Bir surede saklıyım.
Bir suretim dahi yok.
Suskunum ve ant içtim
sonsuza kadar da susacağım.
Gönülsüz bir terennüm
damlıyor kalemden: Boca ettiğim gözyaşıma banıyorum önce kalemi sonra da
yüreğimi.
Bedelleri varmış
sözcüklerin ve bilemedim basiretimin kundaklanma ihtimalini. Sus pusum yine
dünden beri: Dünde kalan ırgat bir tahakküm ve mayışan benliklerin süt-liman
tescili.
Dokunsan kalan yarım da
yıkılacak hele ki yarınların nazarında kılıksız bir çetele tutuyorum: Kırık bir
milat hoş beş ettiğim fazlasıyla da sükûnu arzu ettiğim bir terennüm.
Kıyısından köşesinden nasipleniyorum hayatı: Artık ne kaldıysa benden geri.
Sarmalında olduğum ise
zincirleme bir değiş-tokuş. Önce gidenleri atıyorum yürekten sonra da
ayıklıyorum kılçığını yenen benliğimden artık geride ne kaldıysa.
Bir kadına rast
geliyorum sabahın karanlığında yoksa karanlık addedilen yine o kadından
mütevellit bir kandırmaca mı? İsmimi ısmarlayan bir sitemle nazire ediyor önce
adıma sonra konumuma sonrasızlığın izleğinde tek bir kadın ve derken o da
eriyor gecenin buzulu vazifesi görmüşlüğünü hibe ederken iç sesime. İyi de
sabah bellemiştim: Nasıl oldu da tutuştu gecenin yangını oysaki buzul
bellediğim sadece ona dair bir benlikti ve belleğim zorlanıyor anbean.
Adamlar birikiyor
düşümde: Düşün düşün, nereye kadar?
Adamlar ama somut bir
eksen yine d/evrildikleri. Adamlar babam gibi bellediğim ve adamlar kardeşimi
gölgeleyen korkuluklara yaslanmışken sırtımda delikler açan.
Kanıyorum hem de nasıl
lakin ellerimde ne bir iz ne bir leke.
K/anıyorum hem de deli
gibi k/anıyorum…
Adı olmayan kadınlara
da kanıyorum ve yoruldukça da yorduyorum.
Emsalsiz düşlerim vardı
oysa öncesinde hem de mutluluğun kanatlandığı sefil düşler. Düşlerimi de
çaldılar ya: Helal olsun, demenin haricinde düşünüyorum yeni kuramlar keşfetmek
için ve kuruyorum ardı ardına. Kurmalı bebek gibiyim:
‘’Gel.’’ Diyorlar da
gelemiyorum ama gidiyorum da ters istikamete.
Sonra da:’’Git’’
diyorlar.
‘’Git, seni istemiyoruz
burada.’’
Kesilen ahkâmlar mı tüm
derdim? Ya söylenmeyenler benim bildiğim ya da bilmediğim ne varsa pay ettikleri.
Hepi topu cüzi bedenimin israfı mı ifratı mı yoksa iflası mı?
Kadınlarla yolları
kesişen nice adam. Ama hiç birinin yok tek bir adı aslında yürekleri de yok
oysa birbirlerine âşıklar.
İstifledikçe yalanları
tökezlenen benliklerine rötuş yapmak istiyor Tanrı lakin iblis yapmış çoktan
yapacağını. Demek ki zincirleme kuyruk daha şimdiden cehennem kapısında.
Onlar yanıyor ben
üşüyorum.
Ben yanıyorum bu sefer
üzerime sıçrayan çamurla yıkanan mahremimi de belgeliyorum ve demleniyorum
densiz bir tümceye yakalanmışken… Sahi müspette kâğıdı gibi okuyorlar yüreğimi
sonra da parçalara ayırıyorlar.
Adsızım artık ve
sonrasızım zaten öncem de kayıp iken sahip olduğum sadece an denen çizelge ama
ona da itibar etmiyorum ve inkâr da etmiyorum sadece bir saniyede kaybolma
ihtimalimi.
Sözsüzüm bu gün artık
hep sözsüzüm.
Cümlelerim de yorgun.
Kırık masamda kırık bir
kalemle kılı kırk yarıyorum. Rabbim, diyorum:
‘’Gör beni.’’
Ses etmediği ne malum,
diyen bir münafığa rast geliyorum.
‘’Sus’’ diyorum ve
‘’Beni de karıştırma günahlarına.’’
Gülüyor sinsice ve
karışıyor karanlığa. Karanlık mademki karanlıkla makbul bu sefer beyaza
boyuyorum bedenimi ve belleğimi lakin unutamıyorum hem de sonsuzluğun
minvalinde hükmeden iç sesimi dürtüyorum:
‘’Kapa çeneni.’’
Belki de öldürmeliyim
öncelikle belleğimi sonra da yüreğimi iyi de geride kalanla mı yetineceğim hele
ki yüreğimi de çaldırırsam onlara benzemeyecek miyim?
İnsanlar gelip geçiyor.
Sıradanlıkları sıra dışı nizamın bir tezahürü ve hatıralarıma ket vurma
istemiyle yalvarıyorum Rabbime.
‘’Al beni de.’’
Alı al moru mor bir
fihrist ta ne zamandan kalma. Aradığım isimlerin yanına not düşüyorum:
‘’Bu ikisini dün
yitirdim. Şu beşini de fi tarihinde. A, evet, dün de bu ikisini yolcu ettim
hatıralarımla.’’
Kurumadı gitti göz pınarım belli ki tek lehçe adımsızlığımın bir sonraki
taarruzu ve sıradanlığın da ikbali yine sıra dışı bir imgeye rast gelme
ihtimalim.
Söz konusu mu sözcük
kıyımı mı? Asla bilakis kıyama durduğum boş sayfanın yanıp sönen neon ışığı
sadece bana göz kırpan belli Yaradan’ın tecellisi her daim teselli bulduğum
hele ki yürek pazarı bir coğrafyada saf tuttuğum nasıl anlaşılacaktı?
Mührü zamana uğrayan
ise sadece anılarım ve anmadığım külfeti yine benlik kadar da yoksun bir sicil
hele ki ötesizliğin ötelenmişliğini de ihmal etmediğim bir ayrıntı kadar da
göze batan o farkındalığı bir kez yakalamışken.
Muhterem bir beyan yine
evrenin tescil ettiği ama sadece şahsımın duyumsadığı belli ki hayli nüfuzluyum
ta şecerem dayanırken ezeli ve ebedi Varlığın hikmetinde var olma telaşım ile
tek güvencem iken yine sadece O’nun indinde.