İnsan yatağa uzandığında, ortalama sekiz saat uyuyor. Geceden sabaha kadar o yatağın içinde ne yaptığının farkında olmuyor. Uyandığında yorgun olduğunu söylüyor, yatmasına ve herhangi bir iş yapmamasına rağmen. Kahvaltı başına gelse, “Şimdi hatırladım ya… Bir rüya gördüm, şöyle, şöyle yaptım. Neden böyle bir rüya gördüm, hikmeti nedir ki?” Der tartışır sevdikleriyle! Çay içtikçe muhabbet koyulaşır, türlü türlü yorumlar yapılır, belki ağlanır belki kahkahalar atılır.
Bu rüya görmekte neyin nesi ki… Çok az insan görür derler, görenler de neden görür ki? Bir arkadaşım rüyasında, tuvalette klozete oturduğunu gördüğünü, uyandığında ise gerçekte klozet yerine yatağına küçük abdestini yaptığını söylemişti. Hani klozette uyansa anlarım da, yatakta olup da böyle bir şeyi yapmak neyin nesidir? Kimisi rüyasında birine âşık olduğunu, evlenip, beraber karı koca paylaşımını gerçekmiş gibi yaşadığını anlatıyor. Bazısı, görmediği yerlerde gezdiğini gerçekmiş gibi yaşıyor. Kimisi, O insan için önem arz eden ilahi bir ölmüşü gördüğünü, ağlayarak ve inandırarak söylüyor, sanki bir roman yazar gibi…
Uyku esnasında, bedenden ruhun çıktığı anlatılır durur. Yatan kişinin bir nevi yarı ölü halinde bulunduğu varsayılır. Bu yüzden dini terimlerde uyuyup da uyanmamanın mümkün olduğu, böylece yatarken çeşitli duaların okunması gerekliliği tavsiye edilir. Eğer uykuda ruh bedenden çıkabiliyorsa, uyanıkken bunu neden yapamıyoruz diye merak ettim şimdiye kadar. Yakınlarda Tarikat gibi anlaması zor konularda bazı büyük âlimlerin mektubatlarını okumak nasip oldu. Bu hali, fenadan bekaya geçmek olarak yorumladıklarını gördüm. Yani dünyayı terk edip-bedenden çıkıp, beka-Allah’ın gizli ilimlerinin olduğu başka bir boyuta geçtiklerini yazıyorlardı ve buna yükselme diyorlardı. Hani, bunu yaşadığım bu boyutta anlamam mümkün değil ama imanım gereği olabileceğine hükmettim.
Kastamonu’da, bir seyahatimde, karanlık evliya dedikleri ve yaşadığı süreçte, yüzünü hiç açmadığı için karanlık dedikleri kişinin türbesini ziyaret etmiştim. Bu rahmetli kişi, yaşadığı zamanlarda, yüzünü görmek isteyenlere, “Yüzümü görmeye dayanamazsınız, ölürsünüz. Yüzümde Allah’ın isimlerinin tecellisinin görüntüsü var. Yaşamak istiyorsanız yüzümü merak etmeyin. Yüzümü görmeye dayanamazsınız!” dermiş. Demek ki öyle ilimler var ki, kişi bunu yaşadığında, başkalarının bunu anlaması mümkün olmuyor. Şimdi kendi kendime soruyorum, rüya nedir, ya da bu gizli ilimleri öğrenmek nedir, bu sorulara cevap aramalıyım mı? Yoksa sıradan bir insan tipinde, ilmihal bilgileri ile dinimi yaşamalı mıyım?…
Nihayet öleceğiz ve yeniden dirileceğimize, haşr edileceğimize, amel sorgusu olacağına safi niyetle iman ediyorum. Mademki öleceğim, mademki, bu ilimler yeniden dirilişin görüntüsü, neden ölmeden önce bunları tanımayayım ki… Fizik, matematik gibi ilimleri öğrenip, çeşitli icatlarla değişik kolaylıkları sağlayan günümüz teknolojisi ile yetinmek yerine, bu seviyeyi aşan Allah’ın rahmet ve bereketinin, ilimlerini keşfetmek gerekmez mi? Sakın bana gülmeyin ya da deli demeyin olur mu? Uyuduğumuzda, aklın ve kalbin kullanımı bizim elimizde olmuyor ve kontörlü kaybediyoruz. Bu kontrolü ve anlaşılmayan ilimleri keşfetmeye ihtiyacımız var. Allah öğrenmek isteyene ilmimi öğretirim diyor.
Yıllarca Süpermenleri anlatan ecnebi yazarlar ve senaristler; aslında bu ilmin Allah’ın bekasında gerçek olduğunu düşünemiyorlar, sadece hayal ediyorlar. Bana göre Müslüman olmanın gerçek yolunu ve izini, cahilliğimizin ve dinimizi bilmeyişimizin etkileri ile kısır döngülerde arıyoruz. Gerçekten İslam’ı öğrenebilsek, gerçekten Allah’a teslim olabilsek, bu ilimleri kavramak ve yaşamak çok kolay olacak. Sanırım sorun bizim tembelliğimizde.
Biz Rüya görmeye devam edelim. O rüyayı aklımızın anladığı boyutta yaşamamak için direnelim, ne diyelim son söz Allah kolaylık versin.
Saffet Kuramaz