Kocam Da Kocam
.
Aylin elinde
poşetlerle birlikte marketten çıktı. Henüz birkaç adım atmıştı ki, komşusu
Ferhunde ile göz göze geldi. Selamlaştılar. Ferhunde’nin yanında beş yaşlarındaki
oğlu Kerem de vardı. Anası oğlunu kız çocuklarından âlâ süslemiş, saçlarına
tepeden iri bir bukleyle şekil vermişti. Kendisi de pek şıktı. İki dirhem bir
çekirdekti.
“Ne çok şey
almışsın böyle! Bir başınasın ayol! Hepsini kendin mi yiyeceksin; misafir falan
mı gelecek yoksa? Hı?”
Kadının
sözlerinin altındaki iğnelemeyi fark etmişti Aylin. İki yıl önce kocasından
ayrılmış ve ailesine ait olan evi; kiracıyı çıkartarak kendisine yuva yapmıştı.
Kendi yağıyla kavruluyordu lakin Ferhunde gibi meraklı komşularının takipçi
bakışları daima üzerindeydi. Eve giren çıkan var mı; ne giydi, nereye gitti;
her şeyini araştırır, dedikodularına malzeme ederlerdi. Sinirlerine hâkim
olmaya çalışarak cevap verdi.
“Hepsi gıda
değil canım. Temizlik malzemeleri, ıvır zıvır şeyler de var. Siz nereye böyle?”
Ferhunde gece karası
saçlarını elinin tersiyle geriye doğru atarak, gerdanını şişirip sırıttı.
“Kocamın yanına gidiyoruz, işyerine. Oradan da sahile, gezmeye götürecek bizi.
Malum, yaz geçiyor. Biraz daha tadını çıkaralım istiyoruz bu günlerin.”
“Tabii.
Eğlenmenize bakın. Sizi tutmayayım o hâlde. Elimdekiler de gitgide ağırlaşıyor
zaten.”
“Sen de gez,
toz biraz. İşten eve, evden işe… Yaşarken ölmüşsün şekerim!”
İşte, yine laf
sokmuştu Ferhunde! Genç kadın duymazlıktan geldi. Cevap vermeye kalksa arkası
gelecekti çünkü. Vedalaşıp yollarına gittiler. O ana kadar sadece
yorgunluğundan bizardı Aylin. Kendini beğenmiş, kibirli komşusunun nispet
yaparcasına konuşmasından sonra, mutsuz da hissediyordu kendini şimdi. Ferhunde
görgüsüzlük derecesinde patavatsızca konuşurdu zaten hep. Eşinden bahsederken,
adını söylemek yerine, üstüne basa basa, özellikle “kocam” derdi. Evliydi,
çocuk sahibiydi, konforlu bir evde yaşıyordu ve de zengindi. Etrafını hakir
görmesi için yetiyordu bunlar. Bilgi, kültür edinmek lüzumsuzdu ona göre. Zira
yeterince sevgi ve saygı görüyordu çevresinden. Güzel kafacığını derin
meselelerle yormanın ne âlemi vardı? Aylin, onunla ne zaman bir sohbete girse,
iki - üç cümleden sonra sıkılır, kaçmanın yolunu arardı. Komşuluk hatırına
katlanıyordu ancak sabrı da günden güne eriyordu.
Apartmana
girerken, üzerindeki olumsuz havayı dışarıda bırakmak istercesine, kapıyı
çarptı ve merdivenleri koşarak çıkmaya başladı. Dairesine attı kendini.
Elindekileri mutfağa bıraktı.
Canı yemek
istemiyordu bu akşam. Morali bozuk olduğunda iştahı kaçardı. Yatak odasından
birer pike ve yastık alıp salona geçti. Kanepeye uzandı. Televizyonu açmış,
haberleri dinliyordu ama çok geçmeden spikerin sesi ninni etkisi yapmaya başladı
ve gözkapakları ağırlaştı. Uykuya dalmadan evvel düşündüğü son şey, komşu
kadının mutlu, gösterişli hayatına karşılık kendi bedbaht yalnızlığı olmuştu.
Ertesi sabah,
işe gitmek üzere evden çıktı. Geceki mahzunluğunu atmıştı üzerinden. Yapı
malzemeleri satan bir firmada yönetici asistanı olarak çalıştığından ötürü,
bakımlı ve düzenli olmak zorundaydı. Hafif bir makyaj yapmış ve her zamanki
gibi şık giyinmişti. Otobüsünün gelmesine daha beş dakika vardı. Tam durağa
varmak üzereydi ki bir arabanın ısrarla korna çaldığını duyup o tarafa baktı. Bir
müşterilerinin firmasında müdür olan Seçkin, arabasının camını indirmiş,
gelmesini işaret ediyordu. Bir an tereddüt geçirdikten sonra arabaya yöneldi ve
“Merhaba Seçkin Bey.” dedi.
“Merhaba. İşe
gidiyorsunuz sanırım. Ben bırakabilirim sizi, arzu ederseniz.”
“Zahmet
olmasın. Otobüsüm gelir şimdi.”
Genç adam, emrivaki
bir tonla “Nasıl olsa, yol üzeri! Hiç zahmet olmaz; merak etmeyin. Haydi,
buyurun.” dedikten sonra, uzanıp kapıyı açtı. Aylin, tedirgin bir ifadeyle arabaya
binip emniyet kemerini takarken içinden, “İnşallah tanıdık biri görmemiştir.” diye
dua ediyordu. Onun bu huzursuz hâlini fark etti Seçkin. Birkaç dakikalık bir
suskunluktan sonra laf attı: “Nasılsınız?”
“Teşekkür
ederim; siz nasılsınız?”
“Ben de iyiyim.
Geçen gün firmanıza gelmiştim, Fuat Bey’le görüşmeye. Siz beni görmediniz ama.
Epey meşguldünüz. Üzerinizde yeşil bir bluz vardı.”
Genç kadın
gözlerini yoldan ayırıp, gülümseyerek Seçkin’e baktı. “Öyle mi? Geçen Cuma
olmalı. Çok dikkatlisiniz. Ne giydiğimi unutmamışsınız.”
“Eh, birazcık
öyleyimdir. Biliyorsunuz, bizim meslekte dikkat ve hafıza çok önemli. Müzik
dinlemek ister misiniz?”
“Evet, iyi
olurdu.”
Firmanın
oldukça geniş, demir parmaklıklı kapısının önüne gelmişlerdi. İnmeye
hazırlanırken teşekkür etti Aylin. Vedalaşıp ayrıldılar.
Akşam eve yorgun
argın gelmişti. Hızlı hareketlerle üstünü değiştirip mutfağa gitti, dünden
kalma patates yemeğini ısıttı ve yemeye koyuldu. Henüz ağzına birkaç lokma
atmıştı ki zili duydu. Gelenler Ferhunde ve kafa dengi arkadaşı Sevim’di. Karşısında
sırıtıyorlardı. Bu geç saatte komşu ziyaretine gelmiş olamazlardı.
“Hayırdır
inşallah. Oturmaya mı geldiniz?”
Ferhunde, kafasını
sinir bozucu bir şekilde arkaya atarak saçlarını dalgalandırmıştı gene. Muhatabının
canını iğneli laflarıyla yakmaya niyetlendiğinde yapardı bunu. “Eh, içeri davet
edersen bir beş dakika otururuz Aylinciğim.”
“Tabii, tabii,
hoş geldiniz. Kusura bakmayın; birden, habersiz gelince… Buyurun.”
Hep beraber
salona geçtiler. Misafirler koltuklara yerleştikten sonra Aylin, “Size bir çay
ikram edeyim.” diyerek hareketlenince Sevim itiraz etti:
“Çay kalsın
şekerim. İki çift lâf edip kalkacağız. Geç, sen de otur şöyle.”
Aylin
misafirlerinin karşısındaki koltuğa ilişirken merakla sordu: “Ne diyecektiniz?
Bir şey mi oldu ben yokken?”
Ferhunde,
dudaklarına kondurduğu sinsi gülümsemeyle, dişlerinin arasından tısladı: “Eh,
oldu herhâlde ki, geldik. Sabah Sevim seni, bir adamın arabasına binerken
görmüş. Kimdi o? Sevgilin falan mı kız? Baya da yakışıklıymış hani.”
Bu söz üzerine
iki kadın kıkırdadı. Aylin’inse sinirleri tepesine çıkmıştı. Bütün gün yememiş,
içmemiş, dedikodusunu yapmışlardı demek ki. Sesini yükselterek parladı: “Size
ne, ha? Size ne? Kimin arabasına bindiysem bindim! Nereye gittiysem gittim!
Hesap sormaya mı geldiniz buraya?”
Biraz önceki şen
şakrak tavırlarından eser kalmamıştı kadınların. Şimdi, çatık kaşlarının
altında irileşmiş gözleriyle, avlarının üzerine atılmaya hazırlanan sırtlanlara
benziyorlardı. Ferhunde “Konuş!” dercesine, dirsek attı Sevim’e. O da saniye
geçirmeden azarlamaya başladı genç kadını:
“Yooo, öyle
üste çıkma hemen! Burası namuslu bir mahalle. Çoluk çocuğumuz var. Oğlumuz,
kocamız var. Namussuzluk yapacaksan, gider, gözlerden ırak yerde yaparsın. Kötü
örnek olmaya hakkın yok. Ayağını denk al.”
İmayı falan
geçmiş, düpedüz, itham ediyorlardı. Bu kadarı da fazlaydı artık! Ayağa fırlayıp
saydırmaya başladı:
“Şu kapımı iyi
niyetle çalmadınız hiçbir zaman. Hâlim nicedir, bir ihtiyacım var mı, diye
merak etmediniz. Ama şimdi, beni bir arabaya binerken gördünüz diye hemen
namussuz ilan ediverdiniz. Hiç mi vicdanınız yok? Hiç mi utanmıyorsunuz?
Kendinizi ne sanıyorsunuz? Siz kimsiniz ki benden hesap soruyorsunuz? Defolun
evimden ve bir daha da yanıma yaklaşayım demeyin!”
Kadınlar, elini
çevire çevire kendilerini kapıya doğru kışkışlayan Aylin’in bu beklenmedik feveranı
karşısında mecburen koltuklarından kalkıp kapıya yöneldiler.
“Aaa, deli bu
ayol! Ne dedik şimdi biz?”
Söylene söylene
ayakkabılarını giyen Ferhunde’yi, omzundan merdiven başına kadar itti Aylin. “Bir
de, gez, toz, ölmüşsün, diyordunuz, ha? Riyakârlar! Daha da konuşursanız dayak
geliyor; ona göre! Allah belanızı versin inşallah. Tüüü, reziller!”
“Yürü, yürü,
gidelim komşu. Başa çıkılmaz bununla. Görmüyor musun hâlini?” dedi Sevim. Merdivenlerden
inmeye başladılar. Arkalarından pat diye kapanan kapıyı duyunca irkilip
hızlandılar.
Aradan iki
hafta geçmişti. Yoğun bir iş gününde, öğle tatilinin ardından elinde evraklarla
masasına doğru ilerlerken, telefonu çaldı Aylin’in. Sekreter “Seçkin Bey
arıyor; bağlayayım mı?” diye soruyordu. Nedense heyecanlanmıştı. Belli etmemeye
uğraşarak, “Tamam, bağla.” dedi.
Seçkin, kısaca
hâl hatır sorduktan sonra, iş çıkışında buluşmak istediğini söylemişti. “Cüretimi
mazur görün lütfen. Önemli bir konu hakkında görüşmek istiyordum sizinle.
Müsaitseniz tabii… Değilseniz, yarın akşam da olur.”
“Şey, çok
şaşırdım. Bilmem ki nasıl olur? Ne diyeceğimi bilemiyorum doğrusu.”
Seçkin, ikna
edici bir ifadeyle, “Kabul ederseniz çok sevinirim. Evet, deyin bence. Fazla
vaktinizi almayacağım.” diye ekledi.
“Bir beş dakikamı
ayırabilirim, o hâlde.”
“Çok teşekkür
ederim. Akşam iş çıkışı, karşı köşede bekliyor olacağım.”
Aylin’in aklına
komşularının dedikodusu geldi birden. İş arkadaşlarının da diline düşmek
istemiyordu. İtiraz etti: “Orası olmaz. İki durak ötede sinema var. Onun
önünden alırsanız daha uygun olur.”
“Tamam, siz
nasıl isterseniz öyle olsun. Görüşmek üzere…”
Telefonu kapadıktan
sonra düşünmeye başladı genç kadın. Bu buluşma talebinin bir tek manası
olabilirdi; Seçkin ona arkadaşlık teklif edecekti. Kabul etse miydi acaba?
Evlenip ayrılmış olması nedeniyle, erkeklere temkinli yaklaşıyordu. Bu yüzden,
boşandıktan sonra hiçbir erkekle ilişkisi olmamıştı. Evet, Seçkin kariyer
sahibi, yakışıklı, düzgün biriydi ama dış görünüş yanıltabilirdi. Yeni bir
hayal kırıklığı yaşamak istemiyordu. Ancak, hayatı böyle tek başına nereye
kadar sürdürebilirdi? İçine sıkıntı çöktü, düşündü, düşündü. Nihayet, “Bana
güven telkin etmezse, kibarca reddederim; olur, biter!” diyerek zihnini
boşaltıp, işine yoğunlaştı.
Ve işte, akşam
olmuş; mesaisi sona ermişti. Dediği gibi yapmış, sinemanın önünde inmişti
taksiden. Kalabalığa karışmadan bekleyeceği, uygun bir köşe olup olmadığını
araştırırken, hemen arkasında Seçkin’in sesini duydu:
“Merhaba Aylin
Hanım! Arabam şurada. Buyurun.”
Dönüp cevap
verdi: “Merhaba Seçkin Bey. Çok bekletmedim inşallah.”
“Lafı mı olur
efendim? Vazifemiz.”
Caddeden
karşıya geçip, sokağın girişinde park edilmiş olan arabaya bindiler.
Seçkin’in kibar
tavırları Aylin’in içini rahatlatmıştı. Zamane gençleri gibi uçarı değildi genç
adam. Gerçi yaşı kırka yakın olmalıydı; o sebeple olgun davranıyordu belki ama
altmış yaşı aşmasına rağmen ciddiyetsiz davranan nice erkek vardı etrafında. Göz
ucuyla süzmeye devam etti. Epey pahalı, şık bir takım giymişti. Kumaşın füme
rengi gözlerinin yeşiliyle uyum içindeydi. Kendisi de bugün, siyah elbise
üzerine gri ceket giymeyi tercih etmişti. Bu tevafuk hoşuna gitti. Tatlı bir
gülümseme yayılmıştı yüzüne. O sırada Seçkin de ona bir bakış atıp
gülümsemişti.
“Gerçi siz bana
beş dakika görüşme hakkı tanımıştınız ama ben sizi bir sahil lokantasına
götürsem kabul eder miydiniz?”
“Çok geçe
kalmayacaksak…”
“Kalmayız;
merak etmeyin. Sizi üzer miyim hiç?”
Biraz sonra
lüks bir sahil lokantasındaydılar. Balık siparişlerini verip havadan sudan
muhabbete başlamışlardı. Seçkin, yemek esnasında, kendisi hakkında
bilgilendiriyordu genç kadını. Yüksek öğrenimini İngiltere’deki Coventry
Üniversitesi’nin tasarım bölümünde yapmış, orada tanıştığı, okul arkadaşı Nicole’la,
Türkiye’ye dönüşlerinde evlenmişti. Fakat bir süre sonra, karısı İngiltere’yi
özlemeye başlamış; aralarında huzursuzluk boy göstermişti. Sıkıntılı beş yılın
ardından, boşanmışlardı. Çalıştığı firma babasına aitti ve tek çocuk olmasından
dolayı, müstakbel patron da kendisiydi.
Aylin denize
doğru çevirdi bakışlarını. Eylül’ün nazlı güneşi ufukta batmak üzereydi. Sema
ve deniz güneşin ölgün ışıklarının yansımasıyla kızarmış; bulutlar
pembeleşmişti.
“Günün en güzel
saati!” dedi, gözlerini manzaradan ayırmadan.
“Bence de öyle!
Bu güzelliği heba etmeyelim madem. Yeni bir güzelliğe vesile kılalım. Ne
dersiniz?”
Aylin’in
dikkatini çekmişti bu sözler. Dışarıyı seyretmekten vazgeçip, genç adama
döndürdü yüzünü. Merakla sordu: “Ne gibi?”.
“Uzun süredir
sizinle ilgileniyorum. Ağırbaşlı hâliniz, ölçülü tavırlarınız, göz alıcı
güzelliğinizle bende hayranlık uyandırdınız. Zamanla bu hayranlık sevgiye
dönüştü. Mazbut bir hayatınız var ve bildiğim kadarıyla, herhangi bir erkekle
arkadaşlığınız da yok. Evliliğe yönelik bir ilişkiye başlamamızı ve birbirimizi
daha yakından tanımamızı önersem, kabul eder misiniz?”
Heyecandan
boğazı kurumuştu Aylin’in. Masadaki su bardağına uzandı. Bir yudum
yuvarladıktan sonra bardağı yerine bıraktı. Bu teklifi bekliyor olmasına karşın
kafası allak bullak olmuştu. “Şey…” diyebildi. Onun bu tereddütlü hâli üzerine Seçkin
konuşmasını sürdürdü.
“Affedersiniz.
Sizi şaşırttım galiba. Böyle pat diye söylediğim için beni mazur görün ama bana
tekrar görüşme fırsatı vermemenizden korktum. Bir kusur ettiysem…”
Aylin de hoşlanmıştı
bu ince ruhlu gençten. Kısmetini elinden kaçırmak istemiyordu. Kendini çabucak
toparladı. “Rica ederim; kusur ne demek? İki yıldır, içime kapanık şekilde
yaşıyordum. Hiç beklemediğim anda böyle bir teklifle karşılaşınca şaşırdım
doğrusu. Açıkçası, ben de sizi tanımak isterim. Her şeyin hayırlısı, diyelim.”
Olumlu cevap
alınca gözleri parladı Seçkin’in. Elini uzatıp Aylin’in narin parmaklarının
üzerine koydu hafifçe. “Çok teşekkür ederim. Sizli bizli konuşmayı kaldırmakla
başlıyoruz o hâlde.” dedi. Yanlarından geçmekte olan garsona gelmesini işaret
ederken sordu: “Tatlı olarak ne söyleyelim?”
Kolundaki saate
göz attı genç kadın. “Hayli geç olmuş. Tatlıyı başka zamana bıraksak nasıl
olur?”
Sonraki
günlerde sık sık buluştular. Birbirlerine uyum sağlamışlardı. Ters giden hiçbir
şey olmamıştı. İki ay dolmadan, ailelerine durumu açmaya karar verdiler. Her
iki taraf da eş adaylarını beğenmiş, benimsemişti. Aile arasında nişan
yaptılar. Mutluluklarına diyecek yoktu. Nişanın hemen ertesinde düğün
hazırlıkları başladı. Aylin’in annesi Gülizar Hanım, kızını ilk defa
evlendirecekmiş gibi heyecanlıydı. Zaten çok becerikli bir kadındı. Birkaç
hafta içerisinde çeyizini iğneden ipliğe tamamlamıştı biricik kızının. Hatta
gençlerin oturacağı evi bile kendi elleriyle düzenlemişti. Aylin de işyerinden
istifa etmiş, annesine yardım ediyordu. Dekorasyonu Seçkin kurgulamış; mobilyaları
birlikte seçmişlerdi. Nişanlısının bir dediğini iki etmiyor, masraftan
kaçınmıyordu Seçkin. Pasaport ve vize işlemlerini de bitirmişti. Çünkü balayı
için İtalya’ya götürecekti karısını. Büyük bir seyahat acentesi vasıtasıyla
lüks bir otelde yer ayırtmıştı. Rüya gibi bir düğün yaptılar.
Ferhunde ile
Sevim’in dedikodusuna inanarak kendisiyle selamı sabahı kesen komşularından
hiçbirini düğününe davet etmemişti Aylin. Sadece, fitneye taraftar olmayan,
olmadığı gibi, kendisini “Aldırma bu cahillere. Üzüldüğünü görürlerse daha çok
üstüne gelirler. Sen aklı başında bir kızsın. Ben sana inanıyorum canım.” diye
teselli eden yan komşusu Ayşe Hanım’ı çağırmıştı.
Yıllar su gibi
akıp geçti. İki çocukları olmuştu. Kızları Şule altı, oğulları Ayhan üç buçuk
yaşındaydı. Seçkin, babası Mustafa Bey’in emekliye ayrılması üzerine, firmanın
yeni patronu olmuştu. Karısının iş hayatına dönme isteğini olumlu karşılamıştı,
ancak bir şartla; beraber çalışacaklardı. Aylin bu teklifi seve seve kabul
edince de, çocuklara tecrübeli bir dadı aramaya başladılar.
Eski komşusu Ayşe
Hanım ile ilişkisini kesmemişti Aylin. Birbirlerine gidip gelmeleri şu ana
kadar kısmet olmamışsa da, arada sırada telefonla haberleşiyorlardı. Onu bir
abla gibi yakın görüyordu kendisine. Çevresi genişti bu güzel yürekli
arkadaşının. Dadılık yapabilecek bir tanıdığı olma ihtimalini düşünüp, telefona
sarıldı.
“Alo, Ayşeciğim!
Ben Aylin. Nasılsın?”
“Aylinciğim!
Allah inandırsın; aklımdan geçiyordun. Sen aramasaydın ben arayacaktım. İyiyim güzelim;
sen nasılsın?”
Arkadaşının
samimi, sıcacık sesini işitince içi mutlulukla dolmuştu genç kadının. Arkasındaki
kırlenti düzeltirken vaziyeti özetledi: “Eşimin firmasında çalışmaya karar
verdim canım. Hem ona yardımcı olurum hem de benim için bir değişiklik olur,
diye düşünüyorum. Çocuklara bakıcılık yapabilecek birini tanıyor musun, diye
soracaktım. Gerçi evdeki hizmetçiye de bırakabilirim ama kızın işi başından
aşkın.”
Şimşek hızıyla
düşünüyordu Ayşe Hanım. Aklına gelen birisi yoktu ama araştırsa bulacağından
emindi. “Hayırlı olsun. İlle de buluruz birisini ancak bana biraz süre tanı. Bakıcı
temin eden firmalara sordun mu canım?”
“Sormadım henüz.
Bulamazsak oralara başvuracağız elbette. Tanıdık birisi olursa daha çok
güvenebilirim gibime geliyor. Şöyle, ihtiyaç sahibi, annelikte tecrübeli birisi
olsun istiyorum. Yatılı da kalabilir.”
Neşeli, minik
bir çığlık attı Ayşe Hanım. “Dur, dur! Öyle biri var ama hayatta istemezsin.
Bizim Ferhunde!”
Aylin şaşkınlık
içinde sordu: “Ferhunde mi? Nasıl olur? Kocası zengin; bir eli yağda, bir eli
balda hatunun; ne işi olur onun bakıcılıkla?”.
“Koca mı kaldı ki
zenginlik kalsın? Bir sene kadar oluyor; adam sekreterine âşık olup ev açtı,
bizimkine de boşanma davası. Cahil garibim işi edepsizliğe vurdu, gitti,
oturdukları evi bastı. Sekreterini de darp etmiş o arada. Önce karakolluk,
sonra mahkemelik oldular. Hapse düşeceği korkusuyla, eline tutuşturulan üç - beş
kuruşa razı olup, nafakasız boşanmayı kabul etti. Bunlar bir şey değil; çocuğu
da adama kaptırdı. Evinin kirasını bile ödeyemiyor. Harıl harıl iş arıyor.
Tahsili olmadığından, bulamıyor zavallım.”
Vaktiyle
hakkında dedikodu çıkartıp dünyayı kendisine zehir eden, hayırsız komşusunun
hâline acımak gelmedi Aylin’in içinden. Gelgelelim, “Oh olsun!” da diyemiyordu.
“Hey büyük Allah’ım, adaletine kurban olayım!” dedi. Sonra hınzırca bir fikir
geldi aklına. “Baksana Ayşeciğim. Sen gönder onu benim adrese ama sakın benim
evim olduğunu söyleme. Şu fitneci kadına hayatının dersini vermek istiyorum.”
“Valla, ne
yapsan haklısın. Tamam, ben birazdan uğrar, söylerim. Sen açık adresi yazdır
şimdi bana; tarif ederim; eliyle koymuş gibi bulur. Yarın öğleden sonra kapında
olur; hiç merak etme.”
Ferhunde’nin mutluluğuna
diyecek yoktu. Dolgun maaşlı, becerebileceği bir iş bulmuştu sonunda. Hem de yatılı
kalacağı için, yemeği de bedavaya getirecekti. Gideceği semt zengin muhitiydi.
İşverenin gözüne girmek için en şık kıyafetini giyip bir güzel süslenerek, yola
koyuldu. Birkaç kişiye sorduktan sonra evi buluvermişti. Yüreği ağzında, heyecandan
titreyerek dokundu zile. Kapıyı güler yüzlü bir hizmetçi açtı. Kendi konumunu
bu hizmetçi kızdan üstün gördüğü için, gururlu bir ses tonuyla, “Evin hanımını
çağır bakayım kızım. Çocukların öğretmeni geldi, dersin.” Bu “öğretmen”
kelimesi kendisinin de tuhafına gitmişti ama bozuntuya vermedi. Hizmetçinin
“Buyurun, ben hanımıma haber verirken siz salonda istirahat edin.” demesi
üzerine salona geçti. Gösterilen koltuğa ilişirken etrafını hayranlıkla
inceliyordu. İçinden “Vay anam, vay! Bu ne ihtişam? Gelen gidenden, zengin bir
koca da bulurum ben burada. Hele bir yerleşeyim, kimseyi takmam valla. Ömrüm
boyunca dadılık yapacak hâlim yok ya!” diye geçiriyor, sevinçten ellerini
ovuşturuyordu. Yaklaşan ayak seslerini işitince kendine çeki düzen verdi. Sarışın,
incecik, alımlı ev sahibesinin “Hoş gelmişsiniz.” hitabına ciddiyetle “Hoş
buldum.” diyerek karşılık verdi.
“Hizmetçim bana
öğretmen olduğunuzu söyledi. Biz dadı arıyorduk; yanlış gelmiş olmayasınız?”
Ferhunde, saçlarını
havalı bir şekilde savurarak cevapladı: “Çocuk eğitiminde tecrübeliyim
hanımefendi. Hem dadılık, hem öğretmenlik yapabilirim. Bana sonuna kadar
güvenebilirsiniz.”
Aylin kendini
daha fazla tutamayarak bir kahkaha savurdu. “Güveneyim mi? Gerçekten mi? Ne
öğreteceksiniz çocuklarıma acaba? Nasıl fitne çıkarılır; genç bir kadına nasıl
iftira atılır; insanlar onun aleyhine nasıl çevrilir; bunları mı
öğreteceksiniz?”
Duyduklarıyla
şoka girmişti Ferhunde. Karşısındaki genç kadını dikkatle inceliyor, gözü bir
yerden ısırmasına rağmen, kim olduğunu çıkaramıyordu. O böyle bocalarken Aylin
atıldı:
“Boşuna düşünme!
Saçımı boyatınca mı tanıyamadın? Yoksa bu muhteşem evde yaşamamı mı yakıştıramadın?
Ben Aylin’im. Hani şu, sırf tanımadığın bir erkeğin arabasına bindi diye
namussuz ilan ettiğin, adını kötü kadına çıkardığın Aylin… Hani her
karşılaştığınızda kocanla övünüp kendisine boşandığı için nispet yaptığın,
küçümsediğin, ezmeye çalıştığın Aylin… Kocam da kocam, diyordun. Ne oldu o
meşhur kocana, ha? Ne oldu gururlandığın zenginliğine? Burnun sürtüldü mü
şimdi? Düşmez, kalkmaz bir Allah. İşte, seni böyle ayağıma kadar getirtip, iş
dilettirdi benden.”
Ferhunde evi
derhal terk etme arzusundaydı fakat girdiği şoktan kurtulamıyor, titreyen
dizlerine hükmedemiyordu. “Şey, affet beni. Bilemedim o zamanlar.” diyebildi.
Aylin hızını alamamıştı. Azarını sürdürdü:
“Yooo, bildin,
bildin de, bile isteye yaptın hep o kötülükleri bana. Ne affı? Ölürüm de
affetmem seni! Unutacağımı mı sandın yaşattığın üzüntüleri? Şeytan senin
yanında melek kalır be!”. Sonra dönüp hizmetçiye seslendi: “Keriman, şu
cadalozu hemen at evimden kızım. Bir daha da alma. Daha fazla pisletmesin
yuvamı.”
Ferhunde
hizmetçi tarafından apar topar kapıya doğru götürülürken, Aylin arkasından bağırıyordu:
“Dadılık
yapacakmış bir de! Sana çocuk değil, kirli mendilimi bile emanet etmem,
Allah’ın cezası! Kuyruğunu kıstır da son kez defol hayatımdan!”
Mücella
Pakdemir
(
Kocam Da Kocam başlıklı yazı
Mücella Pakdemir tarafından
22.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.