Ona  ‘’  Gel  kızım,  benimle  ve  abinlerle  birlikte  burada  yaşa’’  deyişimin,  onun  da  torunumu  alarak  İstanbul’a  gelişinin, ancak  İstanbul’a  geldikten  iki  gün  sonra  ‘’  Baba  kusura  bakma.  Biz  gidiyoruz. Bu  ev  hapishane gibi.  Ben  burada  yaşayamam’’  deyişinin  üzerinden  nereden  bakarsan  bak  beş  sene geçmişti.

Ailemiz  parçalandıktan  sonra  bundan  en  fazla  etkilenen,  ailemizin  en  küçük  ferdi  olan  tek  kız evladım Tuba olmuştu.  Ailenin  parçalanmasının  yarattığı  otorite  boşluğu onu  giderek  geri  dönüşü  oldukça  zor,  hatta  neredeyse  imkansız  olan  karanlıklara doğru  çekmekteydi. 

Daha  on  yedi  yaşında  ne  annesinin  ne  de  benim  ve  ağabeylerinin  asla  tasvip  etmeyeceğimiz  ve  etmediğimiz  bir  evlilik  yaşadı.  Bu  evlilikten  bir  kız  çocuğu  dünyaya  getirdi  ama  daha  hamileliği  döneminde  bu  sakat  evlilik  sona  erdi.

Torunum  dünyaya  gelinceye  kadar  kızımı  defterden  silmiştim. Hatta  zaman  zaman  onu  ortadan  kaldırmak  gibi  canice  duyguların  bedenimi  ve ruhumu sardığı da  oluyordu  ama tam  otuz  üç  sene  bu  ülkenin geleceği  olan  yavrulara iyilik,  güzellik,  doğruluk,  merhamet,  şefkat,  adalet,  hoşgörü  gibi  kavramları  öğretmeye  çalışan  ben böyle  bir  şeyi  yapamazdım. Hele  de ‘’ Asla  yüzüne  bile  bakmam’’  Dediğim  torunum  Elif  Nur’u  kucağıma  alıp  onun  o  cennet  kokusunu  içime  çektikten  sonra  asla  olamazdı.  Olmadı  da…

Sonrasında  biz  kendi  hapishanemizde,  kızım  ise  Fethiye’de  o  ışıltılı  dünyasında  yaşamaya  devam  ettik. 

Kızımın  gittiği  yolun  sonu  uçurumdu. Ancak  ne  zaman  ‘’ Bu  yolun sonu  kötü’’  Desek  ‘’  Ben  aklı  başında  bir  insanım.  Kendi  kararlarımı kendim  verecek  olgunluktayım.  Günahıyla,  sevabıyla  bu  hayat  benim hayatım.  Karışmayın  bana’’  Diyordu. Reşit  bir  insan  olduğu  için  de  yapabileceğimiz  hiç  bir  şey  olmuyordu  tabii  ki.

Gittiği  yol,  yaşadığı  hayat  oldukça  yanlıştı  ama  onu  o  hayattan  çekip  çıkaracak  bir  yol  ve  yöntem  yoktu  maalesef.  Çaresizlik  elimizi  kolumuzu  bağlıyordu.

******************

İki  ay  kadar  önce  eski  eşim  oldukça paraya  sıkışık  olduğunu  bildirerek  benden  yardım  istedi. İşin  doğrusu  bende  öyle  hazırda  ona  yollayacak  para  yoktu. Ama  o  çocuklarımın  annesiydi  ve  en  azından  özürlü  oğluma  ve biricik  torunuma  bakıyordu.  Hiç  düşünmeden  kredi  kartımı  gönderdim.

Bir  kaç  gün  sonra  cep  telefonuma  bankamdan  bir  mesaj  geldi.  Kredi  kartımla  oldukça  yüklü  bir  harcama  yapılmıştı.  Telefon  açarak  bunun  ne  için  olduğunu  sorduğumda  kızım  ‘’ Baba  ben  evleniyorum.  Yeni  evim  için  bir  iki  eşya  aldım’’ deyince  ‘’Çok  şükür  kızımın  artık  düzenli  bir  hayatı  olacak’’  Diye  sevinmiştim.  Ancak  bu sevincim  çok  uzun  sürmedi.

**************

15  Ocak  2017…

Kadıköy’de  arkadaşlarla  bir  şiir  etkinliğindeyken  telefonum  çaldı.  Arayan  büyük  oğlum  Cihangir’di.

-Baba !  Sana çok  kötü bir  haberim  var.  Sakın  panik  yapma.

Çok  kötü  bir haber  ve ‘’Sakın  panik  yapma !’’

Aslında soğukkanlı  bir  insanımdır  ama  aklıma  ilk  gelen  şey  Yunus  oldu.  Yani  zihinsel  ve  bedensel  engelli  oğlum. 

Daha  ‘’Yunus’a  mı  bir  şey  oldu?’’  Demeden  oğlum  devem  etti:

-Baba !  Tuba adam  öldürmüş.

İşin  doğrusu  her  türlü  acı  haberi  her  an  bekliyordum  ama  böylesi  bir  haber  aklımın  ucundan  dahi  geçmezdi.

‘’Neeee..Tuba  adam  mı  öldürmüş?’’  Diye  bağırdığımda  pek  çok  arkadaşımın  gözleri  fal  taşı  gibi  açıldı.

Sordum  ‘’Kimi  öldürmüş,  nasıl  olmuş’’  Diye.

Oğlum  cevap  verdi: 

-Evleneceği  adamı  öldürmüş.  Bunlar  sabah  kahvaltı  ederken  tartışmışlar.  Adam  Tuba’yı  dövmeye  başlamış.  Bunun  üzerine  Tuba  masada  bulunan  bıçağı  almış ‘’  Sen  beni  öldürmeden  ben  kendimi  öldüreyim  bari’’  Diyerek  bıçağı  kendisine  çevirdiği  anda  adam  bıçağı  Tubanın  elinden  almak  isterken  bıçak  kalbine  saplanmış,  adam  da  ölmüş.’’

Saçma sapan  bir şeydi  bu. Namussuz  bıçak  onca  göğüs kafesi  kemiği  arasından  bula  bula  tam  isabet  kalbi  nasıl  bulmuştu  böyle? Böyle  bir  panik  anında  ilk  aklıma  gelenin  bu  olması  da  şaşırtıcıydı  aslında…’’Tuba da  bir  şey  var  mıymış’’  Diye  bile  soramadım  şaşkınlığımdan.

Evet..Ölüm  şekli  saçma sapandı  ama  benim  sorduğum  soru  da  saçma sapandı.  Neticede  yirmi  dört  yaşındaki  kızım,  yirmi sekiz  yaşında  bir  gencin  katili  olmuştu.  Bu  ahir  ömrümde  demek  ki  bu  gözler  bunu  da  görecek,  bu  kulaklar  böyle  bir haberi  de duyacaktı.

Evlatlarım  ‘’ Baba  derhal  gidelim.  Kardeşimize  sahip  çıkalım’’  Dediler.  Demesine  dediler,  benim  de  düşüncem  derhal  olayın  olduğu  yere yani  Denizli’nin  Çameli  ilçesine  gitmekten  yanaydı  ama  aklı  selim  düşününce  bu  oldukça  tehlikeli  olabilirdi.  Neticede  yirmi sekiz  yaşında  bir  genç  ölmüştü.  Ölen  kişinin  ailesi  karşılarında  otuz-otuz  bir  yaşlarında  iki  delikanlı  (  oğullarım )  görünce  intikam  duygularına  kapılıp  ‘’  Kana  kan’’  derlerse?  Bir  evladım  hapiste iken  bir  diğerinin  daha  acısına  katlanamazdım.  ‘’  Hiç  kimse  hiç  bir  yere  gitmiyor.  Oturup  olayın  aslını,  öğrenmeden,  karşı  tarafın  hangi  ruh  hali  içinde  olduğunu  bilmeden,  sıcağı  sıcağına  gitmek  doğru  olmaz’’  Diyerek  oğullarımı  frenledim.

O  günü  nasıl  bitirdik  bilemiyorum.  Yemek,  uyku,  kısacası  yaşamak  haram  olmuştu. Ertesi  gün  olay  gazetelere  yansıdığı  gibi  akşam  televizyon  haberlerinde  de  verildi:


‘’Denizli'nin Çameli ilçesinde kafe sahibi 28 yaşındaki T.A, tartıştığı kız arkadaşı 24 yaşındaki T.B. tarafından, iddiaya göre, boğuşma anında karnından bıçaklanarak öldürüldü…

 

Olay, dün saat 11.30 sıralarında, … Mahalle …Sokak'ta meydana geldi. Gazinoda çalıştığı öğrenilen T.B. ile sevgilisi olan kafe sahibi T.A arasında, bilinmeyen bir nedenle tartışma çıktı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesiyle T.B. ile erkek arkadaşı T.A arasında boğuşma yaşandı.

 

Boğuşma sırasında T.A karnından bıçaklanarak ağır yaralandı. Vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine ambulans ve polis ekipleri gönderildi. Olay yerine ulaşan acil sağlık ekibi ilk müdahaleyi yaptı ancak T.A hayatını kaybetti. Polis ekipleri olay yerinde T.B.'yi gözaltına aldı. T.B. ilk ifadesinde, T.A ile kavga ettiklerini, nasıl olduğunu bilmeden karnından bıçaklandığını söyledi. T.B.  ifadesinin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edildi.’’

Haber ,  basına  böyle  yansımıştı  ama  bu  haberde  bir  çelişki  vardı.  Bize  gelen  haberde  bıçak  kalbe  saplanmış  denirken  basın  karnından  bıçaklanmadan  bahsediyordu.


Bu  arada  Cuma  gününe  kadar  sık  sık  değişik  haberler  geliyordu.  Mesela  tek  bir  bıçak  darbesinin  değil  de  on  üç bıçak  darbesinin  olduğu  bile  söyleniyordu  ki  eğer  böyle  bir  durum  varsa  kızımın  en  az  yirmi  sene  hapis cezası  vardı.  Büyük  ihtimalle  o  hapisten  çıktığında  ben  artık  bu  fani  alemde  olmayacaktım.


Evet..Kızım, ilk  sorgu  ve  ifadesinin  ardından  ceza evine  konmuştu.  Baba  evini  hapishane  olarak  gören  kızım  şimdi  gerçek  bir  hapishanedeydi.  Acaba o  hapishaneyi  gördükten  ve  orada  yaşamaya  başladıktan  sonra  baba  evine  hapishane  dediği  için  bir  pişmanlık  duyuyor  muydu?  Neyse…Bu  soruların  sırası  değildi.  Şimdi  onun  için  bir  şeyler  yapma  zamanıydı  ama  ne? 

Cuma  günü yataktan  kalktığımda  içimde sebebini  anlamadığım  bir  huzur  vardı.  Oysa  huzurlu  ve  mutlu  olmam  için  hiç  bir  sebep  yoktu. 

Sanki  biri  devamlı  olarak  kulağıma Bakara  suresinin  216.  Ayetinin  mealini fısıldıyordu:  ‘’
Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.’’

Güzelce  abdest alıp  caminin  yolunu  tuttum.  Namazdan  sonra  el  açıp  Allah’a  yalvardım  ‘’  Ya  Rabbi  Kızım  için  bir  kurtuluş,  bir  çere’’ Diye.  Ama  öte  taraftan  onun  o  hapishaneden  kurtulması  ve  hür  bir  vatandaş  olarak  tekrar  aramıza  dönmesinin  hiç  bir  yolu  yok  gibi  görünüyordu. Çünkü  ortada  bir  ölü  vardı  ve  bu  kişiyi  öldüren  -  Kendi  ifadesinde  de  açıkça  itiraf  ettiği  gibi-  kızımdı.  Nefsi  müdafaa  bile  olsa  yine  de  bayağı  bir  süre  hapis  yatacağı  kesindi.

Hayatımda  Allaha  çok  dua  etmişimdir  ama  ilk  kez  bir  duama  bu  kadar hızlı  cevap  verdi:

22  Ocak  Pazartesi  günü  yani  olayın  üzerinden  tam  bir  hafta  geçmişti  ki büyük  oğlum  telefon  etti.

-Bana.  Sana  çok  sevineceğin  bir  haberim  var.  Tuba’nın  öldürdüğünü  sandığımız  kişinin  ölüm  sebebi  kaçak  içki  içmek  suretiyle  zehirlenme  imiş. 

Yani?  Yani  ölen  şahsın  katili  kızım  değilmiş.  İyi  de  bıçaklama olayı  ne?  Bıçaklama  filan  yok  muymuş?  Heyecanla  sordum:

-Oğlum.  Bıçaklama  yok  muymuş?  Haberin  kaynağı  ne?

Cevap  verdi:

-Haberin  kaynağı  doğrudan  doğruya  savcı. Savcı   anneme  ‘’ Ölen  şahsın  karnında  tıraş  olurken  insanın  yüzünü  kestirdiği  misal  ufak  bir  çizik  var. Ölüm  sebebi  bu  değil.  Ölen  şahıs alkol  zehirlenmesinden  ölmüş.  Kesin  sonuç  açık  otopsi  raporundan  sonra  anlaşılacak  olsa  da  kızınız  ilk  mahkemesinden  sonra  %99  ihtimal  kefaletle  serbest bırakılır  ve yargılama  tutuksuz  olarak  yapılır’’  demiş.

Bu  haberle  dünyalar  benim  olmuştu. 

Bir  taraftan  benim,  öteki  taraftan  annesini  hastanede  zanneden  ve  bir  sabah  namazı  vakti  anne  annesiyle  birlikte  kalkıp  el  açarak  ‘’  Allahım  bizi  birbirimizden  ayırma’’ Diye  dua  eden  minik  torunum  Elif  Nur’un  duaları kabul  olmuştu.  Rabbim  hiç  ummadığımız  ve  beklemediğimiz  bir  şekilde  tekrar  rahmet  kapılarını  sonuna kadar  açmıştı  bizim  için.

25  Ocak  2017  Çarşamba  günü  oğlum  Tuğrul’u Fethiye’ye  annesinin  yanına  gönderirken  ben  de  ‘’Artık  hastaneye  git.  Şu  lanet  böbrek  ağrısını  çeke  çeke  yaşanmaz’’  Diyen  iç  sesimi  dinleyip  hastaneye  gittim.  İğne  serum  derken  biraz  kendime geldim.

27  Ocak  Cuma  günü  oğlum,  annesi,  torunum  ve  kızımın  bir  grup  arkadaşı  Denizli’ye  giderek  kızımın   tutuklu  olarak  kaldığı  hapishanede  onu  ziyaret  ettiler. Böylece  Torunum Elif  Nur , annesinin  yattığı  hastaneyi (!)  de  görmüş  oldu.  Ama  aklı  karışmıştı  yavrucağın.  Çünkü  annesi  ile  parmaklıklar  arkasından  ve  telefonla  konuşabiliyordu.

Dayanamadı  annesinin  hasretine.  İsyan  edercesine  bağırdı:

- Kaldırın  şu  parmaklıkları.  Ben  anneme  sarılmak  istiyorum.

O  parmaklıklar  ile  Elif  Nur  arasında  şimdilik  7000  Tl  gibi  bir  para  engeli  var.  Eğer  7000  Tl  kefalet  ücreti  bulunursa  kızım  -  İkamet  ettiği  evden  dışarı  çıkmamak  kaydıyla-  kefaleten  serbest  bırakılacak.   Aksi  takdirde  açık  otopsi  sonucu  çıkıncaya  kadar (  Dört  ayı  filan  buluyormuş )  hapis  yatmaya  devam  edecek  ve  hapis  hayatının  devam  edip  etmeyeceği  de  yapılacak  mahkemeden  sonra  belli  olacak.  Ben  kendi  hesabıma  baba  evi  ile  hapishane  arasındaki  kıyaslamayı  daha  net  bir  şekilde  yapması  ve belki  biraz  aklı  başına  gelmesi  için  bir  müddet  daha içeride  kalmasının uygun  olacağı  düşüncesinde  olduğumdan  kefalet  ücreti  konusunda  kılımı  bile  kıpırdatmıyorum.  O  kadar da  çeksin  düşüncesindeyim.

Elif  Nur  mu?

O  da  artık  yavaş  yavaş  hayatın  öyle  her  zaman  çikolata  yemek,  bisiklete  binmek, oyun  oynamaktan  ibaret  olmadığını,  pek  çok  güzel  yönleri  yanında  acı  olaylara  da  gebe  bir  şey  olduğunu  öğrensin. 

Sabır  Elif  Nur…Biliyorum,  o  minicik  omuzların  için  bu  oldukça  ağır  bir  yük ama  sabır.  Sabrın  sonu  selamettir  ve  inanıyorum  ki  bu  şerden  çok  güzel  bir hayır  doğacak.  İnanıyorum  ve  ümid  ediyorum  ki  ‘’Allahım  bizi  birbirimizden  ayırma’’  duan  kabul  oldu.  Annene  kavuşacak  ve  ondan  bir  daha  hiç  ayrılmayacaksın.

En  umutsuz  olduğum  bir  anda  kendiliğinden    önce  gönlüme,  sonra  dilime  gelen  ‘’ 
Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.’’ Ayeti  en  güzel  ve  anlamlı  haliyle  tecelli  etmişti.   Bundan  sonrasında  inşallah  her  şey  iyi  olacaktı. 

Evet  sevgili  dostlar…’’ 20.01.2017  Tarihli  yazımda  bahsettiğim  bela  işte  buydu.  Şükür  ki  çok  çok  büyük  bir  ölçüde  def  etmiş  durumdayız..

Bu  arada  durumdan  haberdar  olup  sürekli  beni  arayarak  ve  sorarak  en  azından  manen  destek  olan  tüm  arkadaşlarıma  sonsuz  teşekkür  ederken  bu  arkadaşlarımdan  birinin  ismini  özellikle  zikretmek  istiyorum.

Olayı  duyar  duymaz  Görev  yaptığı  Aydın  İlinden  kalkıp  Denizli’ye  gelen,  Savcıdan  görüşme  izni  alamasa  da  kızımın  yattığı  hapishaneye  kadar  gidip  ona  giyecek  eşyası  götüren  site  arkadaşlarımdan  Şenay  Özçalışkan’a  sonsuz  şükranlarımı  ve  sevgilerimi  iletiyorum. Çok  çok  teşekkürler  sevgili  Şenay.  Allah  razı  olsun.


RESİMLER

1-  Kızımın  yattığı  hapishane.
2-  Kızım  Tuba,  annesi  ve  Elif  Nur..Bu  mutlu  tablonun  tekrar  yaşanması  ve  sonsuza  kadar  bozulmaması  dileklerimle.)   
( Kaldırın Şu Parmaklıkları. Ben Anneme Sarılmak İstiyorum başlıklı yazı Sami Biber tarafından 1.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu