2. BÖLÜM
b)    
Kırlangıcın Bana Ettiği

 

1227 Mayıs – KABADURAK

 

-                     Ramazan, arkadan kaçtı! Mehmet Ali kayanın arkasından dolaş ! Ben de önden yolunu keseceğim.

-          Tamam Vuslat!

-          Başını kıstırdım, Vuslat!

-          Soyka yılan bizden kaçar mı?

-                     Başından yakaladım… Mehmet Ali bak bakam, kaç arşın gelir? Üç arşın gelir mi?

-          Hele dur, bir başını ezelim, bizi sokmasın !

-          Amma da sağlam kemer olur bundan…

-          Vuslat bana bileklik sözün var!

-          Tamam kardeş.

-                     Arta kalandan hepinize kartal başlıklı bileklik yapacağım.

Yakaladığımız yılana boz yılan veya Bozyörük yılanı da derler. İşlemesi de güzel, işlemiş hali de güzel olur. Köyde en güzel deriyi ben işlerim. Bıldır debbağ ustasından ders almıştım. Deriyi temizlemesini, terbiye etmesini, kireçlemesini, işlemeye hazır hale getirmesini öğretti.

Tabi ki henüz çıraklık aşamasındayım. Bu işler çok hoşuma gidiyor. Özellikle bir şeyler yapabilmek, hammaddeyi işleyip insanların yararına sunmak, belki de insanlık için en hayırlı işlerden biridir.

Büyükbaş hayvanın derisini işlemek biraz ağırdır. Şimdilik küçükbaş hayvanlarla, yılanlarla çıraklığımı pekiştirmeye çalışıyorum.

-                     Mehmet Ali biraz dolaşalım. Menekşeler açmış mı bakalım…

-          Tamam Vuslat.

-          Uşak, siz isterseniz gidin.

-          Tamam oğlum, biz Ramazanla köye dönüyoruz.

-                     Mehmet Ali tomurcuklanmışlardan bir kaçını eve götürelim, olur mu?

-          Tamam gardaşım.

Menekşe… Yüreğimi yakan bir ateşin bir çiçek adı olacağını hiç de aklıma gelmezdi.

 

Bir “mor menekşe”yim ben,

Bakma mor dediğime,

Henüz açmadı çiçeklerim,

Ne zaman açar diye sorarsan,

İşte  “o zaman”ı ne sen sor, ne de ben söyleyeyim….

“mormenekşem”

(06.07.2009)

 

                Kırlangıç’ın köyümüze bakan tarafı kuzeydi. Onun için kuzey tarafı geç yeşillenir, geç sararırdı. Derin yamaçlarda kar olurdu. Mayıstan sonra derinlerde bulduğumuz kar ile pekmezi birbirine kattık mıydı yemeye doyum olmazdı. Özellikle bağda, tarlada çalışırken hem serinletir, hem de kuvvet verirdi.

                Dağımızın bu yüzünde de menekşeler geç açar. Açtığı zaman da güneş vurdu mu köyden ışıltılarını görürdüm.

                Menekşelere karşı içimde bir kıvılcım vardı. Ne zaman adını duysam yüreğimde bir eksiklik, bir yalnızlık hissederdim. Hangi taşın yanında, hangi oyuğun dibinde, nerde yuvalandıklarını hepsini ezberlemiştim.

                Kırlangıç Dağında gezmediğim, adımlamadığım yer kalmamıştır. Ah taşların, kayaların dili olsa…

                Çocuk gibi severdim. Onlarla konuşur, dertleşirdim. Onlara türkü yakardım, güzel sözler söylerdim.             Ne bileyim, sanki onlar benim canlarımdı. Sarısı, beyazı, alası, moru…    Ben onlara âşıktım. Yüreğimin ateşini yaktılar, on beşimde duygularım değişti. Yüreğim kıpır kıpır.

                Dilimden artık güzel sözler çıkmaya, güzellere başka gözle bakmaya başlamıştım…  Aşkı tanımaya başlamıştım. Ama menekşelere olan aşkım bir başka…         Gönlümü menekşelerden çalacak henüz bir güzele rastlamadım.

                Adım Vuslat’a uygun, yüreğimin yolunu arıyordum.

                Menekşeleri görünce yüreğimdeki ateşin sıcaklığını hissediyordum.

                Baktım ateşim çıkıyor, hemen onları bulmaya çıkıyordum. Görür görmez, sanki kaynayan tasın içerisine bir avuç buz atmış gibi “cossssss” diye ses verirdi içim...

                Bilemezdim o ateş bir gün beni yanmaktan beter edeceğini…”

 

 

 

 

 

 

 

YANAN AŞKIM

Sevdayı ararsan her iki yanına bak,

Aşkı ararsan bir soluna bir sağına bak,

Beni ararsan bir önüne bir arkana bak,

Bulduysan beni, o küllerimdir aşktan yanan…

 

Sana sevdamı engelsiz sunuyorum…

Önümdeki engelleri tek tek aşıyorum,

Bir senin gülen gözlerin için ölüyorum,

Bulduysan beni, o küllerimdir aşktan yanan…

 

Aşk acısını çeken bilir, aşka inanmak gerek,

Aşkı anlaman için aşk ateşinde yanmak gerek,

Yanan ateşleri mor menekşeler ile anmak gerek,

Bulduysan beni, o küllerimdir aşktan yanan…

VUSLAT-I MOR

(04.10.2010 – 17:48)

 

{|{

-          Baba bu kervanda Hüseyin Amca gelir mi?

-                     Hayırlısı olsun oğlum. Biliyorum sabırsızlanıyorsun. Ama yolcunun işi belli olmaz. Allah hayırlısını versin.

Gündönümü geçeli bir iki gün oldu, otlar hafiften sararmaya, ekinler de baş tutmaya başlamıştı.

Babam söz vermişti, bu yaz Kayseri’deki Sultan bibimin yanına yollayacaktı. Babam ufku geniş insandı. Bize ;

-                     Geleceğinizi kurmak için her zaman yanınızdayım ve destekçiniz olacağım, derdi. Köyümüzde ya çiftçi olacaksın ya da çoban. Eğer Kayseri’ye veya Konya’ya gidersen ufkun açık olur. En azından Kırşehri’ye veya Aksaray’a gitsen değişik bir meslek edinebilirsin. Hayat tarzın değişebilir. Değişik kültür, medrese ortamı, doğu – batı buluşması, İpekyolu, gayri-müslimler, esnaf ve zanaatkârlık ve tabi ki “Ahilik”…

Babama ilerde “debbağ” olmayı istediğimi söylerdim.

Babam da; “Zamanı geldi miydi seni Kayseri’ye bibine yollarım, orda enişten bir debbağ ustasının yanına çırak olarak verir, sen de bu mesleği icra edersin.” diyordu.

Bıldır kışın babam önümüzdeki yaz için söz vermişti.

Baharın Konya’ya giden ve babamın tanıdığı bir kervancıya, “Dönüşte benim oğlanı da Kayseri’de bibisigile bırakıver.” demişti.

Ben de Kırşehri’den gelen her kervanı dört gözle bekler olmuştum. Bir an önce Kayseri’ye gidip hayatımın temel taşlarını atmak istiyordum.

Anam gurbette gitmeme razı değildi. Garip anam, köyümüzün dışında bir hayatla karşılaşmamış, dört duvar arasında mekik dokumuştu. Dedemin bitmeyen işleriyle boğuşuyordu. İlk evladı olduğum için bana ayrı bir düşkündü. Gurbete gitmeme gönlü razı değildi. Gönlünü almaya çalışıyordum. Her kervan gelişinde gözyaşlarını tutamıyordu. Gözyaşlarını benden saklardı ama önündeki önlük saklamazdı… “Kardeşlerin seni örnek alıyor.” diye kendi kendini teselli ederdi.

Açık fikirli, ileri görüşlü olmam; okuma–yazma azmim, hayata karşı duruşum köyde herkes tarafından örnek bir model olarak görülüyordu. Elime geçen fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek istiyordum.

 

 

 

KIRLANGIÇ DAĞI

Gelinlik kızların boynundaki beşibirlik gibi durursun,

“Kabadurak’tan dünyaya açılan kapı” olarak namın var,

Yiğitleri gurbete salar, anaları kalbinden vurursun,

Bilmem senin sahte yüzüne aldanan kaç tane adamın var.

 

Menekşeler öyle yakıcı ki kalpleri yakar, yıkar geçer,

Özellikle sevda yüklü, yufka yürekli yiğitleri seçer,

Yiğidim kanar, Kırlangıcın çeşmesinden aşk şarabı içer,

Bilmem senin sahte yüzüne aldanan kaç tane adamın var.

 

Menekşelerini koklarım, burcu burcu aşk kokar, yâr kokar,

Adını bilmem, uykusuz gecelerime suretini sokar,

Karşımda duruyorsun, fistanın Halep’ten, işlemeli brokar,

Bilmem senin sahte yüzüne aldanan kaç tane adamın var.

 

Hep yalandın Kırlangıç, gurbette, sılada benim ne işim var,

Fistanları dokuyacak çilem çilem rengârenk ibrişim var,

Dağlarında işlenecek cincik cincik taşların var, yeşim var,

Bilmem senin sahte yüzüne aldanan kaç tane adamın var.

(Ali ÖZDEMİR 25.04.2011 – 15:34)

Brokar : Sırma veya gümüş işlemeli bir ipekli kumaş türü.

Yeşim : Açık yeşil ve pembe renkli, kolay işlenen, değerli bir taş.

 

Tan ağrırken Karabaşın derinden derinden havlaması, diğer taraftan havlunun tahta kapısı kırılancasına dövülüyordu.

-          Ahali kimse yok mu? Kervancı Hüseyin!…

Tak tak tak…

-          Ahali…

-          Geliyorum Hüseyin Ağa.

                Gelen Kervancı Hüseyin Amcaydı. Besmele çektim, üstümü giydim, avluya çıktım.

-          Oğlum hazır mısın?

-          Hazırım Hüseyin Amca, dedim.

Anam bir garip gözle baktı. Şöyle bir boynumu büktüm.

-          Tamam, dedi.

Heybem hazırdı. Biraz üst-baş birkaç deri işlemesinde kullanacağım malzeme… Sırtıma attım heybeyi. Kardeşlerim uyuyordu. Sessizce alınlarından öptüm.

-          Ana dedeme, amcamgillere selam eyle, dedim.

-          Tamam oğlum.

-          Ana seni habersiz bırakmam, tamam mı?

-         Tamam oğlum, kendine dikkat et. Aklım sende kalmasın emi? Sana güveniyorum. Allah’a emanet ol oğlum. Vicdanını, hayrını, duanı eksik etme. El açana, elini geri çevirme. Aman dileyeni affet. Adın Türklüğümüze yakışır, Müslümanlığa özdeş olarak duyulsun…

                Anamın ellerinden öptüm. Kokusuna sarıldım.

-         Anan söyleyeceklerime tercüman oldu, dedi babam. Bize yakışanı kendine yol eyle. Seni önce Allah’a sonra bibingile emanet ediyorum. Kervanlarla bize haber eyle, ananı gözü yaşlı bırakma, tamam mı oğlum ?

-                     Tamam baba, sizlere layık bir evlat, Allah katında hayırlı bir kul, vatana millete şanlı bir asker olacağım. Sizleri de Allah’a emanet ediyorum, dedim ve babamın ellerinden öptüm.

Babam, kervancıyı tembihliyordu.

-                     Hüseyin Ağa gözümüz arkada kalmasın, bibisigile elinle teslim et. Kervancılarla da haber salarsan duamızı eksik etmeyiz.

-                     Sen merak eyleme, Allah’ın izniyle emanetini yerine teslim ederim ve sizlere de haber salarım. Allah’a ısmarladık.

-          Güle güle, yolunuz açık olsun. Allah’a emanet olun.

Anam arkamızdan bir tas su ile savuşturdu.

Evet ilk adımdı bu ama sona giden bir yolun ilk adımı…

 

 

( İlahi Aşkım Mormenekşem - 2b.bölüm başlıklı yazı Ali Özdemir tarafından 5.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu