Saydam resimlerin
içinden geçen direncim aslında geçmeye meyyal ve kırılan bir direnç.
Sözsüz iletişim mağduru
bizler aslında suçlusu da hele ki kimin kiminle ne alıp veremediği tartışılır
hani.
Kaygılarımız ve bir
büyüteçle bakıp da hayata yorgun argın peşinden koştuğumuz mutluluk ve sonrası.
Aslında öncesi demeliydim zira mutlak bir sonrası var mıdır mutluluğun
tartışılır ve hicap edilesi o sessizlik ya da kuru gürültü. İşte başladı yeni
günün tik takları.
Dünü dünde bırakmak
bazen zorluyor aslında genelde zorluyor hatta değil dün otuz sene evvelsi dahi
çıkmazken aklımda.
Psikolojik boyutta
nasıl bir aktarım söz konusu olabilirse ya da beşeri ilişkilerimizi
örselemeden.
Genel geçer kurallar ve
ben tüm uyumsuzluğumla hala bir şeyler iddia edebiliyorsam hele ki iştigal
ettiklerim itibar görmezken bir ömür ve ben hala tutturmuş aynı şarkıyı
söylüyorum:
‘’Kapı açık ve dön
arkanı…’’
Müdavimi olduğum bir
şarkı hele ki korunaklı iç dünyamın üryan vızıltıları bazen kâbusa çevirirken
hayatımı.
Mademki geldim.
Mademki gördüm.
E, o zaman nedir
vazifem?
Belki akademik bir
rövanş.
Ya da tılsımlı dokunuşu
meleklerin.
Aman ha… demelerden
muzdarip iseniz hele.
Boyutlarını geçtim
aslında edebi kaygılarımı da geçiştiriyorum bu sefer ve ılımlı bir yazının girizgâhındayım:
Ne bir pekiştireç ne bir imge sağanağı ne de boylu boyunca dün güncem; sadece
ve sadece hayatın uzantısında biz sakil faniler.
Gizemin tılsımında
basit bir öngörü ve hayli sıcak bir günün izdüşümü.
İstanbul hepten
belalım.
Ben hepten belalısıyım
İstanbul’un.
Demek ki her şey
yolunda… durun işte tam bu noktada ya geride kalan milyonluk İstanbul nüfusu?
Ve her nasılsa gününü
buluyorum şehri turlama amacıyla çıkıp da izdihama uğrayan caddelerde ne gidiş
ne de geliş yönüne denk düştüğüm üstüne üstük bir de ezilme tehlikesi geçirdi
mi insan ve canlı yayınla haberdar ediyorum bizimkileri: Annem hepten
pimpirikli ben zaten dağınık bir şekilde atmışken kendimi yollara.
Yine bir maç öncesi.
Yine polis bariyerleri.
Yine üstümün aranma
ihtimali ve asla haz etmediğim bu görüntüye müdahil olmamak adına gerisin geri
kaçıp çok başka bir istikamete yöneliyorum. Sanırım biraz alış veriş yapmak
yorgun sinirlerime iyi gelecek hele ki evde tek lokma yemi kalmayan çılgın
kuşlarımı da besleme kaygısı düştü mü içime.
Belki sahilde bir
bardak çay hiç de fena bir fikir değil tabii ki oturacak yer bulursam.
Buraya kadar kötünün
iyisi aslında yolumun üstü değil ama…
Velâkin günü doldurmak
ya da öldürmek en basit seçenek bir de ekonomiyi canlandırdım mı akabinde
cüzdanımın boşalma ihtimalini göz ardı etmesem de…
İşin şakası basit bir
günü satırlara taşıma isteğim ya da bir farkındalık geliştirmek en azından günü
anlamlı kılan bir yazıyı yine sizlerle paylaşmak.
Her nedense her sokağa
çıkışımda illa ki bir şeyler ters gitmekte.
Geçen hafta sonu bir
yürüyüşün trafiği kilitlemesi kadar olan yine İstanbul halkına oldu zaten
fatura mademki vatandaşa çıkarılıyor ister istemez nasipleniyor herkes yine
boyutu farklılık taşısa da.
İstanbul’ da her gün
bir olay zaten İstanbul başlı başına bir olay belki de en yorucu sevgili ama
aşkı da bitmeyen hele ki göz ardı edemediğimiz bir aşk ise.
Bu yüzden eşleşen çok
yanım var bu ıssız şehirle: görünürde yoğun bir nüfus ama ertesinde yalnızlığın
ta kendisi. Belki de o da bir İkizler burcu şehridir aslında öyle de. Öyle ya
İstanbul’un fetih tarihi mademki 30 Mayıs: demek oluyor ki ikizler burcunun bir
mensubu burç eşim.
Zamandan ve mekândan
alıp da nasibini… Lafı uzatmadan dönüş yolumdaki o suç duyurusu öncesine nasıl
müdahil olduğumu izah edeyim.
Senelerin aktarı
aslında çarşımızın en nazik esnaflarından biri ve nüfusu git gide azalan
gülümseyen yüzüyle insanlara ışık saçan.
Ve ne zaman gitsem hep
sıcak bir karşılama ile girerim dükkâna keza diğer müşteriler de. Lakin bu gün dükkân
öylesine dağınık bir hal almıştı ki sanırsınız ki yangın yeri.
Ve ben önce fark
etmeden direkt talebimi yönelttim: altı üstü bir kilo kuşyemi alacağım lakin
beni ne duydu ne de gördü. O ve üç beş esnaf arkadaşı ekrana yöneltmişlerdi
bakışlarını ve hararetli hararetli bir tartışmaya tanık oldum ister istemez.
Hatta kayıtları delil
olarak sunmaktan bahsediyorlardı lakin ne kanıtı ne sunumu?
Sonunda işin iç yüzünü
öğrendim.
Sevgili esnafımız bu
aşırı sıcakta biraz hava almak için dışarı çıktığı esnada aniden dükkâna giren
kimliği belirsiz bir kişi tarafından soyulmuştu. Sadece dakikalara sığan bir
hırsızlık ve kasadaki tüm parayı alıp kayıplara karışmış.
Bir yandan anlatıyordu
bir yandan da gözyaşlarını zor zapt ediyordu bu arada olan benim kuşların
yemine olmuştu. Bir kilo yerine dört kilo tartıp tutuşturdu elime. Bozuntuya
vermeden aldım ve yaptım ödemeyi.
İşin ilginci polise
gidip gitmeme konusunda kararsızdı bizimki üstelik kamera kayıtları elinde
olduğu halde.
Biraz kurcalayınca
öğrendim ki; adi hırsız cüzdanı fark etmemiş sadece kasadaki parayla yetinmiş.
Bunun onun için bir
şükür vesilesi olduğunu duyunca öylesine şaşırdım ki.
Kulaklarıma inanamadan
onu dinliyordum ve derken kararını verdi polise suç duyurusunda bulunmak için.
Bana en şaşırtıcı gelen
ise hırsızla ilgili tek olumsuz sözcük çıkmaması idi ağzından. Neredeyse
hırsıza acırcasına buruk bir tebessüm ile baktı yüzüme.
‘’Buna da şükür.’’
Hani neredeyse hırsıza üzüldüğünü
düşünecektim ki…
Dükkândan çıkıp
elimdeki yem torbasıyla yürürken enikonu düşündüm hem kendimi hem de tanıdığım
tanımadığım kim varsa.
Sürekli olarak
insanlığın raydan çıktığına tanık olduğumuz sayısız olay ve sayısız cinnet
vakası sayısız katliam.
Ya bu gün bizzat tanık
olduğum?
Onun iyi niyeti.
Ekmeğini taştan çıkarıp
neredeyse çalınan parasını helal edeceği kanısına varmam.
Ve polise gidip gitmeme
konusundaki kararsızlığı.
Güzel ülkemin güzel
insanları.
Demek ki hala bir umut
var demek ki hala yolumuzu aydınlık kılan güzel vicdanlı insanlar var ve iyi
niyetini kaybetmeyen.
Allah vere de kuşlarım
bu kadar yemi yiyip çatlamasa.
Allah’tan bildiğim çok
iyi bir kuşçu var tam da yem aldığım dükkânın karşısında.
Sevgilerimle.
Tüm güzellikler
sizlerle olsun.