Nizamların sırça
kökünde uyuya kaldı
Masumiyet tanrısı,
Nidaların sırrına nail
oldu yersiz yurtsuz
Sevgi tohumu,
İhya edilesi bir aşka
kanat açan kanmaca aşkını
Sattı bir düş uğruna.
Makberi derin düşlerle
avutuldu,
Sırlı aynalara tutsak
aksinde öldü ansızın,
Zehir zemberek
uykularıma sızan.
Sıra dışı sonları
olmalı ömrün,
Sıra sıra dizili
yetileri ile
Titrek ellerin
kenetlendiği vakur bir gülüş kadar da
Tahayyülü mutluluğa
pencere açan
Biriktirmeli insan
mizacını sevdiklerinin
Bir demde yalnızlığı tüttürürken…
Özlediğim şehirlere
götür beni, dercesine kâiniyim surlarına şehrin ve razıyım da yoksunluğun
kollarında ölmeye.
Denk düştüğüm
bilmecelerde bulmaksa varlığımı, anmaksa Hakkın adını, susmaksa ölümüne, varsın
geç kalayım bir kez daha.
Seyrelen saçlarında
kaderin, örgülü melun suçlarında kâfirin, tanımadığım suretlerin de istirahat
bildiği bir cümlede kaybolmakla geçti ömür.
Zan altında tutulmaksa
eşdeğer katili bellendiğim ömürlük mutluluğun seyrinde kaybolmalara dair bir
öyküyü medet bilmek. Sanrıların ötesinde sancılandığım surelerde kaybolmak
nasıl da aşkın tutsaklığına toz konduramaz bir beyit özelliğinde, öznelliğinde.
Göreceli bir sağanağın
iç dökümüne rast gelmekse… ifşa etmekse hükümlü ve yükümlü bir yüreği… bedel
ödemekle rüştümü ispatlamışken… değmeyin keyfime.
Kayıtsız yorgunluğumun
kayıt dışı sükûneti yine edimlerinde yoksun kılındığım bir kehanete nail
olmuşken evren. Tokalaştığım aklın ıslahevinde hangi cürüm söz konusu olabilir
ki akıl iken saf dışı, yürek iken cahil bir yorgunluğu sırtlamış ve yine
közünde ölmeyi reşit bellemiş bir zaruri yet.
Adı olmayan hükümlerde,
saf tutan kötülükte ve kayıp bir şehirde.
Yalıtılmışlığımın baş
şehri, adsız sevdaların güncesi, iflah olmaz bedellerin sureti belki de
yanmazlığın, aymazlığın cumhuriyeti o yorgun ve meftun telaşlarım.
Dünde takılı aklın
seyrinde düşmüşken yollara; tüketilmişliğin çeperinde kanıksamışken bir kez ve
sükûneti ararken rast geldiğim bir tövbeyi Allah katında mabet bellemişken…
İsyanların aryasında
bir hezeyana denk düşen şeytan; yorgun bir türbenin başucunda iken okunan
rahmet hele ki edinilesi bir mertebe iken Allah yolunda bir garip… neyleyim
sefayı… neylerim rüştü ispatlanmamış ölü sevdayı…
İhya edilesi olmalıydı
oysa demek bile akıl karı değil hele ki bendinde tüketilmişliğin, tünemekse
asaletine yalnızlığın ve kırsalında hâkimiyetin yine kayıp şiirlerin
içselleştirdiğim mazilerine k/anarken şairin…
Kanıksamakla eş değer
belki de suskunluğum, yanmakla da eşdeğer yargısız infazda pimi çekilen bir
bomba mahiyetinde kundaklanmışken şiirin yüreği ve kayıp minvallerin de
eşleştiği o kayıp satırlar.
Boşa düşmüş bir
vatandaşıyım belki de kundaklanmış iç sesimin baş şehrinde, nizama soktuğum
bağnaz bir gölge mahiyetinde, artık hangi aklı evvel masal kahramanı ise
rüyalarıma asla konuk etmediğim hele ki kehanetlerin mezar olduğu, yoksunluğun
hiciv ve yüreğin de atlas…
Sarmalında adsızım onca
hezeyanın.
Boyutlarından ipe
astığım zaman ve mekân denen martaval…
Kahkahalarıma esir
verdiğim gözyaşlarım, sükûnetini yitirmiş bir devir, sancısı ölüme mahal veren
kundaklanmış bir benlik ve yine zaruri bir edim iken görgüsüz bir edimde,
kalburüstü bir sefillikte, üstüme adam tanımazken o hoyrat ve fevri
sanrılarımdan yola çıkıp da bir avuç suda boğulduğuma pek de kani değilken
zaman zaman.
Sözcükler minvali tüm
yorgunluğumu da kayıt altına aldığım nazenin bir yükseliş yine tınısı resmeden
bakir bir dokunuş ve göreceli sandıklara tıkıştırırken gönül kırgınlıklarımı.
Her surede kendime
dair.
Her beyitte yoksunluğu
baş tacı yaptığım.
Yorgun hanesinde korsan
cümlelerin, belki de kayda değer sakıncaların da boyutsuzluğunda rükû ederken
en mahrem sevdayı kıble bilip, Hakkın dokunuşunda tüm kehanetleri
doğrularcasına sükûtta edindiğim bir rahle belli ki iz sürdüğüm, yüz çevirmeyi
asla düşünmediğim ve yüreğin de makber bellediği bir ziyafet sofrası ölüm
addedilen uykuda rast gelme olasılığı ile zikrettiğim tüm muhalif beyanları
yine insana dair yine bilinmezliğin bir şükür vesilesi olduğu.
Öyle ya, bilindik bir
yarın kim bilir nasıl dokunacaktı acının zehrinde ölümü; sevgini boşluğunda
yoksunluğu; aşkın da kisvesinde bir kehaneti mimlemişken Tanrı.
Edindiğim mertebelerde,
eremediğim gök kubbede, erişkinliğin erdeminde yine yanılsama yüklü bir kıvanç
belki de havan topu yüklem ve özne ibareleri ile cümlelerin doğurganlığında,
bir anne şefkati ile ısmarladığım mutluluğun adresime postalandığı yine de
göreceli sağanaklarda boğulma ihtimalimi de es geçip, frapan bir boykotu
haylice yüksün hayliye muadil bir gölgeye selam vermek.
Belkiden uzak yarınlar
olmalı tutunmak addedilen bir düş’e de gebe kalmak hele ki toz konduramazken
maziye ansızın güncellemek dünü an’ı da yoksun kılmadan ve ötekileştirmeden bir
bir yâd etmek iyiye ve güzele dair ne ise.
Şatafatlı ve bonkör
hücrelerini beynimin kutsadıkça Yaradan ve örseledikçe beşerin güncesinde isyan
ve zulüm addedilen yine o kayıp neşriyat ve tüm farkındalığımı görkemli bir
kadehte sunan işinin erbabı gönül rotamda hatmettiğim bir şiire nazire
edercesine yine yüreğin konuşlu olduğu o devinim yüklü ikilemlerde sarhoş
bellediğim kalemin nazarında, satır arası bir düş’e düşmüşken yolum…
Sunumunda mı öncesinde
mi?
Yarında mı saklı olacak
yoksa dünün önyargılarını da ıslatacak bir önyargı mı biz fanilerin peyzaj
bellediği onca karalamanın mucidi, yine kayıp vicdanlardan arda kalan bir lehçe
mi yoksa asılsızlığın mucidi bir imde terk edilmişliğimden de öte diril bir
heceye vakıf bir cümle simsarı kadar da yüreksiz ve soysuz bir ihbar iken
varlığın nankör ve kayıp ruhlarında kanayan bir yara iken nefretin tozu
bulaşmışken beyaza ve masumiyetin kayıp tınısında raks eden bir nota kadar da
ayrık mizacı yine yüksünen niyazlarda saklı tutulası çok çok içten bir temenni.