Yazlık ev üç oda bir salondu.

Odalardan birisi karı-koca olarak onların yatak odalarıydı. Bir diğeri de sürekli yanlarında yaşayan kayınvalidenin... Üçüncü odada ise on gündür baldızı iki kızıyla kalıyordu.   

Kuzeni, eşinin ve iki hiperaktif oğlunun yanına anası Hasibe halayı da katarak çıkıp geldiğinde, kayınvalidesi, baldızıyla iki kızını odasında ağırlamaya razı oldu.

 Babasının dünyaya kazık çakmış bacısı olan Hasibe hala, boşalan odada oğlunun ailesiyle birlikte kalmaya razı olmayarak, "Ben odamda kimseyi istemem!" diye tutturdu.

Olacak şey miydi şimdi bu? Koskoca odayı sırf ona verecek olursa ötekileri nereye sığdıracaktı? 

Kızdı. "Odanda yalnız kalacaksan tutsaydınız tek kişilik bir otel odası," diyerek az söylendi ya, babamın bacısıdır, yadigârdır,' diye düşününce de böyle çıkıştığı için bu defa da kendi kendine kızdı.            

Hasibe Hala da, bu konuda oğluna kızgındı. "Bu körolasıcaya demedim mi sanıyorsun, tut bir otel odası da orada kalayım diye? Dedim! Hem de kaç kere! Olmaz dedi, otel parası çok tutar dedi.  Yeğeninin evinde yemesi içmesi de, yatması da bedava, dedi!"

Gülsün mü, ağlasın mı, bilemedi, "Öyle mi dedi?" deyip geçiştirdi. Kuzene, ortaya çıkan bu riyakârlığı nedeniyle biraz surat yaparak, "Evin bir tek bu odası boş; bu odaya sığışmanız gerekiyor. Halamı buna ikna edemezsen, götür bir otele!" diyerek yanlarından ayrıldı.

Kuzeni, arkasından, "annemin otel parası senden mi?" diye seslendi ya, o durup cevap vermemeyi tercih etti.

Yazın başından beri, hatta Mayıs'tan beri akrabadan, ahbaptan yana misafirleri hiç eksik olmadı. Emekli maaşı, misafir ağırlama masraflarına yetişmediğinden, her ay bir âdeti olmak üzere, şimdiye dek üç adet kredi kartı batırmıştı. Olsun! Allah sağlık versin yeter ki, kış boyunca gelen giden olmayacağı için maaşları olduğu gibi kartlara yatırarak bir dahaki yaza kadar, gelecek misafirler için hazırlıklarını yaparlardı.

Hasibe hala her ne kadar mırın kırın ettiyse de odadaki bazada küçük torunuyla yatıp kalkmaya razı oldu. Yere yayılan döşekte de kuzeni karısı ve büyük oğluyla idare ettiler.

Bir sokak köpeği, tam da Hasibe halaların geldiği gece evin bahçesine girip ulumaya başladı. Hem de tamı tamına Hasibe halanın camının altında! Ama öyle böyle bir uluma değil; sanırdınız ki dağdan kurt inmiş de, o uluyor. Oldu olası sevmezdi uluyan köpekleri! Ne uluyan, ne de ulumayan, hiç birini sevmezdi. Daha doğrusu köpek milleti onu sevmezdi.

Köpeğin ulumasıyla uykusu kaçarak sinirleri bozulan Hasibe hala, kapı tıklatmak gibi kibarlıkları bir yana atıp çat kapı yatak odalarına daldı. Baktı, Sami Emekli uyanık durumda, odanın lambasını da bir güzel yaktı. Aydınlanan suratına karartılmış gözlerle baktı. Odanın ışığı yanınca Elezer de uyandı.

"Hayrola hala?"

"Kalk da şu uğursuz köpeği penceremin altından kov!"

"Oğluna deseydin ya!"

"Oğlumu teneşirler paklar inşallah! Yarım saattir dürte dürte uyandıramadım domuzu!"

Bu uğursuz uluma sesi her ne kadar sinirlerini bozmaktaysa da, onlara duyduğu bu sevgisizliğe binaen çıkıp da köpeği kovamazdı. (Şimdi, Kamil Oğuz bu yazıyı okuyunca adı gibi emindi ki, "sevmemekle köpek kovamamanın alakası ne Allah aşkına? Köpeği sevmeyen adam, köpeği seve seve kovar; şuna korku pokuna çıkıp da köpeği kovamıyorum desen ya," filan diyecektir. Desin! Çok bilinen bir atasözümüzün de dediği gibi, "delidir, ne derse yeridir!")

"Ben bu saatte çıkıp da köpek möpek kovalayamam hala! Az sonra susup gider. Git yat yatağına sen!"

Hasibe hala ağzını açıp da oğluna ettiği teneşirli temennileri ona da sıralamaya niyetlenmişti ki, Elezer acilen müdahil oldu.

"Halacığım, Sami köpeklerden çok korkar! Dur ben çıkayım da kovayım..."

Koynunda Kamil Oğuz'un dişi versiyonunu beslersen böyle der elbet! Onu düzeltmek istedi.

"Köpeklerden çok korkar değil, köpekleri hiç sevmez, diyecektin her halde değil mi karıcığım?"

Onu o düzeltmek isterken o onu düzeltti.

"Hayır, canım, asıl köpekler seni hiç sevmez..."

Neyse! Erkeklik onda kalsın, ne yapalım! Evet, bu köpek milletinden korkuyordu arkadaş; var mı bir diyeceği olan?

Elezer, "zavallı hayvancağız ulumuyor aslında, açlıktan ağlıyor," diyerek akşamdan kalma ekmek ve yemek artıklarıyla yaptığı yalı bahçedeki köpeğe götürdü. Karnı doymuş olan köpek gerçekten de ulumayı keserek kuytu bir köşeye çekilip uykuya yattı. Onunla birlikte ev halkından uyandırabildikleri de uykularının ikinci devresini oynamaya başladı.

Aynı köpek sabah ezanı okunmaya başladığında, ezan sesine sanki nazire edermişçesine ulumaya başlamasın mı? Bu defa kayınvalide çat kapı gelip tepesine dikildi.

"Sami Emekli! Sami Emekli! Sağır mısın be adam? Duymuyor musun uğursuz uğursuz uluyan iti?"

"Tamam da, sen de biliyorsun ki benim köpek fobim var. Beni uyandıracağına kızını uyandırsaydın ya!"

"Kızımın tatlı uykusunu niye bozayım? Allah'ın gedesi, sen erkek değil misin? Lafın başı gelince, ben bu evin erkeğiyim, ben ne dersem o olur, diye şarkı söylemeyi biliyorsun ya! Kalkıp kov şu iti!"

"O, Barbaros Hayrettin'in 'ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur, isimli şarkısı bir kere..."

Tam burada uykusu bölünen Elezer, bir kez daha imdadına yetişti. Allah bin kere razı olsun ondan! Allah tuttuğu her şeyi altın eder inşallah!

"Anneciğim, biliyorsun Sami köpekleri sevmez, ben gider sustururum şimdi."

Bir sürü hayır dua edeceğini bilmiş gibi, bu defa köpeklerden korktuğunu değil, köpekleri sevmediğini söylemişti; demek ki, tatlı dil yılanı deliğinden çıkartıyordu. Tam, bundan sonraki hayatlarında onu hayır dualarla ve yalakalıklarla pohpohlaması gerektiğini düşünmeye başlayacaktı ki, bu defa da Kamil Oğuz'un kaynana versiyonu,

"Bu köpekleri değil, asıl köpekler bunu sevmezler! Bu sadece köpeklerden en az benden korktuğu kadar korkar!" diyerek kızını düzeltti.

Düzeltirse düzeltsin, ana kızın arasına girecek değildi ya! Elezer de zaten mutfağa gidip, buzdolabından çıkarttığı et ve süt mamülleriyle köpeğe kahvaltı hazırlamaya başlamıştı.

Neyse, uzatmayayım, bu köpekle alaka aynı biçimde sürdü. Yani köpek acıktıkça ulumaya başlıyordu, uykusu bölünüp huzuru bozulanlar sinirlendikçe de Elezer bir koşu gidip köpeği besleyerek susturuyordu.

Hasibe hala bu işkenceye üç gün dayanabildi. Dördüncü gün kuzeni kulaklarından çekiştire çekiştire öyle bir götürüşü vardı ki, işgüzar herifin teki olmasına rağmen pek acıdı adamcağıza. Onlardan iki gün sonra da baldızıyla iki kızı pes ettiler.

Köpek bahçeye babasının bahçesi gibi dadanmıştı, hiç bir yere gitmiyordu.

Köpeği gündüz gözüyle uzaktan şöyle bir gördüğünde duyduğu tiksintiyle midesi ağzına gelmişti, az kalsın kusacaktı. Gördüğü mahlûkat, kemiğine yapışmış derisi yaralar içinde, birbirine geçmiş kaburgaları sayılabilen, çirkin mi çirkin, pis, uyuz bir köpekti. Elezer hanımefendi, muhterem eşine, yani Sami Emekli'ye hiçbir zaman göstermedikleri ihtimamı bu uyuz ite göstererek uludukça çıkıp karnını doyuruyordu. Şerefsiz oğlu şerefsiz it de, karnı hangi saatte acıkırsa o an ulumaya başlıyordu. Karnı doyurulmadığı müddetçe bu uluma katiyen bitmiyordu. Her gece iki defa, her gündüz üç defa olmak üzere beş öğün sofra kuruluyordu zatı şahanelerine. Böylesine yüce bir köpek sevgisini bir Elezer 'de görebilirdiniz, bir de panter Emel'de...

Elezer bu alakasını, eve, ziyaretlerine gelen veteriner dostlarının yazdığı reçetedeki ilaçları aldıktan sonra daha da arttırdı. Karnını doyurmak yetmiyormuş gibi, eline plastik bulaşık eldivenlerinden geçirip günde üç posta da köpeğin yaralarını ve uyuzunu pansuman edip ilaçlamaya başladı. Haftada iki defa da ılıtılmış sularla ve köpek şampuanlarıyla yıkıyordu. Bu bakım Sami Emekli'ye yapılmış olsa, o da biraz adama dönerdi. Köpek de resmen adama döndü. Şişmanladıkça etine butuna öyle bir dolgunlaştı ki, daha düne kadar insanı iğrendiren o köpeği şimdi yalayıp öpesin geliyordu.

Şişmanlama faslı durmak bilmedi. Bu defada en az Kamil Oğuz'unkiler kadar göt göbek bağlamaya başladı. Karnındaki memeler parmak gibi uç vermeye başladığı zaman anladı ki, onun orta balkondaki şişkinlik Kamil Oğuz'un ki gibi şişmanlamaktan değil, hamile kalmakla ilgiliydi. Yani bir başka açıdan düşünecek olursak, Kamil Oğuz'un orta balkondaki şişkinlik onunki gibi hamilelikten değil, şişmanlamakla ilgiliydi. Bunu anlar anlamaz koşup Elezer 'e müjdeyi verdi.

"Haydi, gözün aydın! Anneanne oluyorsun..."

Onun bu müjdesini pek salakça bişeymiş gibi karşılayan Elezer, "yeni duyuyormuş gibi saçmalama! Kızımızın beş yaşında kızı zaten var ya! Beş senedir anneanneyim ben zaten!" diye söylendi.

Zeka ayküsü yüz seksen olan Sami Emekli gibi bir adam elbette ki bunu bilecekti, ama zeka ayküsü seksen olan bir kadının bunu bilmediğini sanması gayet normaldi. O nedenle açıklayayım bari dedi. Ve açıkladı:

"Ben kızımızın kızını kastetmiyorum hayatım! Ben köpeği kastediyorum ki!"

Bu müjdesine pek sevinen Elezer, ona koskocaman bir, "öyleee miii?..." çekti. Buradaki çekti kipi, anladığınız gibi 'öyle mi' sözcüğünü söylerken neyse de, yazarken lastik gibi uzatarak Türkçenin içine etmek anlamındaydı. Elezer, "desen ya, korktuğum başıma geliyor," dedi. "Şimdi bu köpekceğiz doğurur da, yavrularıyla birlikte bahçeye yerleşerek hep bir ağızdan ulumaya başlarlarsa yandık! Evimizde misafirliğe gelen eşe dosta ne deriz ondan sonra?"

Doğumu yaklaştıkça bahçeye iyice yerleşen köpekceğiz açıkta kalıp üşütmesin diye düşünen Elezer, ahbapları mobilyacı İdris'e bir köpek kulübesi siparişi verdi. Adam, köpek kulübesi diye imal ettiği iki artı bir barakayı bahçeye monte etti. Köpek yeni yuvasında yerleştikten bir hafta sonra dünyaya tam on iki tane encek getirdi. On iki enceğin on ikisi de dişiydi.

Yapılacak bir şey yoktu! Onlar da kulübelerine yerleşerek büyüyecekti.

Elezer'e, "Karıcığım, istersen bu anaç köpeği veteriner dostumuzun hayvan polikliniğine götürüp kısırlaştır," dediğinde evliliklerinin başından beri ilk kez bir fikrini beğendiğini söyleyerek köpeği arabanın arkasındaki isofix özellikli çocuk koltuğuna oturtup emniyet kemerini de bağlayarak götürdü.

Kısırlaştırıp getirdi. Götürüp getirmek arasında  bir kaç saat geçti, ama o bir kaç saate dair burada yazmayı gerektiren bir  olay yaşanmadığı için, kısaca götürdü, getirdi deyip geçtim.

Köpekler büyüdükçe Sami Emekli bahçeye çıkamaz olmuştu. Elezer'e, köpekleri Ayvalık'taki köpek barınak evine teslim etmesi için baskı yapmaya başladı. Elezer ise adı anılan köpek barınağında bakımsızlığın ve pisliğin diz boyu olduğunu iddia ederek bu baskıya direniyordu.

Encekler büyüyüp de anne memesi emmez olunca tıpkı anneleri gibi, her acıktıklarında ulumaya ve bu uluma korosu ortalığı inlettikçe, misafirliğe gelen akraba ve hısımlar, gelişlerinin hemen ertesinde valizlerini kucaklayıp gitmeye başladılar.

En sonunda biricik kayın valideciği de valizini toplayarak gidince, öyle üzüldü, öyle üzüldü ki, anlatamam...

Her gelenin böyle uykusuz kalmış gözlerini ovuştura ovuştura kaçıp gittiğini gördükçe sadistçe bir zevk alıyordu. (Kayınvalidesi hariç. Onun gidişinden öyle üzüldü, öyle üz...)

O kışı kayınvalideciğine hasret duyarak, başlarını dinleyip, misafir olarak da bu on üç köpeği ağırlayarak geçirdiler.

İlkyaz gelmişti.

Ha bu gün, ha yarın diyerek köpekleri kısırlaştırmayı ihmal edince, onlar garez edip gebe kalmayı ihmal etmediler.

Yaza girdikleri günlerde köpeklerin her birinden doğan on ikişer adet yeni yavrularına hoş geldiniz, dediler.

Bahçedeki uluma korosunun namı yedi sülalelerince duyulmuş, evlerinden herkes ayağını kesmişti. Bu durum Elezer'i çok üzmekteydi. Her gün bir ah veya hısıma telefon ediyor, eve misafirliğe davet ediyordu. Ama ve lakin her telefon edilen, ezberlemişcesine aynı tümceyle cevap veriyordu:

"Ah canım, davetinden pek mutlu oldum, fakat bu yaz başka bir tatil beldesine gitmeyi planladık. Ne olur kusura bakma, emi!"

Elezer, anlamıştı ki, misafirlerinin gelmemesi, bahçeyi işgal eden yüz elli yedi adet köpektendi.

"Bunları belediye köpek bakım evine teslim edelim!"

Onun bu önerisine şiddetle karşı çıktı:

"Olmaaazzz! Ben bu köpekleri çok seviyorum. Onlardan ayrılamam!"

Misafirlerin eli ayağı kesildikçe Sami Emekli'de bu hayvan sevgisi zirve yaptı. Evinde kedi, köpek, kuş, akvaryum balığı gibi alışılmış hayvanlardan başka devasa bir akvaryumda Pirana ve yine akvaryumdan devşirme camekanlar içinde Madagaskar Hamam böceği, Phasmatodea, Hermit Yengeci, zehirsiz Akrep, evin içinde serbest halde Kapibara, Pogona, Tarantula, Uçar Kuskus, bahçesindeki korunaklarda İki Kangal, Minyatür Zebra, Minyatür Eşek, Pygmy Keçisi, koku bezlerini aldırttığı Kokarca, Vallabiç, büyük bir kafes içinde kirpi, bahçesindeki büyük havuzda Timsah, Su Samuru, Su Aygırı, beslemeye başladı.

Evden en son kaçan Elezer hanım oldu. Kadıncağız bir hayvanat bahçesinden beter hale gelen evden tam da çıldırmak üzereyken kocasına "ben Fethiye'ye, kızımın yanına gidiyorum. Bu hayvanları yok etmedikçe beni çağırayım deme, gelmem!" diye bir not bırakarak giderken vedalaşmadı bile...

( Uluma Korosu... başlıklı yazı AliKemal tarafından 1.06.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu