‘’İdamın da komiği
mi olurmuş’’ Demeyin.
Evet idamın da
komiği var bizim
tarihimizde.
Bu komik
idamlardan birincisi Nef’i nin
idamıdır.
Nef’i bilindiği gibi
Erzurumludur ve Erzurumluların ifadesiyle
Kor Gala’lıdır. Yani
Hasankale, diğer adıyla
Pasinler…
Asıl adı
Ömer olan Nef’i ,
I. Ahmet zamanında
İstanbul’a gelmiş ve
oldukça eğitimli bir
insan olduğu için
çeşitli katiplik ve
devlet memurluklarında bulunmuştur.
II. Osman ve
IV Murat Döneminde de
çeşitli devlet hizmetlerinde
bulunan Nef’i bir taraftan da özellikle
hiciv türünde şiirler
yazmış ve bu
şiirleriyle padişah IV.
Murat’ın iltifatına mazhar
olmuştur. Ancak hicivleri oldukça
sert ve dili
oldukça sivri olduğundan zaman zaman
zindana atılmış, her
seferinde padişahın affı
ile zindandan çıksa
da dilini tutmayı,
kalemini susturmayı asla
düşünmemiştir. Öyle ki
onun hicivlerinden zamanının
müftüsü bile nasibini
almıştır.
‘’ Müftü efendi bize kâfir demiş
Tutalım ben O’na diyem müselman(müslüman)
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız orda yalan.’’
Yine bir başka hiciv örneğine bakacak olursak; kendisine köpek diyen biri
için söylediği hiciv örneği edebiyatımızın
en bilinen dörtlüklerindendir:
Tahir Efendi bana kelp demiş
İltifadı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp tahirdir. ( Tahir aynı
zamanda temiz anlamına geldiğinden Nef’i
bu şiirinde tevriye sanatını kullanarak
köpeğin hem Tahir hem
de temiz olduğunu
ifade etmiştir.)
Nef’inin Padişah dışında
neredeyse herkesi taşlaması
üzerine IV. Murat
ona şiir yazmayı
yasaklamıştır. Bu yasak
üzerine uzun süre
şiir yazmayan ( daha doğrusu yazdıklarını kimselere
duyurmayan ) Nef’iye
bir gün yine
padişah IV Murat
‘’ Yeni hicivler yok
mu?’’ Diye sorar.
Nef’i de ‘’ Olmaz
mı padişahım?’’ Diyerek Sadrazam
Bayram paşa aleyhinde
yazdığı şiiri okur:
Gürci hınzırı a samsun-ı muazzam a köpek
Kande sen kande nigehbani-i alem a köpek
Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun
Bir senin gibideni cehl-i mücessem a köpek
Ne gune kaldi meded devlet-i Al-i Osman
Hey yazuk hey ne musibet bu ne matem aköpek
Ne ihanetdür o sadra bu zamanda ki anun
Olmaya sahibi bir Asaf-ı kerem a köpek
Hidmet-i devlete sair vüzeradan göreler
Bir fürumaye koca ayuyı akdem a köpek
Bu mahlallerde ki Bagdadı ala şah-ı Acem
Arz-ı rumu ede teshir Abaza hem a köpek
Sattınız iki soysuz bir olup hanlığı
Kimseyietmedünüz bu işe mahrem a köpek
Paymal eylediniz saltanatın ırzını hem
Yok yere oldı telef ol kadar adem a köpek
Hiç hanlık satılır mı hey edebsiz hain
Tutalım olmamış ol fitne muazzam a köpek
Sen kadar düşmen-i devlet mi olur a hınzır
Ne turur saltanatun sahibi bilsem a köpek
Ehl-i dil düşmeni din yoksulu bir melunsun
Öldürürlerse eğer can-be-cehennem a köpek
Böyle kalur mu soysuzlar elinde devlet
Noldu ya gayret-i şahenşeh-i azam a köpek
Hak götürdü arabı gitti hele dünyadan
Kim götürse akabince seni bilmem a köpek
File nacar meger yükledeler tabutunu
Çekemez cife-i murdarunu adem a köpek
Filler de çekemezse ne acep laşeni kim
Var mı bir sencileyin div-i mülahhem a köpek
Sen soysuz eşek ol kirli orospu yaraşur
Bindürüp sırtına teşhir edersem a köpek.
Bu şiir
aslında padişahın hoşuna
gider. Lakin Siham-ı Kaza
adlı eserinde yer yer
alan bu şiir
okunurken sarayın çatısına
yıldırım düşer. Bunun üzerine
padişah:
‘’Be uğursuz adam! Al kitabını uzaklaş buradan ki kaza oklarından
( Siham-ı Kaza’dan ) emin olalım’’ Der
ve Nef’iyi huzurundan
kovar. Ancak bu
şiir sadrazam Bayram
Paşanın da kulağına
gider ve ne
de olsa padişahtan
sonraki ikinci adam
konumunda olduğundan sonunda
padişahtan Nef’inin idamına
dair fermanı alır.
. Hüküm verilmiş, mühür basılmıştır. Nef’i idam edilecektir. Darüssaade Ağası,
affı için aracılık yapıp sadrazama mektup yazıyor… Nef’î başında durmuş, zenci
ağayı seyrediyor… Az sonra bembeyaz kâğıda simsiyah mürekkep damlayınca, Nef’î
kendini tutamıyor ve zenci ağaya dönerek ölümüne sebep olan latifesini yapıyor:
-Efendim, teriniz damladı.
Ağa, öfkelenip mektubu yırtarken, Nef’i cellâdın yağlı kemendine teslim edilir. İdam edilirken bile cellâdına:
-Yürü bre
nabekar! Diyecek kadar cesurdur Nef’i.
‘’Darısı başına Sami
Hoca !’’ Diyen mi
oldu yoksa kulaklarım
mı çınladı?
Neyse herhalde kulaklarım
çınladı. Ben ikinci
komik idam olayına
geçeyim:
Efendim sizlere dün
( 14.11.2016 ) ‘’Deyyus-u
Ekber’’ lakaplı İbşir
Paşa’dan bahsetmiştim.
İbşir Paşa, Varvarî Ali
Paşayı öldürdükten sonra Halep
valiliğine atandı. Ancak
Halep Valisi iken
o da ayaklandı
ve adı Celali
isyancılarıyla birlikte anılmaya
başlandı. Fakat yine
de IV Mehmet
zamanında saray kadınlarının
be babüssaade ağalarının
etkileriyle sadrazamlığa
getirildi. Hatta I.
Ahmet’in kızı Ayşe
Sultan ile evlendirilerek sarayın
damadı bile oldu.
Ancak bu sadrazamlık
dönemi uzun sürmedi.
Girit savaşındaki başarısızlıkları, kapı kullarına ayarı
düşük altından para ( maaş)
vermesi gibi olumsuzlukları neticesinde kara Murat
Paşa’nın organize ettiği
bir yeniçeri isyanı
neticesinde ancak altı
ay sürdürebildiği sadrazamlıktan azledildiği
gibi Padişah IV Mehmet, öldürülmesini emretti. Ancak padişah
sadece İbşir Paşa’nın
değil Şeyhülislam Esat Efendizade
Ebu Sait Mehmet Efendi’nin idamına da karar
vermişti.
Araya giren devlet adamları,
şeyhülislâmın affedilmesine muvaffak oldularsa da İbşir Paşa’nın idamına mani
olamadılar. Sadrazam ve şeyhülislâm zindanda idamlarını beklerken bostancı
başı geldi ve şeyhülislâm,- affedildiği müjdesiyle- zindandan çıkarıldı. Bu arada sadrazamın
idamından önce, Mahmut Efendi isminde bir molla, dini telkin için zindana, sadrazamın
yanına gönderildi.Lâkin cellâtlara, şeyhülislâmın affedildiği bildirilmediği
için zindana gelen cellâtlar, karşılarında iki kişi görünce birini şeyhülislâm,
diğerini sadrazam zannederek, kızılcık şerbetlerini ikram edip boğmak üzere
üzerlerine atıldılar.
Evvelâ cellâtların kemendine teslim olan İpşir Paşa boğulduktan sonra sıra şeyhülislâm zannedilen Molla Mahmut Efendi’ye gelmişti. Lâkin Molla Mahmut Efendi bir türlü teslim olmuyor, bağırıp çağırıyordu. Cellatlar bu duruma şaşırdı:
‘’Sen bir din adamısın Efendi! Kadere rıza göster, metîn ol ki ölümün asan ola.’’ Dediler
Mahmut Efendi de:
‘’Ben telkine geldiydim. İdamıma mucip ne?’’
Dediyse de cellâtları inandıramadı. ‘Padişah fermanıdır’ deyip kemendi boynuna geçirdiler. Nihayet seslere koşan muhafızlar, hakikati cellâtlara anlatınca Mahmut Efendi son anda boğulmaktan kurtuldu. Hani biraz dişli çıkmasaydı, cellatlarla dişe diş bir mücadeleye girişmeseydi muhafızlar geldiğinde moku mokuna çoktan boğulmuş olacaktı. Nitekim muhafızlar gelip de durumu anlattıklarında dili ve gözleri dışarı fırlamış, rengi morarmaya başlamıştı bile. Yani ölümden kelimenin tam anlamıyla kıl payı kurtulmuştu.
Kan-ter içinde mücadele eden ve ölümlerden dönen Mahmut Efendi, İbşir Paşa için söylene söylene gitti:
-Fesuphanallah! Ne muzır adammış bu İbşir Paşa. Böyle herifin dirisinden de ölüsünden de uzak durmalı ki muzırratı dokunmaya…
Evet..Bu günlük de bu kadar.