Yaşıyoruz…
Nefes alıyoruz…
Her şeyden haberimiz var!
Her habere pür dikkat kafamızı
uzatıyoruz...
Yanlış yaparsak, fazlasıyla bedel
ödüyoruz!
Doğrusunu yaparsak, hayır dua
alıyor ve alkışlanıyoruz...
Şimdi sorsam, nefes almaktan vazgeçebilir misiniz, “Hayır!”,
Acı ve bedel ödemeye razı
mısınız, “Hayır!”
Başkasının acı çekmesini ve bedel
ödemesini ister misiniz, “Hayır!”
Hayır demek değil, Hâyır isteriz dersiniz
değil mi?
Yani iki sözcükteki fark,
şapkadan kaynaklanıyor. Şapka giymeyi tercih ediyorsunuz.
Haydi, şapka giydiniz, size
soruyorlar, “Bu sıcak havada neden şapka giyiyorsun, ya gerçek kış geldiğinde
giyecek ne bulacaksın?” bu soruya, cevap veremiyorsunuz! Giydiğiniz
şapkanın eleştirisine mana veremiyor, açıklama yapamıyorsunuz! “İçimden geldi. Giydim!”
deseniz, kendine eziyet ettiğini düşünecekler, acıyacaklar size, delirmişsin diyecekler…
Modaya uydum deseniz, böyle moda mı olur diyecekler… Hâyır
yapıyoruz ama o yaptığımız hâyrı
sorgulayan bir toplumda yaşıyoruz. Yaptığımız her hayrı, çarçur etmek gibi
yorumluyorlar! İnsan ne kadar zor kazanıyor, nasıl verilebilir böyle
anlamıyorlar. Bunu bizde yapıyoruz ve bu yaptığımızı da anlamıyoruz. Bildiğimiz
tek şey, Allah böyle emretmiş, iyidir, sevap kazanırız düşüncesi…
İyiliği emrediyoruz, sakın yapma!
“Niye ki…” diyor. Yaparsan günahkâr
olursun, Allah seni görüyor, melekler yaptıklarını yazıyor diyecek oluyorsun, “
Hani nerede, göstersene!” dese, diyecek
söz bulamıyorsun! Biz her şeyi Allah’ın
gördüğünü tasavvur edememişiz ki… Bu soruyu sormadan, körü körüne inanmışız!
İnsan eli var ama elinin ne işe
yaradığını düşünmez. Neye ihtiyaç duyarsa onu kullanır. O kadar ağır bir şey
kaldırır ki, el kaldırmıştır ama beli kaldıramamış ve bel fıtığı olmuştur. “Yandın
anam! “ diye feryat eder, iki büklüm kalakalırız oracıkta. Sonra da derler, “Niye
kaldırdın ki…”
İnsan her gün aynı sokaktan
gitmesine rağmen, sokağında ki bir bakkalı bilmez. Yabancı biri sorar, “ Sizin
sokaktaki falan bakkal nerede? Şaşırırsınız, “Ya bizim sokakta bakkal mı vardı.”
Hem bedenimizde, hem çevremizde
neler, neler var, değil mi? Acı düştüğünde, işimiz oraya yön bulduğunda
çaresine bakıyoruz. Bel fıtığı olmuşsun kardeşim, onu o vakitte öğrensen ne olacak
ki…
Kanser demişler, bir bakmışsın
namaz üstüne namaz kılmaya başlar, gözyaşı ve dualar artar. Hep karşı geldiği,
öğüt verilse umursamadığı gerçek ruhuna değse, her şey başkalaşıyor. “Neden
ibadet ediyorsun böyle birdenbire?” desen, “Ya ölüm var, günahım da çok, Allah’ın
affına sığınıyorum!” diyebilir. Ancak hala şunu diyemez, “Ben Allah’a aşığım ve
ona kavuşmaya gideceğim, ebedi misafiri olacağım, yanımda ne hediye götürebilirim
onu topluyorum, yanına vardığımda elim boş gidemem ki! “
Konu para olsa, her teoriyi
sıralar; konu aşk olsa, şiirleri yaralar; konu mal mülk olsa, resimdeki her
kareyi karalar! Ancak, bilir bilir de, bunların hiç biri mutlu etmez, elinden
çıkar gider, hal değiştirir ama vazgeçemez, ta ki mezara gidene kadar! O anda,
her şeyi öğrenir, öğrenir de, dünyada acısına çare aradığı gibi artık çare de
bulamaz, arayamaz!
Bu kadar teknolojiye rağmen, bu
kadar oyuncağa rağmen, bu kadar lükse rağmen… İnsan düşünmez! Düşünmenin
parasal değeri yoktur ki… Eğer bilmiyorsa, parası vardır ya hazır alır değil m?
Ahir zamanda yaşıyoruz. Bilginin
her yerde beni gör dediği çağda… Bilmediğimiz bilgiye ulaşacak fırsat ve metotların
açıkça bulunduğu ve üstelik bedava ulaşıldığı çağda… Ancak, “Ben” diyerek,
bildiğimizi okumaya devam ediyoruz. Bilirim diyenin peşinden giderek, doğru-yanlış
ne derse taklit ediyoruz. Alın secdeye gitse de, beden oruç tutsa da, tutku
hacca varsa da, bilmediğimiz İslam’ı yaşadığımız için, etkileri ne ruha ne de
bedene tesir etmiyor. Ahlak da elden gidiyor, Çıldıran, çıldırana!
Bu noktaya gelince ne demek lazım
bilmem ki… Herkes internete, herkes kütüphaneye, herkes bilgiyi, bilinci
keşfetmeye desem… Diyeyim ben yine de belki birileri kendini ve Rabbini
tanımayı amaç edinir, kim bilir!
Saffet Kuramaz