Ekim ayı durağanlığıyla arz-ı endam etti lakin yağmur bulutlarına konmuş da gelmiş de bizler hala yazın rehavetiyle güneşin açmasını bekliyoruz.

 

Sıra dışı durağanlığında hayatın, sıradan bir gün; bellediğimden çok farklı bir ya da bilinçaltı zenginliğimin bilincime fark attığı.

 

Keşke her yeni gün yeni bir kimliğe bürünsem ve yeni şehirlerde yeni hayatlar kursam sonra da farklı tılsımlarını ömrün tek tek dile getirsem hani olur da okuyucu da nasiplenir bunca farklı kimlikten ve her nabza göre ayrı ayrı şerbet veririm en azından bölücü imler değil iken kullandığım, kursağımdaki sevgiyi cümleten de pay ederim.

 

Karanlıkta el yordamı yolunu bulmak gibi bazen yazmak belki de iki üç sene evveline kadar yazmak için yaşadığıma kanaat getirip de yaşantımı da yok saydığım derken içine girdiğim o çetrefilli süreçte nasıl olduysa eşsiz bir farkındalık geliştirip sevdiklerime ve yakın çevreme daha fazla vakit ayırmak adına hayatıma az da olsa çeki düzen verdiğim.

 

Pablo Neruda’nın kalemiyle geç bir tanışıklığım oldu bu anlamda nerede onun adına rastlasam derhal irkiliyorum sanırım son okuduğum bir yazısında dile getirdiğini kendime çok yakın buldum. Aslında ben kim oluyorum da iç dünyamı P. Neruda ile özdeşleştirip yeni bir sunum çıkaracağım ortaya? Gelin görün ki; kim olursa olsun kendimi yakın hissettiğim illa ki kendimi ona adayacağım ya da aday bildiğim ruhani seçenekleri bir şekilde kıyaslayacağım üstelik boyumu aşan onca farklılığı ve zenginliği de göz ardı edip.

 

‘’Ben duyguları, insanoğlu, kitaplar, olaylar ve savaşlarla beslenen doymaz biriyim.’’ (Alıntı)

 

Dünde kalan bir cümle olsa da genele yaydığım düşünce ve duygularımda sıra dışı bir neşe ve özlemle kucaklaştığım eşsiz bir dünya örneği…

 

Aklımın alıntılarında, kuramlar doğmak adına sancılı iken ve ben tüm kuralları kuralsızlığın kaidesi bellemişken gelin de çıkın işin içinden bakalım.

 

Somut bir özveri belki de yoksa soyut bir imge karışımı mı olmalı yine aklımın dağlarında ben hala neyi aklıyorsam?

 

Kolay olmadığını biliyorum bilmesine gelin görün ki zora sokmak değil benim amacım belki de zorba yükümlülüklerimi yok sayıp basite indirgemek adına da sayısız gel-git yaşıyorumdur.

 

Dünden sarkan… nasıl ki benliğin katmanlarında bir zaman algısı var; bize düşen de zamanı böldüğümüz gibi benliğimizi parçalara ayırmadan yine dinginliği lav eden kıvılcım mağduru yangınlarda izimizi sürüp de kurtaracağımız ilk şeyi seçmek yine yangından: elbette özveri ile yaşayıp, asla kurmaca olmayan hayatlarımızda kurgulamak adına yeni hikayelerden paylar çıkarmak payımıza.

 

Ne de olsa hayatımız bir roman kadar dolu yoksa boş mu demeliydim? Ne de olsa dolu dolu yaşanmışlıklar her daim dolu sunumlar hak etmiyor belki de boşa geçen yıllarımızdır benliğimizi ve belleğimizi doldurup yine bilfiil sunmak adına bir mutluluğa vesile olan.

 

Her daim sıkıntı çektiğim bir kavram düştü aklıma aslında son bir yıldır bayağı nemalandığım ve önceme bakıp da kendimi esefle kınadığım. Adına sabır denen eşsiz bir malzeme aslında hayatın yakıtı ve ben nakarat bellemişken şu üç kelimeyi:

 

Sevgi.

 

Sabır.

 

Şükür.

 

İşte yine büyük ustadan alıntı bir cümle yoksa hazine mi demeliydim?

 

‘’Ateşli bir sabır…’’

 

Neye tekabül ettiğini bilmiyorum ne de olsa devamı yoktu okuduğum sayfalarda lakin öylesine dolgun ve doygun bir açılım ki bizler kendi boşluklarımızı pekala doldurabiliriz.

 

Ateş…

 

Hangi sırrın peşindeysek…

 

Ya şifresini hatırlamıyorsak yürek sesimizin?

 

Yeniden sevmeyi deneyebiliriz o zaman: mesela kendimizi azıcık sevip karşımızdakine intikal ederken düşünce ve duygu silsilesi. Çok zor gözüktüğünün farkındayım hatta önceleri bu denli zorlandığımı da hatırlamıyorum sanırım insan günbegün yeni hayatlar, yeni hayaller ve imkânsızlık peşine düşüp de kendisi ile cebelleşiyorsa çok mümkün bazı şeylerin zora girmesi.

 

Acı ve korku ve özlem.

 

Başlı başına özel ve öznel bir tasarım ne de olsa herkesin ilgi alanında farklı açılımlara sahip yoksa varlığımızı sahipsiz hissedip de mi bunca sıkıntıyı bir arada yaşıyoruz?

 

Komik belki de ne de olsa bir şeylerden bir yere varmayı hedefleyip varıp varacağımız yine cevapları olmayan soru cümleleri: bu, belki de bizi hezimete uğratan sonra da kabuğumuza çekilip, ördüğümüz hayatın gerçeklerini ürkütücü bir şekilde yaşayıp buyur ediyoruz mutluluğu.

 

Korku mademki acının ta kendisi, gizlendiği için mi acı olarak hissedilmiyor?

 

Bilmemek korkutuyor aslında ya da bilmezden geldiğimiz gerçekler: görüp yok saydığımız ya da aslında var olmadığını bilip de gerçekle eş değer tuttuğumuz.

 

Ve bizi ortak noktada buluşturan:

 

Hayatın nice an’ı ve deneyimleri ve de tabi olduğumuz duygularımız ne de olsa her birimiz ayrı ayrı duyumsayıp aynı adreste rastlaşıyoruz birbirimizin görüntüsü ile.

 

Birleşen insanlık hem de tek olan ve aynı: geçmişte de kalsa geleceğe bir uzantı da olsa hatta ölü ya da diri; fark eder mi, söyleyin?

 

Adı ne olursa olsun ya da unvanı. Varsın reşit olmasın ya da ölü ya da diri hele ki mevzu bahis ortak duygularımızın kaynakçası ise ya da acılarımız ve sevinçlerimizle gölgelerden arınıp feraha çıkıyorsak bu değil mi, hayatın ve insanlığın birleştirici gücü?

 

Tıpkı ortak yaşadığımız mevsimler gibi.

 

Alın size sonbahar yağmuru: aynı topraklarda, tek bayrak altında ya da dünya denen düzeneğe kayıtlı iken her birimiz ve kimi zaman yağmuru kimi zaman felaketleri aynı anda yaşayıp yine sahip olduğumuz hülyalarımız ile mutluluğa nokta atışı yapmışken neyi neden paylaşmayalım ki?

 

Sabra delalet yükümlülüklerimiz aslında sıradan gözüküp de sıra dışılığı yaşadığımız zaman aralıkları…

 

Acının buluşturduğu ya da gelecek kaygısı belki de ölüm korkusu…

 

Ve aşk.

 

Evrenden yayılan aslında insandan insana bulaşan aslında istediğimiz bazense terk edildiğimiz lakin fark edilmek isteyip de bihaber iken sevdiğimiz insan bu doğa harikası duyguyu aynı anda solumazken belki de solan bir çiçeğe hürmet gösterip kuruttuğumuz çiçeklerle avunduğumuz ve savrulduğumuz ve savurduğumuz nidalarımız.

 

Ekim bereketiyle geldi.

 

Ekim iyi ki geldi.

 

Aslında ben de kendime geldim.

 

Belki de çoğu insan özüne vakıf olmak adına farklı açılımlar getirmek istiyor hayata.

 

Sabrımı/zı veren, şükrümü/zü eksik etmeden yaşama bilinci ve benim farkında olmadıklarımı yine yakınımdakiler bana tek tek gösterirken…canım/ız yansa da…ya, sonrası, demeye cesaret gösterip yine fıtratımı/za uygun umutlar ekerken gönül bahçemize ve bazen sıra dışı olmakla suçlanıp bazense sıradanlığı reddedip…

 

Güncemdeki yeni aya, yeni güne merhaba.

 

Merhaba, tüm hayat âşıklarına.

 

Merhaba yolunu kaybeden Allah yolcularına yine Allah yeni kapılar açarken…

 

Zor olsa da vazgeçmek olası mı?

 

Başarı kaydetmeyeceğimizi bilsek de için için mümkün mü yeni baştan denememek ve sevdiklerimizden vazgeçmek?

 

Ve hür irademiz, koşulsuz sevgimiz ve seçimlerimiz iken yine benliğimizin ve hür irademizin izdüşümü.

 

 

( Ateşli Bir Sabır... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 1.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu