6.
Yüzyıl Pers hükümdarlarından biri (
Herhalde cömertliği ve
adaleti ile Hz.
Peygamberin bile övgüsüne
mazhar olmuş olan
Nuşirevan olsa gerek )
bir ustadan ( Ki
onun adının da
Sissa İbi Dahi
olduğu söylenir.) bir
satranç takımı yapmasını
ister. Sissa İbni Dahi gerçekten
de dahi bir
insandır. Bu satranç
takımını yapar ve
hükümdara sunar. Hükümdar
çok beğenir ve
‘’ Dile benden
ne dilersen ‘’ der.
O da ‘’
Fazla bir şey
dilemiyorum. Sizden şu
satranç tahtasının ilk karesine
bir buğday, sonraki
karelere de bir
öncekinin iki katı
buğday koymanızı ve
bana vermenizi istiyorum’’
der.
Hükümdar karşısındaki bu
ustanın alçak gönüllülüğü(!) karşısında
şaşırır ve vezirine
‘’ İsteğini yerine
getirin’’ der.
Başlarlar Sissa İbni
Dahi’ye buğdayları vermeye.
Hatta dalgalarını
geçmektedirler bu usta
ile. Çünkü onuncu
karede verdikleri buğday
512 adettir ki bu
bir avuç
bile değildir.
15. Karede 16.394
adet buğday tanesi vermeleri
gerekiyor. Tarım uzmanları 1000 buğday
tanesinin 30 gr
geldiğini tespit ettiklerine
göre demek ki
15. Karede Sisa
İbni Dahi’ye verilecek
buğdayın miktarı 16294 :1000= 16,294 ----- 16,294
x 30= 488.82
gram. Yani yaklaşık
yarım kilo
16. Karede yuvarlak olarak bir
kilo oluyor buğday.
25. Karede verilecek
buğday 512 Kiloya
çıktığında vezir hâla
işin vahametinin farkında
değil…
30. Karede Sissa İbni
Dahi’ye verilecek buğday miktarı 16.384
Kilo Yani 16
tonu geçmiş vaziyette…
40. Karede miktar
16.777.216 kiloya çıkıyor.
Yani küsüratı atacak
olursak 16.777 ton
buğday oluyor.
Daha önce de
küsüratı atmıştık ama
önemli değil…Devam edelim.
Ama bu sefer
ton olarak tabii
ki…
50. Kareye gelindiğinde
verilmesi gereken buğday
17.179.648 Ton..Yazıyla: on yedi
milyon yüz yetmiş dokuz
bin altı yüz kırk
sekiz ton.
Haydi bir yuvarlama
yapıp küsuratı yine
atalım ve 50.
Karede 17 milyon
ton diyelim.
64. Kareye geldiğimizde en
yuvarlanmış haliyle Sisa İbni
Dahiye verilecek buğdayın miktarı:
168.528.000.000 Ton. ( Yüz
altmış sekiz milyar beş
yüz yirmi sekiz milyon
ton )
Bu miktarı da
hesaplamışlar: Bu günkü
ölçülerle dünyamızın 1500
yıllık buğday üretiminin
Sisa İbni Dahi’ye
verilmesi gerekiyormuş.
Dünyanın en adil
hükümdarlarından biri olan
Nuşirevan ( Tabii
ki hikayeye göre
tahminen Nuşirevan diyorum.)
bu kadar buğdayı
veremeyeceğine göre ama
verdiği sözü de
mutlaka yerine getiren
bir hükümdar olduğuna
göre bu sorunu
nasıl halletti hiç
bilemiyorum.
Ancak..Bu matematik hesabı
bizlere ‘’Damlaya damlaya
göl olur’’ Atasözünün
ne kadar doğru
ve haklı bir
söz olduğunu kanıtlamıştır.
****************
Efendim, geçen günkü yazımda
Cübbeli Ahmet Hoca’ya bir
iki taş savurduysam
da hemen bir
noktanın altını çizeyim
bizim hoca açıklamamış
ama İslamın en
büyük düşmanlarından biri
olan Ebu Cehil
müthiş bir satranç
ustasıymış. Hatta satranç tahtasına
hiç bakmadan sadece
rakibinin hangi taşı
hangi kareye sürdüğünü
söylemesiyle bir başkasına
‘’ benim filanca taşımı
filanca kareye sür’’
Diyerek satranç oynayıp
rakiplerini yenermiş. Yani çok
akıllı bir insanmış
ama nefsi aklının önünde giden
bir insanmış. Neticede
Ebu Cehilin çok
oynadığı bu oyunun Müslümanlar
tarafından oynanmasını sakıncalı
görülmüş olabilir diye
bir şeyler de söylenebilir
ama tabii ki
geçersiz. Ne yani
Ebu Cehil yemek yerdi
diye biz yemeyecek
miyiz?
******************
Evet..Şimdi de gelelim Napolyon
Bonapart’a , Benjamin Frankin’e
ve daha nicesine şah- mat çeken Türk’e
Ancak ona geçmeden
önce bir hususun
da altını çizelim.
Satrancın Avrupa’ya yayılması
ve özellikle aristokratlar
arasında oynanan bir
oyun haline gelmesi Türkler ve
diğer Müslümanlar ile
yakın doğu ve
hatta uzak doğulular
sayesinde olmuştur ve
işin ilginç tarafı
Avrupa’da kilise tarafından hiç hoş
karşılanmamış, zaman zaman
yasaklar getirilmiştir bu
oyuna.
Bir diğer konu
mesela Rusya’da bu
oyun hâla ‘’Şah-mat’’
adıyla anılırmış. Öte
taraftan Avrupa’da da son
hamleye ‘’Check- mate’’ deniliyormuş.
Bizim ‘’Vezir’’ Amerika’da
‘’Queen’’ imiş yani kraliçe… Bir
başka ilginç olan
nokta ise bir
yerde ‘’Krala ölüm’’
anlamına gelen ‘’Şah-
Mat’’ın krallar tarafından
bu kadar benimsenmesidir.
**********************
1769 yılında Avusturya
İmparatoriteçesi Maria Tereza’nın
hizmetinde çalışan bir
bilim adamı olan Wolfrang von
Kempelen, bildiğimiz kadarıyla
tarihin ilk satranç
oynayan makinesini icat
etmek için kolları
sıvar. Buna ‘’Satranç
Otomatı’’ diyoruz.
İmparatoriçe adına hazırlanan
bu makinenin yapımı
altı ayda tamamlanmış
ve 1770 yılında
ilk gösterisini de
yine İmparatoriçe Maria
Tereza’nın huzurunda yapmıştı.
Maria Theresa için yapılan otomat,
tekerlekli bir platform üzerine satranç tahtasının çizilmesinden mütevellit,
başına pelerinli, sarıklı ve bıyıklı bir Türk figürü oturtulmuş halde
bulunmaktaydı. Uzunluğu 120 cm, genişliği 105 cm, ve yüksekliği 60 cm olan bu
makine, akça ağaçtan yapılmıştı. Makinenin önündeki kapak açılarak İçi
incelendiğinde, bir çok makara ve kaldıraç ile de karşılaşılmaktaydı.
Çalışma
prensibi, kurmalı aletlerde olduğu gibiydi. Kurulduktan sonra karşısına oturan
gönüllü ile oynayan Türk, arada kafasını hareket ettiriyor, gözleri ile de
satranç tahtasını tarıyordu. Sadece oyunu oynayabilsin diye yapılmadığı ise,
rakiplerini zaman zaman yenebilecek kadar iyi hamleler yapmasından
anlaşılıyordu.
Evet..1770 Yılında artık
dünya’da Kanuni’den sonra
bir başka müthiş
Türk’ten daha bahsedilmeye
başlandı çünkü her
nedense bu müthiş
icada Türk adı
verilmişti.
Türk, oldukça ustalıklı hamleler
yapıyor, önüne geleni
deviriyordu satranç oyununda.
Haliyle sahibi Kempelen’e
de bir hayli
para kazandırıyordu.
Aynı zamanda kendine
sorulan sorulara da önündeki
harf kombinezonundaki harflere
dokunarak cevap veren
Türk’ün ünü kısa
zamanda Avrupa’yı sardığı
gibi ABD ye
de ulaşmıştı.
ABD de
bir hayli gösteriye
çıktı Türk. Hatta
Benjamin Franklin ile
satranç oynayıp onu yendi.
1804 Yılında Wolfrang
von Kempelen öldü. Haliyle Türk
de elden ele dolaştı
ve sonunda metronomun mucidi Johan
Nepomuk Maelzel’e ulaştı
ve tabii ki
gösteriler tüm hızıyla devam
etti.
Türk, 1809 da Napolyon
Bonapart ile karşılaştı.
Napolyon, karşısında oldukça
ciddi bir rakip
olduğunu görünce iki
kez hile yaptı
ve Türk’ün taşının
yerini değiştirdi ise
de Türk, ilk
iki seferde taşını
asıl olduğu yere
koyduktan sonra üçüncü
hilede tüm taşları devirerek
oyuna son verdi.
Napolyon, Türk’ün bu
hareketine çok güldü
ve ikinci kez
ciddi bir maç
yaptılar ama ikinci
maçta yenildi Türk’e.
Bu garip
makine hakkında bir
sürü tez ileri
sürüldü. Makinenin içine
bir cüce yerleştiğinden tutun
da Türk figürü
olan kuklanın içine
bir çocuk yerleştirildiğine
kadar..Hatta ünlü yazar
Edgar Allen Poe
bile ‘’ Türk’’
e kafayı taktı
ve hakkında makaleler
yazdı.
Bir makinenin böylesine
satranç oynayabilmesi pek
de aklına yatmıyordu
kimsenin. O sebeple
mucit Kempelen veya
daha sonraki sahip
Maelzel için ‘’ Üçkağıtçı,
sahtekar, şarlatan’’ Diyenler
bir hayli fazla
olmakla birlikte Türk’ün
sırrını net olarak
ortaya koyabilen ya
da ispatlayan da
olamadı.
Türk, Fransa dışında İngiltere
hatta Rusya’da da
gösterilere çıktı. Ancak
bence en önemli
gösteri maçını 1820'de bilgisayarın babası sayılan Charles Babbage ile yaptı.
Avrupa’daki gösterilerden sonra
Maelzel ABD ye
gitti ve gösterilerine
burada devam etti ama bir
hayli borçlanmıştı ve
artık öyle çok
da ilgi çekemiyordu.
Yeni bir ülkede
popüler olabileceği düşüncesiyle
Küba’ya gitti ancak
burada da yakın
arkadaşı( asistanı) William
Schlumberger öldü.
William
Schlumberger’in ölümünden sonra
Maelzel tam manasıyla
iflas edince herkes
alet içindeki kişinin
William Schlumberger olduğunu
düşündü.
İşin doğrusu Türk,
Kempelen’in elindeyken de
makinenin değil ama
kuklanın içinde belden
aşağısı olmayan Worousky adlı
bir harp malülü
satranç ustasının olduğu
yönünde rivayetler vardı.
1838 yılında Maelzel,
Avrupa’ya dönmek için
Bir ABD gemisine
bindi ama gemideki
odada ölü olarak
bulundu ve cesedi
de rivayete göre
denize atıldı.
Türk, bundan sonra
bir kez daha
el değiştirdi ve
bir cerrah olan
John. Mitchel’in eline
geçti.
John Mitchel iyi
bir şovmen olmadığı
için Türk sayesinde
umduğu parayı kazanamadı.
Bunun üzerine Türk
adlı bu satranç
otomatını Filedelfiya’daki bir
müzeye bağışladı fakat ne
yazık ki 1855
yılındaki büyük Filedelfiya
yangınında bu müze
de Türk de
yandı.
Türk’ün 1855 de Filedelfiya yangınında
yanarak yok olmasından
yaklaşık 150 sene sonra Dünyanın önde gelen sihirbazları
için teknik donanımlar hazırlayan Amerikalı John Gaughan sekiz yüz eski belge
ve eserden yararlanıp, aslına uygun bir şekilde Satranç ustası Türk’e yeniden
hayat verdi.
Satranççı Türk şimdi ikinci hayatını yaşıyor.
Nerede mi?
O şimdi Budapeşte'deki
Kahramanlar Meydanı'nın hemen yanındaki büyük müzenin dönemsel sergi salonunun
en önemli konuğu. ( 2. Nisan
2007 Yılı itibariyle...Şu anda
hâla orada mı
bilmiyorum ama sanırım
oradadır.)
Peki tam
olarak Türk adlı
bu otomatın neye
benzediğini ve nasıl çalıştığını
merak ediyor musunuz?
O zaman aşağıda
vereceğim linki google’a
yazıp tıklamanız, 25
dakikalık bu gösterinin
özellikle 9.35. dakikasından
sonrasını dikkatle izlemenizi
kesinlikle tavsiye ederim.
Şimdiden iyi seyirler.
Pardon…Özür dilemeliyim başlıktan
dolayı sanırım. Ama
ben ‘’Türk’’ Derken Türk Milletini
değil işte bu
otomat olarak icat edilen
ve adı ‘’Türk’’
konan makineyi kastetmiştim…
https://vimeo.com/73562137