Dem’in yarısındayım
belki de ölümün odasında bir teneffüs.
Şarkılar sayıyorum,
rakam misali yok oluşlar sonra da ramak kala mutluluğa pes ediyorum; boylu
boyunca uzanmaksa huzura, kenetleniyorum sakilce.
İblise rastlıyorum ara
sokaklarda ve kara kuru insanların gölgesinde avutuyorum yalnızlığımı hele ki
düşüşe geçen bir yağmuru yakalıyorum belki sulu sepken bir terennüm belki
bağnaz ve yeknesak bir özgüven.
Derledikçe içimin
dinginliğini; sorguladıkça yetim sırlarımı; selam verdikçe boşluğa… gelip
geçenlere tüm serzenişim… deme hakkına bile sahip değilken.
Pekişen büyüleyici
şehveti gözlemliyorum akıl hizama uzak, ahlak sınırlarıma ters bükey açı yapan
onca acıyı kucaklıyorum bu kez ve biliyorum ki kundaklandıkça mahremiyetim asla
büyümeyeceğim.
Zarfların isimsiz
teberrusu.
Sarkacın kırık
burukluğu.
Selvi ağaçlarına esefle
haykırışım.
Bilinmedik taarruzuna
maruz kaldıkça ve sabitlenen yaşım/yasım.
Ahmak dokunuşlarım var
ve ahvale söylem niteliğinde suskun bakışlarım.
Yoklarım var hem de
boyutsuz.
Var oğlu var diyen kaç
kişi ise itekliyorum aklımın pergeline ihanet eden tüm detayları oranlıyorum,
orantısız güç kullananlara nazire yaparcasına; orantısız güçsüzlüğümü
sabitliyorum bir katsayıda eşleşen belki de ara katlarında yazmadığım hikâyelerin
doğmaya aday kahramanlarını büyütüyorum bir anne şefkati ile.
Dem’in yarısındayım.
Demediklerim de
fazlaca.
Densizlere göz ucuyla
bakıp sıvışıyorum yoksunluğumun bölücü hücrelerine.
Dikkate değer ne ise
ama asla takdir-e şayan bir deyişe de mahal vermeden, tünediğim sıfatlara
dokunuyorum usulca hadi sen de, diyenlere inat bir de yüz görümü mutluluğa biat
kalemin şarjörünü dolduruyorum kelime ve imgelerle.
Dediklerime meal,
kırağı çalan ifrata isyan, kardıkça kararan… boyutsuz bir şelalede dokunaklı mizacını
bedensiz ruhun ve mecalsiz sükutun de demini aldıkça hayat... kırıkların isyanı
belli ki ve burukluğun teneffüsü yoksa sıra dışılığın vebali mi de kayıtsızlığı
pelesenk ettik, diyen katmanlara serdiğim örtüde hayallerimle piknik yapıyorum
madem ve d/üşüyorum usul usul erimekle buharlaşmak arası ve mübalağa etmeden
yonttuğum kalemi sorguluyorum gecede ifrata kaçan yalnızlığa göz kırpan bir
beyit kadar da zararsız ve sırasız bir bekleyişi tetikleyen meraklı gözlere
ikramım belli ki…
Dem’in sonundayım.
Katlarını aldığım
acılara; katmanlarına ayırdığım veballerin boynuna ve az sonra çalacak gonga
odaklı bir ritüeli ütülüyorum hele ki epriyen sesleri ve sezileri büyük
dilimlere ayırıp ikram ettiğim bir şiirin basamaklarında ölmeyi dilediğim kadar
ölümsüzlüğü tescillediğim şu beyaz kefeni sayfa niyetine giyinmişken bu yüzden
dem’in dediklerime ek söylüyorum son bir emri rica babında sunarken: Beni
kalemimle gömün.