3
ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE SAMİME’YE MEKTUP
Sevgili Samime.
Yine bir
3 Aralık ve yine
sen…
Hatırlar mısın 3
Aralık 2013 de yazmıştım sana
bu mektubu.
Neler yazdığımı da
hatırlıyor musun?
Nereden hatırlayacaksın ki? Tek
derdin ben miyim?
Yine de
içimden geldi sana bir
kez daha mektup
yazmak ama baktım
o geçen üç
senede hiç bir
değişiklik olmamış, aynı
mektubu bir kez
daha yazayım dedim.
Üç sene
önceki mektubumda demiştim
ki:
***************************************************
………
Ah be Samime Sanay. Senin yüzünden az mı kavga etmiştim eşimle. ’ Şu kadına
duyduğun sevginin onda birini bana karşı duymuyorsun ’ Derdi. hep. Anlatamadım
bir türlü senin hayallerim , onun ise gerçeğim olduğunu. Seni şarkılarda onu
ise gerçeklerde sevdiğimi.
O şimdi yok. Ben de oturmuşum bilgisayarımın başına, kaybettiğim şeytanın
yerine ilham perileri bekliyorum ki bir iki dize şiir ya da bir iki satır yazı
yazayım diye. Müziksiz de olmaz tabii ki. Ve sen söylüyorsun: ’Bir İlkbahar
sabahı güneşle uyandın mı hiç? Çılgın gibi koşarak dağlara uzandın mı hiç?’
Bir İlkbahar sabahı güneşle uyandım mı hiç?
Çok uyandım be Samime...Çok uyandım da çılgın gibi koşarak dağlara uzanamadım
hiç biliyor musun? Tabii ya...Nereden bileceksin ki benim koşamadığımı.
Neden mi? Neden olacak. Ayağım sakattır benim o yüzden. Bırak çılgın gibi
koşmayı, akıllı uslu bir şekilde yürüyerek bile dağlara çıkamadım hiç.
Hani isyan ediyorum sanma. Hiç olmazsa gördüm Ağrı Dağını, Erciyes’i, Uludağ’ı,
Hatta biliyor musun Afyon’daki Akdağ’a bile gittim arabayla. İzmit’in Çene
Dağından, Kartepe’sinden az mı buz gibi sular içtim. Raman Dağında petrol
kuyularını bile gördüm vallahi. Buna da çok şükür. Oraları hayatları boyunca -
gitseler bile- göremeyecek o kadar çok insan var ki bu dünyada.
Biliyor musun Samime? O dağlara çılgın gibi koşarak uzanamayacak, koşsa bile
göremeyecek, görse bile o dağlardaki bülbüllerin, atmacaların, kekliklerin, dağ
yamaçlarında meleşen kuzuların seslerini hiç duyamayacak insan sayısı o kadar
fazla ki şaşarsın.
Dahası da var.Hani bazı insanlar senin şarkılarından hiç olmazsa hayal
eder. Mesela ’Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam ’ dersin ya. Hah işte o
zaman gözleri görmeyen biri dalar hayallere ve hayallerinde kendince bir
manolya çizer, hayallerinin renkleriyle boyar onu. Hoş bilemem gözleri görmeyen
bir insanda renk mefhumu var mıdır ama olsun, neticede kendince bir şekil ve
renk verir manolyaya. Peki senin şarkını duysa bile hiç bir şey anlamayacak,
hiç bir hayale dalamayacak olanlar var onları da biliyor muydun?
Mesela benim bir oğlum var böyle. Tam yirmi iki yaşında şu anda. ( Bu sene
itibariyle yirmi beş
yaşında ) Bu güne kadar bir çiçeği eline alıp da kokladığına şahit olmadım.
Bir kaç defa verdim eline, ya kaldırıp attı ya da yapraklarını ağzına atıp
çiğnedi, tadı hoşuna gitmeyince de öğürdü durdu. İşte bu oğlum ne dağlara
çıkabilir, ne manolya koklayabilir. Hayal kurup kuramayacağını bile bilmiyorum.
Bir soru soracağım sana ama miden kalkmasın. Kakasını yüzüne, gözüne bulaştıran
biri sence hayal kurabilir mi? Ne dersin? Ya da şarkılardan fal tutabilir mi?
Hani diyorsun ya ’ Ben sana mecburum ’ Ah be Samime...Bu memlekette o kadar çok
ki bir başkasına mecbur olan... Yahu ben bile, çok yüksek bir merdiven
basamağını çıkmak için birilerine mecburum. Birileri ellerimden tutmasa
inemiyorum da çıkamıyorum da.
Geçenlerde bir delikanlı ile tanıştım. Hani derler ya tam manasıyla bir aslan
parçası... Ama şimdiki haliyle aslanlığını muhafaza etse de iki parçasını
Cudi dağında bırakmış.Çünkü teröre iki kolunu birden
vermiş… Bir kıza deliler gibi aşıkmış kollarını kaybetmeden önce… Kız ona, o
kıza hep ’ Ben sana mecburum ’ Derlermiş. Delikanlının iki kolu birden kopup da
artık kızı saramaz olunca kızdaki mecburiyet kalkmış. Buna ne dersin?
Şimdi sen söyle sevdiği kız da dahil daha nice kızların hayatı ve namusu için
kollarını kaybeden o aslan parçası mı özürlüdür ki hep ona özürlü diyorlar?
Özürlü ha? Kimden özür dileyecek peki? Özrü ne yahut da?
Yaklaşık bir sene kadar öce... Tekerlekli sandalyesinde kağıt mendil ve su
satan bir genç gördüm bir gün. Acıdım zavallıya. Öyle ya ben de sakatım ama
sırtımı dayamışım devlete, her ay çatır çatır alıyorum maaşımı. Yani onun gibi
bir ekmek parası için -ölümü göze alıp- dalmamışım kalabalık trafiğin içine.
Acıyorum zavallıya(!)...Neyse...Çıkarıp bir lira verdim. Sordu bana ’ Abi su
mu, kağıt mendil mi hangisinden vereyim?’ Cevap verdim: ’ Kalsın ’ Paramı geri
uzattı. ’ Abi sen de böyle yaparsan ben başkalarına ne diyeyim ki? Sen bile bir
sakat olduğun halde beni dilenci yerine koyarsan ben derdimi kime anlatacağım’
O kadar utandım, o kadar mahcup oldum ki, hani o anda yer yarılsa da içine
girsem çok daha iyi olurdu.
Ben utandım da Samime ona son model arabalarıyla korna, klakson çalıp trafiği
engellediği için ana avrat küfredenler, sonra da hızla üzerine araba sürüp ezip
geçenler, ’ Şurada bir vatandaş, hem de sakat bir vatandaş can çekişiyor’
Demeyip arabalarıyla basıp gidenler hiç mi hiç utanmadı Samime...Hiç mi hiç
utanmadılar... O sakat delikanlı özürlü olarak öldü gitti. Özürsüzler de o
akşam hiçbir özürleri olmaksızın (!) oturdular sofralarına, hiç bir özürleri
olmaksızın (!) girdiler yataklarına ve derin bir uykuya daldılar hiç bir
özürleri olmaksızın.
Ah Samime..Hep diyorsun ya ’ Bir sevgi istiyorum.’ Evet ben de bir sevgi
istiyorum. Halimi anlayacak, derdime katlanacak, benimle ağlayacak, bir sevgi
istiyorum. Vallahi başka bir şey istemiyorum.Çünkü biliyorum ki sevgi ile
aşılacaktır engellilerin önündeki tüm engeller.
Eğer sevgi olursa, mesela sağlam insanlar, bizim için yapılmış asansörlerin
önünde kuyruk olurken bizler ’ Bir yardımcı olur musunuz? ’ Diye tekerlekli
sandalyelerimiz içinde bizi merdivenlerden indirmesi için insanlara
yalvarmayacağız.
Eğer sevgi olursa belediye otobüslerinde yaşlı, hamile ve sakatlar için
ayrılmış koltuklara gencecik kızlar, erkekler oturmayacak. Oturmuşlarsa da
kalkıp yer verecekler. Ama nerdeeee..Bırak yer vermeyi poşetlerini çantalarını
bile kucaklarına almıyor da o koltuklara koyuyorlar. Bu arada o kadar
şaşırıyorum ki. Haydi kızları anladım da memlekette ne kadar da çok hamile
erkek varmış. Belediye otobüsüne bin de gör bir gün istersen.
Eğer sevgi olursa eminim hiç kimse gözleri görmeyenler için tahsis edilmiş sarı
bantların üzerine araba park etmeyecektir.
O yüzden evet ben de bir sevgi istiyorum. Öyle bir sevgi ki güneşi doğdursun ve
dünyamı doldursun...Öyle bir sevgi olursa kalkar bu engeller ancak.
Peki yok mu öyle bir sevgi? Hiç mi kalmadı?
Var Samime var...Var da o kadar az ki? Antalya’lı Gülsüm Kabadayı var mesela.
Üç tane aslan gibi oğlu olmasına karşın bir hastane bahçesinde bırakılan ve
uyruğunu dahi bilmediği tamamen felçli bir çocuğa senelerdir annelik
yapan...Var da dediğim gibi sayıları çok az. Bu güneşi doğduracak, dünyayı
dolduracak sevgiyi arttırmak lazım ama nasıl bilmiyorum.
Velhasılı kelam ’ Söyleyemem derdimi kimseye’ Diyorsun ya. Ben de
söyleyemiyorum derdimi kimseye çünkü ne ağlasam sesimi duyan var ne de
mısralarıma dokunan gözyaşlarıyla.
Yazdım işte bir şeyler kusura bakma. ’Kederden mi neden bilmem’
Aslında ‘’Rüzgar kırdı
dalımı, ellerin günahı
ne’’ ama yine
de ‘’ Bu gece
efkarlıyım, ağla gitar
çal gitar.’’
Bâki selamlarımla.
Pazara kadar değil,
mezara kadar hayranın
Sami Biberoğulları.