Kırmızı Cüce....son
Rambo’nun eli bir parça hamuru ağzına götürürken, talim alanına
gelen atlıyı gördüğünde dondu kaldı. Parıltılı kıyafetler içinde görünen zayıf,
ufak tefek adamı hemen tanıdı. “Namro!
Kardeşim!” Geleni ayağa kalkarak karşıladı.
Namro, “Selam!”
diyerek atından indi.
Kucaklaştılar. Bu, üç yıl aradan sonra ilk karşılaşmalarıydı. Üç
yıllık arayı hepsi durulmaz bir fırtına altında geçirmişlerdi. Herkes çok
değişmişti. Namro, Kızgın Çöl’e mal almaya gitmiş, patronu Tüccar Igor’un Çelik
Adamlar tarafından öldürüldüğünü haber aldıktan sonra gittiği ülkeden
dönmemişti. Patronunun işlerini dış ülkelerde o sürdürmüş, ticaret yaparak ülke
ülke gezip durmuştu. Kızıl Cüce’nin işgalinden beri ilk gelişiydi. Rambo da
babasının yerine Orman Adamlarının başına geçmiş, işgalci Dünyalılara karşı
gerilla savaşına başlamıştı. Küçük kardeşleri Şarlo ise Kırmızı Cüce işgalini
en kötü yaşayan olmuştu, o Çelik Adamların elinde esir olarak maden ocaklarında
çalışıyordu.
İki kardeş masanın iki yanına çöküp sohbete başladılar. Şarabından bir yudum
alan Rambo, “Söyle bakalım kardeşim, bu
sefer nereden geliyorsun?” diye sordu.
Namro bir an yüzünü buruşturup
ardından gülümseyerek, “Kızgın Çöl’den,”
dedi.
Yaşanılan acılı günlere lanetler okuyarak hayatın onlara ne kadar çok sorumluluk yüklediğini anlatıp
yakındılar.
Rambo, “ülkemiz Çelik
Adamların ülkesi oldu kardeşim,” dedi; “geri
alamıyoruz bir türlü. Yeraltında yaşıyorlar ve her şeye oradan Tanrı’nın
gücüyle hükmediyorlar. Onlarla savaşabilecek gücümüz yok…”
Namro, “onlar Çelik Adam filan değil kardeşim,”
diyerek neşeyle güldü. “Dünya isimli bir
gezegenden gelen senin benim gibi etten kemikten yaratılmış birer insan onlar
da…”
Oturduğu yerde sardığı tütünü içen Namro’yu dinleyen Rambo, onun
acılı günlere karşın hala eskisi gibi gülümseyerek her şeyi küçümsemeyi
sürdürdüğünü düşündü.
Namro, konuşmasını sürdürerek, “onları çelik adam sanmanıza sebep olan kılıkları,” dedi. “O kılıklara bürünmezlerse yaşayamıyorlar.
Dünya isimli gezegenle Tüvan’ın hava şartları çok farklı olduğu için, bizim
havamızda soluk alamayıp ölüyorlar; o
kılıklarının altında nefeslenebildikleri havayı üretip soluk alabiliyorlar. O
kılıkları olmasa ve tabii kullandıkları o toplu ölümlere sebep olan silahları
olmasa karşımıza çıkamadan girdikleri yer altında bir solucan gibi geberip
giderler.”
Çocukluklarından beri her konuda çılgınca hikayeler üretip
anlatan Namro’nun bu hikayesi Rambo’ya, şimdiye kadar dinlediklerinden çok daha
karmaşık gelmişti, ama yine de Çelik Adamları alt edebilmenin bir umudunu
algılamıştı anlatılanlardan.
Namro, masaya doğru
eğilip Rambo’nun gözlerinin içine baktı. “Onları
ülkemizden kovmanın zamanı geldi artık, kardeşim!”
Rambo, “nasıl?” diye
sordu.
Acıyla yüzünü buruşturan Namro, “hepsini kılıçtan geçirerek,” dedi.
“Onların sihirli
güçleri karşısında kılıçlarımız aciz kalıyor.”
Şarabından keyifle bir yudum alan Namro, “üç yıldır benim sadece ticaretle uğraştığımı mı sanıyorsun?” dedi.
“Hayır! En büyük uğraşım Dünyalıları
nasıl altedeceğimizi bulmaya çalışmaktı.”
Rambo, “bulabildin mi
bari?” diye sordu.
Namro gülümseyerek ayaklandı. “Kalk! Seninle gizli mağaramıza gidiyoruz…”
“Gizli mağaraya mı? At
sırtında bir saatlik yol orası…”
“Dünyalıları kovmak
istemiyor musun?”
“İstiyorum elbette,
ama…”
“Amayı bırak da, gel
benimle; onları nasıl kovabileceğimizi orada göstereceğim sana.”
Direnmedi Rambo, merakı sorumluluklarından baskın çıktı.
Atlarını getirtti. “Haydi madem, gidelim
de göster bana, ne göstereceksen!” diyerek atının üstüne çıktı. Namro da
bindikten sonra atlarını kırbaçlayıp koşturarak uzaklaştılar.
Mağaraya ulaştıklarında atlarını birer ağaca bağlayıp içeri
daldılar. Karanlık derinliğe doğru ilerlerken Namro duvardan aldığı bir meşaleyi
tutuşturarak ortalığı aydınlattı. Mağaranın bir bölmesine ulaştıklarında
Namro’nun el işaretiyle durdular.
“Tamam! Burada…”
Rambo merak ve heyecan içindeydi. “Ben bir şey göremiyorum. Bu boş yerde ne göstereceksin bana?”
Ona, “sabırlı ol,
göreceksin,” diyen Namro, mağaranın içlerine doğru seslendi. “Getirin!”
İri yarı dört adam
karanlığın içinden çıkıp kollarından ve bacaklarından tutup taşıdıkları iki
Çelik Adam’ı önlerine kadar getirirken, Rambo elini belindeki kılıcının üstüne
koydu. Korkuyla, “Bunlar da kim?”
diye inledi.
“O dördü benim adamım;
getirdikleri de tuzağa düşürüp esir aldığımız iki Dünyalı, yani abarta abarta
ilahlaştırdığınız iki çelik adam…”
“Aman Tanrı’m!
İmkansız bu! Nasıl başardınız bunu?”
“Dedim ya, tuzağa
düşürerek diye…”
“Tuzağa nasıl
düşürebildiniz?”
“Uzun bir hikaye, ama
en kısa yoldan anlatmaya çalışayım. Bu ikisinin arada sırada yaşadıkları
sığınaktan sessizce çıkıp bizim halk mezarlığına gittiklerini, orada bir mezara
torbalar içinde bir şeyler gömdüklerini tespit ettik. Biz de gidip bulduk
gömdükleri şeyleri. Sanırım kendi gezegenlerinde çok kıymetli olan bir madeni
efendilerinden çalıp saklıyorlardı. Dünyaya götürüp zengin olmak için…
Mezarlıkta birkaç kapan kurduk, bunların yeniden gelmesini beklemeye başladık.
Çok bekletmediler, geldiler, kapanlara sıkışıp yakalandılar. İşte, şimdi de
buradalar. Ellerinde silahları olmayınca o kadar güçsüzler ki, bizim en
güçsüzümüz bunların birkaçını birden evire çevire dövebilir.”
“Ama silahları çok
etkili…”
“Biz de silahlarını
kullanmaya fırsat bırakmadan alt edeceğiz bunları. Sana anlatmaya çalıştığım da
bu…”
“Nasıl?”
Namro gitti, iki dünyalıdan birinin başlığını çekip çıkarttı
başından. “İşte böyle!”
Rambo başlığın altından çıkan kafaya şaşkınlıkla baktı. “Vay canına! Bu da bizim gibi biriymiş!”
Başlıksız kalan Dünyalı nefes alamayarak çırpınmaya başladı.
Kendi dilince bir şeyler haykıra haykıra öldü.
Namro, kardeşinin şaşkınlığına kahkaha atarak karşılık verdi. “Bizden tek farkları, bizim soluduğumuz
havada onlar soluk alamıyorlar. Dolayısıyla onların soluklanabildiği havada da
biz soluk alamıyoruz,” dedi.
Adamlarına döndü. “Çıkartın şunların
üzerindeki kılıkları!” diye emretti.
Adamlar hızla emri uyguladı, öteki Dünyalı da nefessiz kalıp çırpınarak
ölürken adamlar üstlerindeki zırhları çıkartmışlardı bile.
Rambo, hala zırhların içinden çıkan iki bedene bakmakta, kendi
kendine şaşkınlıkla söylenmekteydi. “Çelik
Adam değillermiş… Bizim gibi etten, kemiktenmişler…”
Namro, bir süre abisinin şaşkınlığının geçmesi için bekledi. O arada
adamlarına getirttiği bir çuvalın içindeki dinamit lokumlarından birini alıp
gösterdi. “Bunları maden ocağındaki
adamlarım aracılığıyla ele geçirdim, maden ocaklarında kayaları parçalamak için
kullanıyorlar. Şurada gördüğün fitili tutuşturunca ‘gümp!’ patlıyor, içine
sokulduğu kayayı paramparça ediyor. Bunları alt etmenin tek yolu, yaşamalarını
sağlayan havayı üreten makinalarını bunlarla imha ederek onları havasız
bırakmaktır,” diyerek planlarını anlatmaya başladı. “Bunlar gece oldu mu, birkaç nöbetçi bırakarak uykuya çekiliyorlar. Bu kılıklardan
birini giyinerek, bu ikisinin çıktığı gizli kapıdan gece yarısında sığınağa
gireceğim ve bunlarla dev hava makinalarını parçalayacağım. Yalnız, yanımda
güvenebileceğim birine ihtiyacım var, çünkü bunları patlatacağım fitilleri tek başıma döşeyemem. Güvenebileceğim tek
insan da sensin kardeşim. Bu işte benimle var mısın?”
Rambo’nun kardeşine hayır demesi düşünülemezdi bile, “tabii ki varım, fakat ne yapacağımızı daha
detaylı anlatmalısın bana,” diyerek kardeşinin yardım talebini kabul etti.
Namro ona girecekleri
sığınağın haritasını çizerek hareket edecekleri güzergahı ayrıntılarıyla ve fitillerin
bağlanıp döşenmesinden dinamitlerin patlatılmasına kadar her şeyi tatbik ederek
anlattı; o arada birkaç dinamiti de kayaların içine sokuşturarak patlattı.
Rambo’nun hoşuna gitmişti bu iş, heyecanla sabotaj saatini beklemeye başladı.
Tam gece yarısında sırt çantalarına doldurabildikleri kadar
dinamit lokumu ve meşale doldurup zırhları giyindiler, boyunlarına astıkları fitil rulosunu taşıyarak
Dünyalıların inlerine girecekleri küçük arka kapıya ulaştılar. Küçük kapıyı
iterek yerinden oynatıp açtılar, sessizce içeri daldılar. Karanlık bir tünelde
ilerlemeye başladılar. İçerisi çok havasızdı, bir de zırhlarının oksijen
makinesi çalışmıyor olsa da küçük deliklerinden soluklanmak oldukça zor
oluyordu. Ağır rutubet kokusuyla sanki bir bataklıkta gibi hissediyorlardı.
Namro, “bir meşale yaksak
iyi olacak,” diye mırıldandı. Kendi sırt çantasından bir meşale ile onu
yakacağı kavı çıkarttı. Meşaleyi yaktıktan sonra önlerine çıkan iki tünelden
sağdakini işaret etti. “Şuradan
gideceğiz. Acele edelim.” Namro
önde, Rambo arkasında tünelden aşağı doğru yürümeye başladılar. Ortalıkta ne
nöbetçi görünüyordu, ne bir ses duyuluyordu. Ses çıkarmamak için ağır ağır
attıkları adımlarının sesinden başka çıt yoktu. Rambo, bunun için şanslarının
yaver gittiğini düşündü. Yeni bir tünele geldiklerinde Namro, “trafo bu tünelin
sonunda, birkaç nöbetçiyle karşılaşabiliriz, dikkatli olmamız gerekiyor,” diye
fısıldadı. Rambo onun söylediklerinin yarısını anlamadı, yine de “sen devam et,” diye işaret etti. Aynı
tempoda yürümeyi sürdürerek tünelden çıktılar. İşte, dev oksijen makinesinin
uğultulu sesi duıyuluyordu. Az daha ilerledikten sonra makinanın önüne
ulaştılar. Etrafta hâla kimselerin olmaması büyük şanstı gerçekten.
Namro, “evet, oksijen
makinesine ulaştık işte. Bundan sonrası işin en kolay yanı…”
Tam sırt çantalarını indirip dinamitleri çıkartırken, birden makine
dairesinin tüm ışıkları yandı, ortalık gündüz gibi aydınlanıverdi.
Ortalığı birden bire beliren Çelik Adamlar doldurdu. İçlerinden
biri öne çıkarak, bir elektronik dönüştürücünün tercüme ettiği metanik bir
sesle, “hoş geldiniz! Epeydir gelmenizi
bekliyordum,” dedi.
Rambo, “Çelik Adamlar!”
diye inleyerek, çaresizlik halinde kılıcına el attı. Gece gündüz hayalleriyle
yatıp kalktığı çelik adamları bu kadar yakınında görmek korkunçtu. Namro’nun önünde
kaygısızca dikilmeyi sürdürmesinin nedeninin, onun ünlü korkusuzluğundan
olduğunu düşündü. Panikleyerek, ona, “Namro, kardeşim, yanıma gel,” diye
seslendi.
Öne çıkan Çelik Adam, Namro’nun yanına gelip, onun omuzundan
tuttu, “Tebrikler Namro,” dedi. “Başardın!”
Rambo, kardeşine, “neler
oluyor burada? Namro!” diye haykırdı.
Çelik Adam, Namro’nun omuzundan onu kardeşinin yönünde
çevirerek, “seni Kırmızı Cüce’nin yeni
kralıyla tanıştırayım,” dedi. “Onun
krallığında Dünya ve Tüvan savaş değil, barışla yaşayacaklar. Kral Namro,
ürettiği madenleri bize satacak, karşılığında biz de ona teknoloji ve silah satacağız.
Kırmızı Cüce, Tüm Tüvan’ın kalkınmış tek ülkesi olarak Tüvan’ın tüm
topraklarına hükmedecek…”
Rambo, Namro’ya bağırarak, “ne
diyor bu kardeşim? Kendini bu
yaratıklara mı sattın sen?” diye seslendi.
Namro, “üzgünüm Rambo,”
dedi. “Ben savaşçı değilim, tüccarım.
Dünyalılarla da iyi bir ticaret
antlaşması yaptım. Ülkemizin senin güçlü kaslarınla idare edemezdik.”
Rambo sinirinden ağlamaya başlamıştı.
Çelik Adamların lideri, “Rambo’yu
oksijen odasına götürün!” diye emretti.
Diğer Çelik Adamlar onu hırpalayarak götürürken, Namro’nun
gözlerinden iki damla yaş çenesine doğru akıp gitti.
SON…
(
Kırmızı Cüce....son başlıklı yazı
AliKemal tarafından
12.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.