Olmalı mıyım?
Olmazın bağlacı bir
demde mi saklı tutmalıyım?
Saksıda büyüttüğüm ölümün,
şafağın isini dağıttığı güncemin ve tutkularının esiriyim insanların.
Adları da yok üstelik:
Her biri titrek bir ışıktan nemalanmayı medet bellemişler belki de hiçsizliğin
hissiyatında koyuverdiğim imgelerin çığırtkan ve sırıtık tümleçleri iken beyan
verdiğim iç dökümümden sorumluyum, deme çılgınlığı nüksediyor kalemin çeperinde
kâh yenilgi kâh yanılgı yüklerken mahir gölgelere.
Aymazlığın sarkacında
salınan muteber titri yine sıradanlığın belki de sıra dışı olmak iken
meziyetsiz bir tınıda her kim ise rüştünü ispatlamış haris bir sancı kadar da
boğucu ama her nedense teneffüs ettiğim ılgıt sezilerim kadar da kaygan bir
minvalde, değil koşmak uçuş pozisyonunda iken başı buyruk bir cümle ile
girizgâhta tutturduğum aklı evvel hangi desen ise kendime ömür biçtiğim…
Özür kabul ettiğim
belki de buyurgan bir duygunun manifestosunda devingen bir mahremiyette ve her
nasılsa işkillendiğim duygulara rağbet eden devrik bir rota ve meylettiğim
aydınlık, en karanlık şakıması o dinginliği görmezden gelen kim ise tüm gücümle
savurduğum ve savrulduğuma kani olanlara rahmet okuyup el sıkıştığım o tenha
durak üstelik ne gelenin olduğu ne de gidenlerin dönme ihtimalinin bulunduğu…
Gülüp geçmek…
Terennümü kayıp nice
suret…
Dengimi aramayı
bıraktım bırakalı dost bir ıslığa eşlik edip de tüketilmektense türetmeyi şart
koştuğum rahvan bir mecra…
Ne gelen var ne de
giden.
Sevi diline rağbet
olmasını hayat memat meselesi olarak bilirdim oysa: Ne büyük yanılgı, dememi
asla beklemeyin zira herkes kendi şartları doğrultusunda bellemekte sevginin de
sevdanın da ses ayarı en düşük frekanstayken.
Suslar iken kırağı
çalan, ümit ise en mahrem aydınlık ve görünmezin indinde bir koşu bandında ters
istikamet devralmışken nöbeti.
Dünden yarına uzanan
bir nöbet ve tek bekleyenim yine beklentisizliğim ki ne aslına rücu eden bir
makam ne de dünü ve yarını yok sayan bilakis an’ı örselemek kadar hakkaniyeti
yok etmişken düzen.
Düzensizliğin kucağında
belki de en sıdkı sıyrılmış o kayıp rota. Tümden gelen tüm kavşaklar ki
dönemecin aykırı bir noktasında yine tekabül eden bir soru işareti mahiyetinde
aklımca kanaat getirdiğim ve hepten hiçe uğurlandığım.
Parantez açıp imlere
yüklenmek belki de tutturmam gereken o kıvam: Bir bardak sevgi, bir ölçek aşk…
O illet evlilik programlarına atıfta bulunmak dahi gelmez iken kalemin içinden
takındığım sükûtu en asil muafiyet yontusuyla köreltmeye çalışsalar da ödün
vermeden yükleniyorum satırlara ki mecburum, inanın. Nedenleri, niçinler ayrı
bir boyutta kovuşturma gereği dahi bulmaz iken hangi sakınca olabilir ki beni
mahrum bırakacak bu kara sevdadan hem değil miydi onca insan sırtımı sıvazlarken
en ufak gözdağı verenleri de es geçmeden ben yine de tüm iyi niyetimle
gocunmuştum o savsakladığım sevda yeline teğet geçerken münafık dokunuşlar.
Mademki belirsizliğin
belirteciyim anbean mimlerken iç dünyamı ve mademki sessizliğimi bozuyorum her
adımı ile en edilgen duyguyu bile yok saymak maharetmişçesine ve şimdi
diyeceğimi bilmeden giriştiğim şu maruzatımda ben bile korkuyorum bir gün
sonraki ölüm meleğinin hangi randevusunda bir araya gelecek bunca insan diye.
Soyutladıkça somut tümleçleri,
sıradanlaştıkça sıra dışı tezahüratı şu yorgun imlerim gelip geleceğim belki de
geçiştirmek istemediğim en aykırı donatısı mı yoksa şu uzamda tek ses olma
gayreti ile tutturduğum yolun gelmek istemediği o çıkış noktası. Evet, tüm
çapraşıklığı ve tüm manzumesi ile hayat zorlukları ile anlamlı kılmakta
mutluluğu.
Zor görünenden de öte
kolay addedilen.
Hem de nazire edilen
her duyguyu töhmet altında bırakan.
Biraz ada çayı mı
içsem, demek belki de yorgunluğun ilacı dercesine tüm makamların ortak bildirgesi:
Salla başını ve sadece uy sen de hangi terane ise çoğunluğun makbulü ama her
nasılsa bireysel gayretlerin de görmezden gelindiği.
Hangi beyanata sığar ki
maruzatım?
Hangi gölge yeter
karanlığı dağıtmaya?
Hangi muteber sezimi
daha öldürebilirim bunca kayıp ertesi?
Belki de sarsılan güven
denen sağanağın rahmet bildiği bir çiy tanesi kadar da geçirgen ve alıngan bir
mizaçsa uyutulduğum.
Uyuyup da uyanmaktan
korktuğum.
Uyku martavalında bir
uyurgezer cenin pozisyonunda kıvrılmışken bir köşeye… ama asla ve asla beni
uyandıramazsınız zira uykumun en tatlı yalanında fink atıyor düş bellediklerim.
Biteviye uyurgezer olmaya niyetlensem de aktif rol aldığım en pasif direniş
bilin ki eğer ki esir düştüğüm yazın dünyasında bir nüansa denk düşen o
fısıltıda yine oynattığım kalemin ucu.
Yersiz korkuların
mahlası belli ki
Anlamsızlıktan doğan
hüküm:
Sıra sıra ölümün
sarkacı
Yaradan’ı her anışında…
Temennilerde takılı
aklım ve zamansız tecellisi manevi çöküşün tüneyen tınısında nükseden sessizlik
kadar da içimi acıtan.
İnanmak istediğim
yalanlar ki dökümü kayıtlı üç gün evvelki kayıtlarımda ve daha öncekiler de ve
gelecek yarınların manşetine bile sıkı sıkı inanıyorum.
Gazete başlıkları gibi
insanlar: Nerede vukuat orada izdiham.
Nerede acı orada peyda
olmuş kalabalık.
Kalabalık nice oda.
Karanlık nice gönül.
Azınlıkta mutluluk: Yok,
yok, benimki bir yanılgı ki kendi adıma konuşursam hep ama hep bireysel gayret
benimki mutlu olmak adına yoksa onun bunun acısından nasıl nemalanırım?
Bir gün ve bir hafta
derken koca bir asır geride kalan.
Bir gün ve bir gece
derken devirdiğimiz haftalar.
Devrilen şişeler.
İnfilak eden ruhlar.
Patavatsız gölgeler
belki de nasipleneceği bir çöplük arayan.
Gel de öl, şimdi!
İkram edilesi
sevdalardan nasiplenmekten ötesi mi var?
Ötesizliğin sancısında boğulan
bir dalga mı yine hezeyanı okyanusta kaybolmak iken?
Muhalif duyguların,
yergilerin, yargıların anlam yüklü anlamsızlığı mıdır da kanatan ve kanı
durmayan bir şelalede boğulmak ile eş değer?
Sunumunda ya da
sarmalında: gergefi acı ile bütünleşirken… Kınalı ellerde ölen umutlar…
Ölümsüzlüğün sarkacında
nükseden ölüm korkusu…
İzafi seçeneklere bel
bağlayıp yüksünmek belki de gerçeklerden…
Gerçek dışı
yanılsamaları eşitlemek hidayetin uzantısında yine varlığının katsayısı iken
yaşama sevinci.