1238 Mayıs – KONYA
Meramın baharı bu sene açmaz oldu. Çiçekler
tomurcuklanmadan soğuk alıp topraklar buluşuyorlardı. Her açacak tomurcuk
maalesef ölü doğuyordu. Kış son yılların en serti idi; baharı beklemeyin der
gibiydi. Güneş yalancıydı; yeşil renk bile vermiyordu. Doğanın kanunu mu yoksa
Tabiat Ana bizi evlatlık sayar da mı bize sahip çıkmaz? Bilemedim. O kadar
bilinmeyen sorularım var ki öğrendiğim matematik mantıkları hepsi çaresiz
kalıyor.
Mantıksız bir ortama yol aldığımızın farkındayız. Gerginlik
had safhada… İplerin kopması an meselesi. Gerginlik Sultan Hanedanlığını da
huzursuz ediyordu. Karanlıklar karanlıkta kalmıyor, aydınlık kesimi de
karartmaya çalışıyordu.
Konya’ya geleli yedi sene olmuştu. Artık buraların kurdu,
piri olmuştum. Ahi Teşkilatının merkezinde ve Sultanlıkta adımız, Vuslat Usta
diye namımız yayılmıştı.
Anam yanımda olsaydı nasıl gurur duyardı. Kervanlarla
birbirimize haber salıyoruz, artık yanmaktan kül olan hasreti yeniden
filizlendirip yeşertiyoruz.
Ah anam garip anam! Seneler beni senden aldı. Bazen
Kabadurak’tan çıkmasa mıydım diye kendi kendime serzenişte bulunuyorum. Yanında
olsaydım, yazıya çıkarken bana çıkı hazırlasaydın. Tozlu topraklarda çıkıdaki
hasret kokan yufkalarını yeseydim… Ah anam… İçimi bir okuyabilsen! Yanan ateşime
o Kırlangıç’ın dikenli patikalarına dönen pamuktan yumuşak ellerinden bir avuç Ağgöl’ün
serin suyunda dökebilsen…
Yollar bir türlü Kabadurak’a doğru dönmedi. Köyden çıktım
çıkalı uğrayamadım. Hayata atılan basamaklarda bir türlü eve dönüş bulunmuyor.
Yaşıma göre olgunluğum beni bastırıyor, çocuk hallerime
fırsat vermiyordu. Nefsime dur demeyi, her türlü zorlukların üstünden gelmeyi
bana hayat öğretiyordu. Dur diyemediğim tek şey yüreğimin derinliklerinde
volkan misali yanan ateşti.
Hayat neler gösterecek…
Ateşi mi söndürecek yoksa, ateşe boyun mu eğecek ?
{|{
-
Allâhu Ekber Allâhu Ekber !
Allâhu Ekber
Allâhu Ekber !
Eşhedü en lâ
ilâhe illâllah !
Eşhedü en lâ
ilâhe illâllah !
Eşhedü enne
Muhammeder-Resûlüllah !
Eşhedü enne
Muhammeder-Resûlüllah !
Hayye ale's-Salâh
!
Hayye ale's-Salâh
!
…
- Bismillah! Allah’ım,
sen şeytanın şerrinden koru bizleri.
Ezan bugün kulağıma daha sert geliyordu. Kör
bir rüya ile sert bir ezan arasında kılıç kılıca savaşırken uyandım.
Geçen sene Sultan Alâeddin’in sebebi
bilinmeyen (!) nedenden dolayı vefatı ile Sultanımızın vasiyetine uymadan tahta
geçen Gıyaseddin Keyhüsrev’in “Ahiler” hakkındaki yönlendirilmiş tutumu bizleri
diken üstünde tuttuğu için her gece kör rüyalar görüyordum. Hoca efendinin
ezanı sert okuması pek hayra alamet değildi.
Sultanımızın beklenmeyen vefatı sonucu Saray
içerisindeki konakta ikamet Ahi Babamız da rahatsızlıktan dolayı saray
dışarısına taşınmıştı.
Siyasi irade eğitimimizi maalesef bitmeden
sona erdirmişti. Üzerimizdeki kara bulutlar günden güne kâbus gibi üzerime
çöküyordu. Ahi Babamız eğitimizin devam etmesini sağlamak için Sultan ile
görüşüyordu.
Kayseri heyeti olarak Ahi Babamızın ve
Teşkilatımızın arkasında değil önünde birer yılmaz cengâver olarak durma
kararımızdan ödün vermiyorduk. Bu birliktelik, karanlık cephede oldukça rahatsız
edici bir görüntü alıyor; bertaraf edilmemiz için Sultanlık dâhil tüm merciler
kullanılıyordu.
Memleketten özelikle Kayseri’den kervanlarla
haber geliyordu.
Yamağından Ahi Babalarına kadar tüm teşkilat
yanımızdaydı. Bu bizi diri olmamızı sağlıyordu. Tek eksikliğimiz Saraydan
sağlıklı bilgi alamamamızdı. Bu da bizde güvenlik zafiyeti oluşturuyordu.
Hiçbir zaman kaçma gibi korkak bir zihniyetin
arkasında saklanmadık. Dimdik ayaktayız. Fakat ayaklarımızın tamamının
kesilmesi bizlerimizin direncimizi kırılabilirdi.
Yalnız şunu unutuyorlardı: Biz “Ahiler”, bu
milletin öz evlâdıyız! Devşirme ve karma değiliz. Özümüz de Türk, sözümüz de
Türk, işimiz de Türk, gücümüz de Türk’tür. Hepimiz Orta Asya’nın yiğit
delikanlılarız!
Rüyanın sert bir ezan sesi ile sonlanması
sonrasında yaşadığım sessizlik, avlunun tahta kapısının Sultan askerleri
tarafından kırılıp açılmasıyla bozuldu.
-
Selçuklu Sultanı
II. Gıyaseddin Keyhüsrev Hazretleri
fermanı ile konakta bulunan tüm bireyler gözaltına alınacaklardır! Kaçma
teşebbüsünde bulunanlar Sultan’ın emri ile idam edilecektir!
Kara bulutlar üstümüze çökmüştü. Oturduğumuz
konak Sultan askerleri tarafından sarılmıştı. Korkak zihniyetin yakalama
stratejisiydi bu. Konakta bulunan Ahi Babamız, Fatîma Anamız, Ahi Musa Abim,
Sinan kardeşim ve diğer yardımcılarımız dâhil herkes tutuklandı. Ahi Babamız
gür bir ses ile ;
-
Telaşa mahal
yoktur. Er geç adalet yerini bulacaktır. Herkes soğukkanlı bir tavır içerisinde
olacak. Bugüne kadar öğrettiklerimiz dışında hiçbirinizin gayri-resmi bir tutum
ve davranışta bulunmasını istemiyorum. Allah Celli Celâli yâr ve yardımcımız
olsun. Allah doğrunun yanındadır. Allah’a emanet olun… dedi
Bu sözlerin bitiminde askerler her birimizi ayrı
ayrı iple bağlayarak Saray’ın altında bulunan zindana götürdü.
Yakın bir zamana kadar Anadolu’ya göç eden
Türk Milletinin yerleşmesinde yardımcı olmak için aldığımız eğitim bize kâbus oldu.
Bu yaşıma kadar herhangi bir suç teşkil
edecek bir davranışta bulunmamakla birlikte böyle olaylara karışmamıştım. Anam
duyarsa kahrolurdu. Ahi Babamız soğukkanlı olmamızı istiyordu fakat yaşın
verdiği heyecan beni oldukça duygusal bir ortama sürüklüyordu. Bir taraftan
ailem duyarsa nasıl bir hal içine gireceğimi düşünürken diğer taraftan Ahi
Babamızın Allah için Yüce Türk Milleti için yürüdüğü yolda uğradığı haksızlığın
nedenlerini düşünmeye, nasıl kurtulacağımıza dair fikirler üretmeye başladım.
“Helal lokma için harcanan her damla alın
terinin bir bedeli vardır.” derdi Ahi Babamız. Ahiliğimizin temel prensibi bu
değil miydin zaten? “Ahiliğin,
Tekke ve türbelerde çöreklenip halkın kutsal duygularını sömüren, cahil halkın
sırtından geçinen asalak tarikatlardan farkı, Anadolu Türküne alın teri ile
geçinme, başı dik, kendine güven sağlayan, minnetsiz yaşama yeteneği kazandıran
ruhtur.” Zaten benim gibi “yiğit”lerin ortak paydası da budur. Bu ruh
üzerinde doğduk bu ruh ile öleceğiz. Değil bin kere darağacında asılmak
pahasına bu ruhu ilelebet, Türklük var oldukça dünyanın sonuna kadar yaşatmak
boynumuzun borcudur. Yetmiş yaşındaki Ahi Babamızın karanlığa karşı bu kadar
dirençli olması bile bize yetiyordu.
Zindana Sarayın arkasından götürüldük. Konya’da ne kadar
Ahilik Teşkilatında olan varsa hepsini zindana koymuşlar. Halk ne kadar sarayın
yanındaymış gibi gözükse de özellikle esnaf kesimi ve çevresi bizlere destek
veriyorlardı. Halktan tepki almamak için sabaha karşı böyle bir müdahale de
bulunulmuştu. Karanlıklar, karanlık zindanlarda bizleri karartmaya çalışsalar
da aydınlık bizim gücümüzdür. Biz aydınlığız! Gücümüzü ise önce
Allah’tan ve sonra ise Yüce Türk Milletinden alıyoruz.
{|{
Karanlıkta üçüncü günümüz. Olan bitenden
henüz sağlıklı bir haber alamadık. Yalnız çocuklar ve kadınları serbest
bırakacaklarını öğrendik. İnşallah en kısa zamanda onlar serbest kalırlar.
Ahi Babamızı ve Musa Ağabeyimizi aynı hücreye
koymuşlar. Bizler ise 25 – 30’arlı gruplar halinde, tabanı sular altında, taş
duvarları küflenmiş, yosun tutmuş, farelerin cirit attığı, bir iğne deliği ışık
görmeyen zindanlardayız. Birer gün ara ile birer parça küflenmiş, kurumuş ekmek
veriyorlar. Ahi Babamız bizleri teskin edecek sözcükler gönderiyor. Biz de ona
bu yola başımızı koltuğun altına alarak çıktığımızı ilettik.
Yedinci günün sabahında en azından
yüreklimizi rahatlatan haber gelmişti. Çocukları ve kadınları serbest
bırakmışlar… Fatîma Anamızın ve Sinan kardeşimin hür olmalarına çok sevindim. Hür,
aydınlık geleceğimiz için onlar çok önemli!
Saraydan haber geldi, Sultanın emri ile
yargılanmadan zindanda tutuklu kalacakmışız. Karanlıkların hükmü maalesef saltanatı
da etkilemiş hem de Anadolu’nun yiğitlerini zindanda çürütmek pahasına! Kör
karanlık sabahında şehit olan arkadaşlarımız var mı bilmiyoruz. Sağlıklı haber
alamıyoruz. Eğer varsa dahi onlar Allah
yolunda şehittirler. Allah bizleri de şehitlik makamında can vermeyi nasip
etsin!
Eğer Saltanat sürmek, Allah yolunda milleti
yönetmek ise adil yargılamak nerede? Adil kadılık sistemi nerede? Batıda,
doğuda, güneyde, kuzeyde imrenilen Orta Asya’nın Türk Hukuku nerede? Hanların,
kağanların, hakanların adaleti nerede eğer biz Türk isek?
Adalet er geç yerini bulacaktır. Karanlık
güçler de karanlıklarda yerini bulacaktır. Türkler insanlığın yaratılışından
itibaren hep aydınlıklar içerisinde yaşamlarını idame etmişlerdir. Hiçbir
kudret özgür ruhumuza hükmetmemiştir. Çünkü biz TÜRK’üz…
{|{
Uçsuz bucaksız menekşe bahçesi… Allısı,
morlusu, sarısından, elasından, envai çeşidi… Gözlerimin alabildiği kadar menekşe…
Güneşi önüne alarak beyaz kanatlı, beyazlar içerisinde bir melek… Ağır
adımlarla bana kollarını açarak geliyordu… Güneş ışınları gözlerimi alması
gerekirken melek sanki güneşin önüne perde çekmişti. Bana;
-
Ey Oğul! Sıkıntı
çekilmeden feraha kavuşulmaz. Güneş gibi aydınlıklar içerisinde olacaksın.
Sabrına senin ondan daha sabırlı olduğu göster, çünkü sen Allah yolunu kendine
yol eyledin. Yolunda sabır ile devam et! Sevdiklerin seni bekler… Bekletme
onları! dedi ve bir yıldız gibi gözlerimden kayboldu…
Kaybolur kaybolmaz
kalp çarpıntısının ışık hızı atmasıyla bir heyecan içerisinde uyandım. Besmele
çekip bildiğim duaları okudum. “Hayırdır inşallah, galiba bugün bana bir haber gelecek…”
demeye kalmadan koğuşumuzdan üç gün önce rahatsızlanan ve tekrar zindana
gönderilen Kayseri’den arkadaşım Mustafa geldi yanıma.
-
Vuslat, kardeşim
sana bir haberim var. Galiba haber köyünüze kadar gitmiş. “Ben Vuslat’ın
anasıyım!” diyen bir kadın feryat içerisinde sarayın arkasındaki zindanlara
açılan yolda feryat figan ediyormuş.
Ah benim garip anam! Çilekeş anam! Yollara mı
düştün? O kadar yolu nasıl aştın? Neyle geldin? Nasıl geldin? Ah anam ah! Şimdi
ne yapacağız? Senin yanan yüreğini nasıl serinleteceğiz?
-
Vuslat Ustam,
telaşlanma… Bir çaresini bulacağız, sabreyle!
-
Nasıl sabır bu!
Sabır taşı oldum, çeliği odun ateşi ile eritmeye çalışıyorlar!
Bu yürek nasıl dayanır!
-
Haklısın Vuslat
Ustam ! Ama yine de sabır… Biliyorsun sadece dışarıya hasta olanları tedavi
için çıkartıyorlar… Aramızda da hastalananlar çoğalmaya başladı. Yan koğuştan bir
arkadaşımızın durumu ağırmış! Onunla anana haber salabilirsin!
-
Doğru söylersin
Mustafa kardeş. Bir heyecan ile telaşa kapıldım. Anam geldi deyince dünyalar
durdu. Onun benim şu anki halimi görmek istemiyorum. An anam ah!
-
Vuslat Ustam, biz
yanlış yapmadık, biz vatanımızı milletimizi satmadık; yolumuz Allah yoludur.
Onun için kalbimizi ferah tutalım!
-
Haklısın Mustafa
kardeş. Anamın işlemeli mendili var. Onu gönderirsem benim sağ ve iyi olduğumu
anlar, biraz rahatlar ve evine döner sanırım… İnşallah!
-
Tamam Vuslat Usta!
Sen bana o mendil ver. Ben yan koğuşa gizlice iletirim. Anana da haber
yollarız. İçini ferah tut!
-
Allah razı olsun
Mustafa kardeş.
-
Ne demek Vuslat
Ustam, biz burada hepimiz için buradayız. Bizi de ancak biz anlarız. Senin anan;
benim, bizim anamız, değil mi ey yiğitler!
-
Evet ya Vuslat
Usta, bizim yolumuz Allah yoludur, bu yolda canımız, kanımız feda olsun! dedi
tüm yiğitler…
Anamın geldiğini Ahi Babamız da duymuş. Ahi
Babamız söylemek istediği kelimeleri koğuştan koğuşa yayarak gönderiyordu. Beni
teselli edecek şu sözleri söylemiş:
-
Evlat; analar,
babalar sadece evlatlarının mürüvvetlerini görmek için ana baba olmazlar! Ana
baba olmak evlatların en zor gününde, en kara gününde yanlarında olmaktır. Evlatları
Fizan’da olsa bile yanında bulunmayı isterler. Onların haykırışlarına bir
sarılma edasında karşılık ver!
Biraz içim
rahatlamıştı. Anamın harabeye dönen kınalı elleri ile işlediği fakat zindan
karası olan mendilini gönderdim. Sağ olduğumu ve zindandan çıkar çıkmaz köye
geleceğimi ilettim. Mendilim, inşallah kendisine ulaşır. Yoksa benden haber
almadan o yollar, o kapılar ona mezar olur.
Zindana gireli bir
dolunay geçmiş ikincisi kendini göstermeye başlamıştı. Anamdan haber henüz
gelmedi. Onu düşünmekten kendimi toparlayamıyordum. Bu arada karşı koğuştan bir
arkadaşımızın şehadet haberi geldi. Hem açlık, sefalet hem de hastalıklar
bizleri ağırdan ağırdan kırmaya başlamıştı. Allah Celli Celâli şehadet
makamında kabul eylesin!
Hepimiz için acı ve
zor günler kendini göstermeye başlamıştı. Ahi Babamız sabretmemizi, Allah’a
olan inancımızı kaybetmememizi söylüyordu. Neyle
suçlandığımızı, bu kara zindanlarda ne kadar yatacağımızı da bilmiyoruz.
{|{
Bu sabah güneş ışıklarını sanki görür gibi uyandım.
Sabahımız hayrolsun. Gece rahatsızlanan bir arkadaşımız zindana geri getirildi.
Birkaç dakika sonra beklediğim haber nihayet geldi. Çok şükür Allah’ım… Anam
haber yollamış. Mendili almış ve benim sağ olduğumu anlayınca kervanla köye dönmüş.
Belki uzun bir zamandır aldığım en güzel haberdi. Çok rahatladım. Artık karanlık
zindanlar artık bana vız gelirdi.
Bir ara zindanların bulunduğu koridorda bir uğultu hâsıl
oldu. Bir sevinç uğultusuymuş! Sultan Hazretleri başta Ahi Babamız ve iki
yardımcısını makamında kabul etmiş. Bu, güneşin arkasında saklanan karanlığın
karartısının azalmaya başlayacağına dair bir işaretti.
{|{
Herkes pür dikkat nefes kesilmiş, gelecek haberi bekliyordu.
Acep Sultan Hazretleri sağduyuyu dinleyip suçsuz olduğumuzu kabul mü edecek
yoksa karanlığın arkasına saklanıp kendisi gibi bizleri de karanlığa mı gömecek?
Taş merdivenlerden korkunun sesi geliyordu… Karanlık güçler
öyle korku salmışlar ki merdivenler bile kararmış, adı gibi kara zindana
çevirmişler. Herhangi bir canlı bile nefes almakta zorlanıyordu. Nefesi
kesiliyor, ruhu kararıyordu. Karanlık koridorun merdivenlere çıkan ağzından
güneş gibi ışıl ışıl adımlar gelmeye başladı. Ayakların sesi bile gür, dik ve
azimliydi.
Bu milleti yıkacak
güç, değil Çin Seddi çekerek sözüm ona önümüze bent koymayı, kansızların
riyakâr yüzü ile bir damla Türk kanını akıtmaya teşebbüs etmeyi bırak beyinsiz
hücreleri ile akıllarında bile böyle bir düşünce oluşturamazlar ki Yüce Türk
Milletinin son ferdi sağ oldukça…
Bizleri ayakta dimdik durduran kanımızdaki Türk Kanı idi…
Biz Orta Asya’ya Âdem Babamızdan
türedik,
Zafer İslam’ın, bükülmez güç Türk’ün
gücü dedik,
Ata bindik, kımız içtik, helal lokma
yedik,
Türk’ün dostu Türk’tür, ben onu çok
iyi bilirim,
Aydın
ayakların aydın sesi:
-
Ey Yiğitler! Ey Allah yolunda olanlar! Allah
Celli Celâli bugüne kadar hep yanımızdaydı! Biz bu yolda yürüdüğümüz sürece
bundan sonra da hep yanımızda olacaktır! Allah yâr ve yardımcımız olsun…
…
Sultan
Hazretlerinden; bizler birer suç unsuru isek adil olarak yargılanmak isteğimizi,
eğer herhangi bir suç teşkil edecek bir şey yoksa da serbest bırakılmamızı
istedim. Maalesef hepimiz birer vatan haini olarak tanımlanmışız. Hiçbir kelime
bu ithamdan vazgeçiremedi. Uzun uğraşlar sonunda bizim yargılanmamıza razı
oldu. Bundan sonraki süreçte en kısa sürede yargılanacağız. Hastalıkların ve
ölümlerin baş gösterdiğini anlattım. En azından daha sağlıklı zindanlara
alınmamızı istedim. Tek bu isteğimizi kabul etti. Yiğitlerim! Güneşli güzel
günler bizi bekler! Allah yâr ve yardımcımız olsun… Hepinizi Allah’a emanet
ediyorum…
Yetmiş yaşını devirmiş, hayatını Türk Milletine adamış,
Anadolu’nun Türk Yurdu olmasında büyük rol almış Allah’ın en güzel kullarından
biri olan Ahi Babamızın bu sözleri bizleri derinden etkilemişti. Hep bir
ağızdan;
-
Yolumuz Allah yoludur! Pirimiz Ahi Evren Babamızdır!
Allah yâr ve yardımcımız olsun… diye karşılık verdik.
{|{
Bugün zindanda altıncı ayı
doldurduk. Yukarılardan henüz bir ses seda gelmedi. Anladığımız; ne kadar geç yargıya
çıkarsak çevreye o kadar zararsız oluruz. Hastalıklar iyiden iyiye sardı. Ahi
Babamız eline fırsat geçtikçe Sultan’a haber gönderiyordu. En azından koşulların
iyileştirme talebinin yerine getirilmesini istiyordu. Çünkü Allah korusun bulaşıcı bir hastalığın baş göstermesi
durumunda hepimiz tavuklar gibi kırılırız. Hepimiz bilinçli birer ustayız.
Belli mesleklerde ihtisasımızın olmasına rağmen sağlık ile ilgili konulara da
vakıfız. Bu şartlarda temizlik zordur ama elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.
{|{
Öğle ezanı sert geçen kışa inat
sıcak ve yumuşak geliyordu. Ezanın bitmesi ile kara merdivenlerden ayak tapırtıları
gelmeye başladı. İki manga kadar Saray askeri koridoru doldurmuştur. Başlarında
bulunan komutan;
-
Bugün Kadı Efendinin huzuruna çıkacaksınız. İlk
başta Ahi Evren ve yardımcılarıyla, Zaviye şeyhleri çıkacak. Herkes sırasını sükûnet
içerisinde beklesin. Eğer taşkınlık olursa Kadı Efendinin emri ile yargılama
kesilir ve sonsuza kadar burada kalırsınız!
Konuşmasını bitirince Ahi Babamız, Musa Ağabeyim ve diğer zaviye
şeyhlerini tek tek yukarıya çıkartmaya başladılar. Ahi Babamız çıkarken;
-
Evlatlarım, yiğitlerim dua edin! Allah’a,
adaletin yerini bulması için dua edin! Allah yâr ve yardımcımız olsun! Allah’a
emanet olun!
-
Âmin. Âmin. Âmin
Beklediğimiz an artık gelmişti. Yargılamadan umutlu değildik
ama yine de suçsuzluğumuzu, masumiyetimizi anlatmak zorundayız. Bu kadar vatan
evladı, ana kuzusu boş yere zindanlarda çürümemeliydi. Zindanlarda şehadet
makamına ulaşan kardeşlerimizin kanları böyle yerde kalmamalıydı. Tarih bizi
böyle yazmamalıydı…
{|{
Gecenin sonuna doğru yukarıya götürmeler kesildi. Fakat bu
arada gidenler de geri dönmüyordu. Karamsar olmak istemiyordum ama inşallah
haklarında hayırlı kararlar çıkmıştır. Yoksa bu düzen bizleri yok etme
düzenidir. Onu biliyoruz. Allah’ın sonsuz adaletine inanıyoruz. Allah’ın izni ile güneşli güzel günlere tüm
saflığımızla çıkacağımıza inanıyoruz.
Ayakta duvara yaslanırken içim geçmiş biraz. Yakın bir
zamanda rüyamda gördüğüm melek yine karşıma çıktı. “Ey oğul, dedi. Allah’a
inanıyorsan, Allah’ın sonsuz adaletine güveniyorsan içini ferah tut. O
zalimlerin karşısında doğrunun yanındadır.” dedi ve kaybolurken askerlerin
tıkırtıları gelmeye başladı; bu sefer bir mangadan bile azdı. Komutanın sesi
zindan duvarlarında çınladı.
-
Kadı Efendi, Ahi Evren ile arkadaşlarını yargılayıp
kararını vermiştir. Hepiniz Sultanlığa baş kaldırılma suçundan ömür boyu hapse
mahkûm oldunuz. Bundan böyle mahkûmiyetiniz Zindankale’de devam edecektir. Allah
günahlarınızı affetsin !