Büyük
adımlar üretmeliyim; kocaman yüreğin hezeyanlarında da örtünmeliyim gayri
ihtiyari ve örtmeliyim tanık olduğum yalanları. Yarınların dün özrüne en büyük
terennüm belli ki yarından kopuk ayarımın güncesine yığdığım oturaklı hükümler.
Verdiğim
emirleri bir bir uyguluyor beynim; damarlarımda yas’lı tohumlar büyütüyorum
günden geceye solacağını bildiğim bir de bilmediğimin bilindik korkusu: Ha bu
gün ha yarın demelere aktıkça bir de niyazımda saklı tuttuklarım.
Günlerden
kopuk nizamda serkeş kaleler yine Rapunzel cümleleri mabet bellediğim, makber
bildiğim noktalama işaretleri…
İşin
aslı kayıp bir harfim ben: üreyen seslerin tetikleyicisi sessiz sükûtun da süregeldiği
ve nidaların yükseldiği her kitabın ayracıyım sözüm ona.
Sözsüz
şarkıların dahi istirahata çekildiği.
Çocuk
isyanlarımı bastırmalıyım, kımıldamalıyım da.
Kımıltıların
hesabını verecek değilim herhalde aslında hesap verdiklerim bir bir hesabını
verecek olsalar da günün birinde.
Büyüyen
yorgunluğumun mertebe bildiği rakımda hangi aklı evvele rast geleceğim de
randıman belledikleri nefretin izini silecekler benliklerinden…
Dün
bir bu gün iki yarın ise asla olmayacak biliyorum gerçi biliyorum bilmesine de…
Babam az sonra gelir. Allah vere annem vakitlice gelse de adam tozutmadan ve
dağıtmadan ortalığı hazırlasa çilingir sofrasını. Şimdilerde kadın tedarikli: Bulunduruyor
o yetmişlik mendeburu bir de yanına yaptı mı söğüş salatayı… Onla kalsa iyi
bizi de tıkıyor odalarımıza hani ne olur ne olmaz kilitliyor kapıyı üzerimize.
Geçenlerde
sordum anamgile:
‘’Neden
anne buna gerek duyuyorsun?’’
‘’Anlamazsın’’dedi
ve gerisini getirmedi de.
Daha
iki sene evvel hatta ağabeyim askere yeni gitmişti ki çöktü babam başımıza:
‘’Ne
ayak?’’ dedi.
‘’Ne?’’dedik
de hatta diyeceklerimizi bir bir hizaya sokmuşken… Koşa koşa geldi anam.
‘’Bey,
az yavaş. Onlar daha çok küçük…’’
Beş
parmağının izi silinmedi günlerce anamın sol yanağından.
‘’Kadınlığını
bil de söyletme beni. Hadi oradan…’’
Babam
önceleri böylesine hoyrat ve kızgın bir adam değildi. Ne olduysa o gece oldu.
***
‘’Açın
kapıyı. Şikâyet var.’’
Önce
annemin sesini duyduk sonra da camın kırıldığını. Tüm mahalleli toplanmış evin
önüne:
‘’Hey,
sen, Şükrü Efendi.’’
Mazlum
bir adamdı oysa babam önceleri ama o gece…
‘’Bey,
bey, kapıyı kıracaklar. Aç hadi. Elbette bir suçumuz yok o yüzden bir an evvel
anlaşılsın suçsuzluğun.’’
Babam
ne için suçlanabilirdi ki hele ki işinde gücünde bir adam. Ha, bu arada babam
diğer yakada bir hastanede temizlik görevlisi olarak çalışıyor. Anlayacağınız
hakkıyla helal para kazanan bir işçi. Aslında dirliğimiz düzenimiz çok şükür
yerinde her ne kadar etin yüzünü senede bir kere görsek de ve her ne kadar
anamın elleri gittiği el kapılarında temizlik yapmaktan yara olsa da. Neyse…
Anlatayım ben. Aslında anlatsam da geri dönmeyecek eski günler ama…
Babamın
kapıyı açması ile polisin ve mahalle halkının babamın üstüne çullanması aynı
an’a denk geldi. Hepimiz dehşet içinde olanları izlemeye başladık.
‘’Şükrü
Şakir sen misin?’’
Babam
yüzükoyun yerdeydi. Ağzından zar zor döküldü sözcükler.
‘’Ne
istiyorsunuz benden?’’
‘’Mahalle
bakkalının kızını alıkoymaktan şikâyet var hakkında.’’
‘’Tövbe,
tövbe. İftira. Hem günah da bu iftira. Benim de kız evlatlarım var. Siz ne
dediğinizin farkında mısınız?’’
‘’Kamera
kayıtlarından tespit ettik seni.’’
‘’Vallahi
yanlışlık var memur bey. Az evvel geldim işten. Aha, şimcik kalktık sofradan
ailecek. Tam yatmaya hazırlanıyorduk ki…’’
‘’Kes
sesini. Kamera kayıtları yalan mı söyleyecek? Hem senden başka aksayan insan
yok yakın çevrede.’’
‘’Ne
yani, aksıyorsam suç mu yani üstelik bu benim ayıbım değil ki Rabbim öyle
yaratmış.’’
‘’Masal
okuma. Kızın ailesi senden şikâyetçi üstelik iki aile daha şikâyetçi senden
ayrıca sen bu gün işe de gitmemişin ki.’’
‘’Memur
bey, yalandır günahtır. Yapmayın. Ben kız babasıyım nasıl böyle bir iftirada
bulunuyor ki bu insanlar üstelik…’’
Babam
konuştukça daha da batıyordu ve alıp götürdüler anında zaten aklı gidip gelen
bir adamdı görünen o ki kalan aklını da yakında kaybedecekti.
Kamera
kayıtlarına gelince hiç kimse böyle bir delil sunmadı hâkime sözüm ona
yanlışlıkla silmişti görevli lakin babamdan alınan kanla kızların adli
kontrolünde kanıtlar netlik kazandı. Evet, babam büyük bir suç işlemişti ve
büyük de bir günah.
O
mahpusta bizler ise sokaktaydık. Ev sahibi o gecenin ertesi kapı önüne koydu
bizi. Ne gidecek kimsemiz vardı ne de kalacak bir yerimiz. Allah’tan hava yazdı
da parkta orada burada idare ettik bir süre.
Derken
sattık savdık ne varsa: Anamın annesinden kalma üç beş ziynet eşyası bir de
memleketteki arsayı yarı fiyatına. Velhasıl başımızı sokacak bir gecekonduya
rast geldik. Allah’tan sahibi Almanya’da işçi olarak çalışıyordu da az paraya
kiraladı bize ve altına da imza attık taahhüdün:
‘’Bir yıl dolar dolmaz evi boşaltacağımıza söz
veriyoruz.’’
Anam
çok kızmıştı adama lakin susturduk onu tez elden yoksa halimiz haraptı kış
öncesi.
Derken
haberini aldık babamın. Koğuş arkadaşlarını hesabını sormuştu babama
yaptıklarına inandıkları ne ise… Akabinde sevk ettiler garip adamı en yakın
hastaneye. Kan revan içerisindeydi vücudu ve şoka girmişti. Bir süre yoğun
bakımda kaldıktan sonra bu sefer de psikiyatriye sevk edildi adam. Mecburen şok
uygulamışlardı ve adam geçmişini silmişti beyninden daha doğrusu bildikleri
değildi artık hafızasında kayıtlı olan zinhar yalandı ne dese ve inandırılmıştı
başka bir kimlik olduğuna.
Zaten
başhekim kesin kararlıydı: Cezası dolana kadar kalacağı mesken artık akıl
hastanesi idi. Bizim gidip onu görmemiz ise yasaktı.
Garip
anam arada sarma yapar, ev yemeği tatsın diye giderdi lakin almıyorlardı içeri
babamla görüşmeye. Durum böyle olunca akıl vermeye başladı anamın akrabaları.
‘’Hal
böyle madem boşan sen de. Dön köyüne sana uygun bir adam bulalım. Bak, bizim
Naime hanımın ağabeyi yatak döşek. Az dayan o da bıraksın sana malını
mülkünü.’’
Anam
sepetlemişti akıl hocalarını.
‘’Gidin,
def olun. Gözüm görmesin sizi. Sizin gibi akrabalarım olacağına bir başıma
bakarım ben çocuklarıma. Ben onun kötü günde de karısıyım üstelik kocam suçsuz.
Basın gidin.’’
Hal
böyle olunca ne gelenimiz ne de gidenimiz kalmıştı ta ki…
Anamı
hastaneden çağırıyorlardı tam kadın temizliğe gidecekti ki bir Pazar sabahı
gelen telefonla hepimiz irkildik.
‘’Kocanı
salacak hâkim. Dava yeniden görüldü ve davalılar şikâyetlerini geri aldılar.’’
Anamın
alı al moru mordu.
‘’Yani,
kocam suçsuz muymuş?’’
‘’Aynen.
Boş yere hapis yattı senin adam. Olur böyle şeyler. Gel şimdi, al kocanı ve
eski hayatınıza geri dönün.’’
İyi
de…
Biz
düşünüyorduk neyin iyi neyin kötü olacağını ki annem sevinçten bağırmaya
başladı.
‘’Yaşasın,
babanız eve geri dönecek…’’
Sahi
iyi miydi kötü mü ya uyguladıkları elektro şokun sonuçlarını babam bir ömür
taşıyacaktı madem… Gerisini getirmemize izin vermedi anam.
‘’İyi
günde de kötü günde de biz bir aileyiz. Hem sevgimizle iyi ederiz babanızı.’’
Ve
babam döndü eve aslında dönen babam mıydı yoksa…
***
Demek
ki her şey yoluna girecekti.
Demek
ki babam suçsuzdu.
Öyle
ya, adam bir ömür sahip çıkmıştı ailesine.
Öyle
ya…
O
adam gitmişti ve yerine başka biri gelmişti madem biz de katlanacaktık ama
görünen oydu ki bizim artık bir babamız yoktu onun yerine…
Mahalleli
biliyordu az çok hikâyemizi ve babamızın iftiraya uğradığı da kanıtlanmıştı ya…
Velhasıl
geldi evine ama çok tuhaf huylar edinmişti. Hastanede saçlarının kesilmesine
izin vermemişti ve adam resmen saçlarını karısına ördürüyordu uyanır uyanmaz
sonra da annemin odasında ne varsa geçiriyordu üzerine: Bazen bir etek bazense
şalvar ve boca ediyordu anamın allığını rujunu. Bizler dehşetle izliyorduk onu
ve kıvıra kıvıra çıkıyordu sabahın kör vakti ta ki gece olana kadar da yoktu
ortalarda.
Biraz
oradan biraz buradan duyduklarımızın haricinde pek anlam veremesek de babamın
gidişatına; oysaki her hükümlü gibi çekmişti cezasını üstelik temize de
çıkmıştı k ve derken…
Bir
sabah annem peşine düşecekti ki engel olduk kadına.
‘’Bırak
be anne. Demek ki yaşadıklarının etkisinde unutmak istiyor kötü günleri.’’
Ve
bir gün döndü eve erkenden. Çantasını çıkardı paltosunun cebinden ve parlayan
gözleri ile dikti bize bakışlarını.
‘’O
ne, Şükrü?’’demesine kalmadı ki annemin…
Pembe
nüfus cüzdanı ile şevk ile bağırdı babam:
‘’Artık
Şükrü yok. Bundan sonra Şükriye. Hadi ne duruyorsun kız. Hazırla benim çilingir
soframı kutlayalım doğum günümü. Ne duruyorsun, çabuk tutu elini. Kafayı
dağıtayım da hazırlanayım geceye. Ne de olsa pavyonda işe başlıyorum. Ah, ah,
öyle mutluyum ki. Yaşasın hayat ve çıkarıyorum artık hayatın tadını. Hem bak,
bu gün bizim günümüz kardeş…’’