeyin ve de insanın. Ve sahip olduğum güzellikler ile şükrederken bir yandan da
hayıflanıyorum, daha çok sevgiye nasip olmak adına bu yüzden beklemeden
karşılığını, sevmeye doyamazken her nasılsa sevilme kaygısına da haiz olup, bir
şekilde türüyorum tükettiklerine sandıklarına rast gelip de için için gülerken
ama sadece kendime. Gülüp geçenlere nazire edercesine, an geliyor, en acımasız
eleştiri ile yargılıyorum insanlığımı üstelik yansıtılanların ışığını karanlık
addedenlere inat, doyamadığım ışığa ve sevgiye her nasılsa rest çekmeyi maharet
sananlarca.
Garip ama çözülmez
değil.
Acı mı yoksa
acıttıklarını sanıp da varlığımı pekiştiren dirayetsizlikleri?
Yoksa duyumsadıklarım
bir egonun gölgesi mi de asla taviz vermiyorum?
Koca bir yanlış sahip
olduğumun farkındalığında sahip olmakla mükellef kılındığım… Ne bir isyan ne
bir önyargı ne de bir kaos ve asla da ben-merkezli bir açılım değil bilakis
yetersizliklerimin bilincinde bana ayna olan kainata duyduğum şükür ve minnet.
Randıman almadığım bir
ömür yerine seçtiğim hangi şık ki, bilemediğim cevapları rötuşlamakla
meşguller?
Sınandığımın
farkındalığında, sıra dışı bir kederi yüklenmişken kader ve atıfta bulunduğum
neşe yüklü bulutlar, hadi, çabuk tutun elinizi ve boca edin başımdan aşağı!
Mecbur kılınmak mademki
yüksünsem de beklentilerimi boşa çıkarmamak adına, sorun ettiğim beynamaz bir
sancıyı da bertaraf edip bir o kadar yüklendiğim gönülsüz riyalarına rest çekip,
adı olmayan bir dünyada sanı olmayan bir yürekle ve perde çektiğim yalanların
oynaştığı devasa bir evrende, bilfiil sorgulamaktan her ne kadar haz etmesem de
evet, farkındayım uzağımda depreşen ihanet ve soluksuz yalanlara giydirilen
kılıflarla hiçbir ilintim olmadığının bilincinde.
Tümcesi noksan bir
seyrin izdüşümünde ve gönülsüz bir gün iken hükmünü sürdüren…
Devranda olası bir
tedirginlik hele ki makamsız şarkıların yoldaş olduğu ömrün dengine rast gele
bir im kadar da tehditvari ve göreceli bir gölge iken güneşi örttüğüne kani
olduğum…
Kani olduğum nicesi
hele ki haiz olamamanın getirdiği o noksanlık duygusu bir o kadar nüktedan ve
ritüelin dokusunda teneffüs ettiğim bir sakınca iken ihlal etmekle muzdarip
kılınan yoksa nedamet yüklü bir sarkaç mı da devinen telaşesi yüreğin ve
kıpraşan o muafiyeti?
Demini almış bir
minvalin yoksun tınısında saklı tuttuğum.
Sapkın bir örtü iken
gizemin yüksündüğü belirsiz bir rabıtada isyan yüklenip bir ayraç niteliğinde
çalkantılı bir mizacı yâd ederken teferruat yüklü bir güncenin bakir tınısında
gizli o nüansı yok eden varlıksız bir şikâyet kadar yükümlü tutulası…