Zaman kıpraşırken tecelli eden arsız
yalnızlığın gök gurultusunda seyreden hayli içli bir sancı depreşen ve derinlik
arz eden.
Sunumu ne mi ola?
Belli ki kaygılı bir yükümlülük
yoksa… yoksa var olduğunu iddia ettiğimiz yokluk yüklü bir iç çekiş mi?
Anlamsızlıklar örtüşürken karayla
beyaz da hayli nazenin bir tortu bırakıyor. Tüm hezeyan yine ben merkezli ya
görüntüye tekabül eden dış odaklı bir ayrıcalık mı?
Soru(n)lar demekse hak ihlali yine
insan addedilen canlıdan geride kalan belki de gözden ırak olma kaygısı ile her
nasılsa insanların gözüne gözüne soktuğum.
İşte buluntu mahiyetinde yorgun bir
telaffuz ve makamı olmayan bir tedirginlik yine genele yayılmış ama öznesini
hala muhafaza eden.
Senli benli cümleler kurmak içimden
gelse de sizli bizli bir yordam ile arşınlıyorum aslında arşın merkezinde
nakşeden o durağan sevgiyi de aşağılarken çoğunluk.
Sevginin yalıtımı aslında saygıdan
muzdarip sevecen bir tümce seni sevmeler, derken pek de haz etmemek yine tekil
yükümlülüğümün çoğul dirayetinde bir de noksan o yoklamalar.
Soldan sağa…
Buradayım.
Sağdan sola ise.
Görüş alanıma girmiyor!
Gerçeklerin yüz karası belli ki
gerçek dışı imlemelerle indinde saklı tutulan o yorgun cümle.
Buhran görünümlü sevgi çiçekleri.
Demedi kaça?
Demedim mi yoksa?
Solarsa bir günde, geri getir abla…
Düşüncelerin yaşanmışlıklara sunumu
aslında hayallerin gerçekle buluştuğu şizofrenik bir tanı:
Gördüm.
Nasıl yani?
Yanımdan geçti ve dokundu.
Size öyle gelmiş olmasın. Peki,
nerenize dokundu?
Ruhun çalkantılarında ne desek boş mu
da sığındığımız sessizliği ses olarak çağırıyorlar peşimiz sıra?
Soruların deviniminde yüksek rakımlı
bir var oluş sancısı/kaygısı. Hakkın nazarında hak iddia ettiğimiz tek merci ve
göreceli yolculuğumuzun da tadına vardığımız.
Kehanetler ötesi bir yolculuk üstelik
ve günbegün yakarırken en derinde saklı niyazlarımızı da saklı tutup gönül
kontağı kurduğumuz tek makam yine İlahi boyutsuzluğun yansımasında
insanlığımızın erip ereceği son nokta aslında başlangıcın sunumu üstelik beşeri
anlamda kör nokta olarak telaffuz edilen…
Sahi sunumunda mı yokluğunda mı aşikâr
onca duygu ve düşünce sarmalına hazin bir rota kondurup konum attığımız
duyarsız yürekler?
Hali hazırda yine kapasitemiz
doğrultusunda bizler nokta atışı yaptığımızın zannına kapılıp aslında hedefin kendimiz
olduğundan bihaber iken…
Bu yüzden ölmeyi sevmek hiç bu kadar
zevkli olmamıştı bir de İlahi Aşkın dokunuşunda sadece eksildiğimizi sanıp
çoğalmalara da doyamazken ve ne yazık ki ifade edemediğimiz yine bir o kadar
zorlanıp için için er/i/diğimiz.
Kim usanır sevmekten mi sevgiye dair
yoksunluk yoksa bize yansıyan bu yüzden ölümüne sevdalanmak yine aşka nazire
eden şiirleri bir solukta okuduğumuz ve aklımızın kancalarına astığımız tüm ölü
imgeler ama yeniden doğması da her daim muhtemel tıpkı güneşin asla batmadığı
İlahi Aşklarda boğulmak her kula nasip olmazken…