Allah bir ve son peygamber de Hz Muhammed (a.s) ise, neden bugün binlerce çeşit tarikat ve cemaat var. Hepsi de, benim yaşadığım doğrudur diyor ve sonuçta başka inanmış Müslümanların amellerinin yanlış olduğunu, dinden çıktıklarını savunuyor! Neden hadisleri herkes aynı derece de doğru görmüyor, herkes dayanaksız ve rivayete dayalı hadisleri her yerde delile dayandırmadan varmış gibi savunuyor?
Gerçek Allah dostları elbette var ama biz bunları göremiyoruz, çünkü onların bize, dünyaya tamahı yok, onlar politika ve mal veya evlat çokluğu ile uğraşmıyor ya da övünmüyorlar. Onlar, ben şöhret olayım derdinde de değiller. Allah insanlara zeka vermiş, ilim yolunu açmış, “Oku”yun demiş. Neye inanıyorsanız araştırın da demiş. Kim ne söylüyorsa, doğruluğuna inanmadığınızda doğrusunu da öğrendikten sonra kabul edin, rehber seçtiğiniz kişinin her sözüne de inanmayın demiş. En doğrusunu araştırın demiş!
Neden her yerde kendisini İslam alimi gören ve konuşan kişiler, hepsi bir araya gelip, yanlış hadis ve sünnetleri bir süzgeçten geçirip, doğrusunun olduğu bir kitabı yayınlamazlar? Neden çok seslilik ve kavgalar devam eder durur? Dünya uzay çağını yaşarken, her şeye internet yoluyla ulaşılırken, nedir gizli kalan, yahut kaldığına inanılan şeyler? Neden cahillik almış başını gidiyor ve ağzı olan yanlışı konuşuyor ki… İlk önce bazı kelimeleri ortak kabul etmemiz ve ortak dili konuşmamız gerekiyor, ezan gibi, oruç gibi… Ortak ahlaki terimleri ortaya koymamızda gerekiyor. Eğer ben bildiklerimi paylaşırsam cennete giremem diye bir korkunuz varsa, bildiklerinizi paylaşmıyorsanız; Allah cenneti öyle büyük yapmış ki, isteyen herkes oraya girecek, inşallah, korkmayınız olur mu? Ben bu konuda iki temel terimi vurgulamak istiyorum.
Cahil, Allah'ın istediği gibi ona kul olmayan kişidir; ister alim, ister zengin, isterse zeka küpü olsun!
Hafız, Kur’anı eksiksiz ve güzel okuyan, sorulan herhangi bir konuda tüm ayetlere hakim ve içeriğini eksiksiz bilen, alim kişidir! Ezber yapan değil, okuduğunu yaşayan ve anlayan olmalıdır.
Günümüzde halen tarikat dediğimiz işlevsel hakikat devam etmektedir. Ancak içini dolduran çoğunluktaki kişiler, gerçek anlamda bir menfaat peşindedirler. Her türlü fındığı kırıp, Şeyhinin cennete gireceğine inanarak, kendisinin duasını almakla, şefaatiyle cennete girecekmiş inancı hakim. Allah izin vermedikçe kim kime şefaat edebilir ki? Allah eğer kulunu cehenneme sokacaksa, buna kim şefaat ederek engel olabilir ki? Kişinin cennet ya da cehenneme girmesi Allah’ın yetkisindedir. Ey bu düşüncedeki insan aklını başına al, Allah ne emrettiyse ona göre yaşa ve yalnızca Allah’a kul olmanın hazzını yaşa! Hangi kimlikten olursak olalım herkes can derdinde ve kendini kurtarmak için çaba göstermektedir.
Eskiden, tarikatlarda yukarıda tanımını yaptığım, cahil olmayan, hafız olan, insan psikolojisinden ve eğitiminden anlayan alim ve şeyh kişiler; insanlara bildikleri tüm ilimleri öğretir ve kişi alim olurdu! Kişi tarikata, ilim öğrenmek için giderdi. Yani, temel İslami yaşantısını daha da güzelleştirmek için, takva sahibi olmak için oraya gitmeyi tercih ederdi. İlim öğrenenlerde kalbini islah ederek, temizleyerek her türlü ahlaki donanımı orada öğrenir ve yaşardı. Bugün tarikat dediğimiz yerlere, aklına esen gidiyor, özellikle cahil kimseler. Kimi çevre edinmeye, kimi ticaret yapmaya, kimi politik yolu açmaya, makam ve zenginliğe… Merdiven gibi görüyor! İşin aslı ilim değil, dünyalık oluyor. Bu yüzden günümüzde ahlaki kirlenme had safhaya çıktı. Tarikat, Osmanlı dönemindeki gibi esas görevini yapabilse, Yunuslar, Mevlanalar, Hacı Bektaşiler… Anadoluyu saracak yeniden!
Tarikatın bile bir sınavı olmalı günümüzde! Herkes bu eğitimi almamalı, kim o yere gidecekse, üniversiteye gider gibi burayı kazanmalı ve bir kimliği olmalı… Madem üniversite sınavı var ve insanlar buralarda ilim öğreniyorlar, öyleyse bu tarikat türü yerlerde de sınav olmalı, kişiye burada ki eğitimi ve ahlaki terbiye anlamında ne verileceği yıl ile belirlenmiş bir müfredatın olması, bana göre uygun görünüyor. Çünkü eskiden, bir tarikata girecek kişi, tavsiye ile şeyhe geliyor ve bu ilmi alıp alamayacağı sorgulanıyordu, bu bir nevi sınav ve mülakattı.
İslamı öğreten kurumun adı ne olursa olsun, ciddi, Allah’tan gerçek manada korkan ve gönüllü kişilerden olmalıdır. Bu kişilerin profesör gibi, bir çok sohbetleri ve tezleri de olmalıdır! Her kişi, babadan oğula geçer gibi, bu kurumun başına geçmemelidir. Bu bir imparatorluk yeri değildir. Kim layıksa o orada bulunmalıdır. Sonuçta hedefinde yokluğu-fenayı keşfetmek isteyen tarikat ehlinin, varlıkla-dünyayla ne bağı olabilir ki…
Ortak dil, ortak hadis ve sünnet kabulu… Kur’anı iyi yorumlayan hafızlar, günümüzün gerçekten ihtiyaç duyulan, unutulmuş değerleridir. Tüm dünya Müslümanı, İslam denildi mi, aynı kabulü yapacak eğitimden geçmeli, aynı zalime karşı birlik olup savaş açmalı, aynı sese kulak vermelidir. Eğitim verilen yerin adı ister üniversite olur isterse tarikat, kabul şekli bir ve aynı olunca bu bize problem oluşturmaz, asla… Sonuçta, Allah birdir, yolu da birdir…
Saffet Kuramaz