Gün özürlüyüm hatta gülüşlerimi
kaybettim.
Çelme takılan bir imgeden payıma
düşen,
Çemkiren lanetine iblisin
Rahmetle dokunan
O şakıyan bülbül.
Derme çatma yükümlülükler,
Dalgın tahayyülüm
Güme giden dünümden
Yarına varmayı ise hep ertelediğim.
Güdümünde manifestosu günün,
Delici bakışlarında ölen mutluluk
Yine ellerime yapışan
Aksimde kuru sıkı bir bulut:
Adeta inmiş gökten,
Yalıtıldığım şu evrene nispet
Aksayan cümlelerin rotasına tutsak
Bir fiil tadında olsa da özlemim
Kaybolmalardan muzdaripim
Hele ki görünmeyeni tasdikleyen
Şu hüznüme biat
Hani olur da çalar kapımı
Unutulduğum kadar unuttuğuma mı
yansam
Yanmayı meşk bildiğim şunca kelamı
Bir de alt üst edip
Daha da mı kazısam derini?
Bir fıtratın bir de gazabın yolcusu;
Bir elemin bir de yanık sesine
Yanlı kaderin.
Teğet geçmek istediğim ne ise aslımı
da astarsız bir varsayım olarak sunmak adına ötekilerin beridekilere yüklediği.
Cümleler nazarında nasıl ki sakil bir
kavramım aslında avam kamerası mensubu şaşalı bir menkıbe kıvamında bir de göle
çaldığım mayanın yasını tutmaya baştan niyetli isem.
Tek düze varlığımın hicap yüklü
manifestosu dediklerime binaen yaşama sanatına direndiğim belki de kaderin tok
sesinde tıknefes bir fani olmaktan öte gidemezken.
Ölümlüyüm işte bir de öldürdüklerime
düştükçe yolum…
Sıcak bir iklim de ısmarlayabilirim
aklım sıra sonra da peşine düştüklerimle hasbıhal ederim iki çift lafın bir
yerlerini kırmaktan öteye gidemezken. Kırıcı cümleler hezeyan sundukça ve aklın
mermerlerinde kazıdıkça ismimin harflerini sonra da bir tekerleme dolandı mı
dilime belki de unutmaya gebeyimdir tüm olup biteni.
Zemherilerden arda kalan o zincirleme
kelime kazaları. Debdebeli bir cümle kurma istemim ve ansızın bastıran sis ne
de olsa yüreğim de beynim de infilak etmek üzere ve ben kustukça yuttuğum
gölgeleri bu da yetmezmiş gibi kader abandıkça ve hala nasıl oluyor da yol
yordam bilip tek kullanımlık cümlelerin peşinde koşturup duruyorum.
İzdiham yaratan duyguların merhalesi
ve kıvamında olumsuzluk denen mefhumun sonra da anne reçeli kıvamına getirmeye
çalıştığım fabrika çıkışlı isyanlarım ve rengi koyulan aslında şekli şemaili
kayıp ve rafine düşüncelerle istilası yine ruh denen düzeneğin uzvu tanısında
değişen mimiklerim…
Verdiğim aşırı tepkiler ve kaderin
repliği düşmezken dilimden.
Karaçalı misali hala nasıl ki miadım
dolmadıysa…
Kanmaya müsait varlığımın kararmaya
yüz tutmuş gökyüzünde nasibine düşen bir rahmet adeta yine yazdıkça çözüldüğüm
ve çözdükçe gizemi yeni düğümlerle kıstırıldığım. Beti benzi atmış hangi
unutulmuş kelime ise kuytularda gizlenmiş ve dengimi bulduğum o teyakkuzun
mimarı yine sefil bir cümle inşa etmek adına aşka düştüğüm.
Bir kelamdan çok öte.
Kerem’den bile yanık.
Özümü ararken közlendiğim; közde
piştikçe nemlenen gözlerim aslında gözlerimi alamadığım evrenin nasıl oluyor da
yansımasını görebilmekteyim bu dar ölçekli sayfadan bakıp da kendimle müşküle
düşmenin ayrımındayken?
Zihniyetlerden kaçmak adına
sığındığım tekil bakış açısı yine de olası değil soyutlanmak ne de olsa öğreti
ve dogmaların gölgesinde geçen koca bir ömür ve ben günahımla sevabımla
yaşamayı beceremez bir tekerleme kadar kendini tekrarlamaktan yaka silken yine
de talihsiz bir ön yargı ile öncelikle kendime muhalif.
Sabırsız olduğum kadar da sevgi
arsızıyım belki de boyutsuzluğumun hengâmesinde en muzdarip olduğum sonra da
katmanlarında sevginin dirayetimin sınandığı kadar riayet ettiğim düzeneğe de
kırgınım belki uyutulduğumdan yakınıp uydurduğum masallar yine mutlu sonlara
gebe olmasını tahayyül etsem de eklem yerleri acıyan hayallerimle kumpasa
kurban gittiğim dünya gerçekleri.
Önce bir öfke ısmarlayabilirim
ardından da demli bir çay ve boca ederim çaya kıtlama yaptığımın doyumuna
ermişken ama şiir yüklü yüreğimi de deşifre etmişken o dem’in içinde.
Uzun boylu da olabilir şekerden
yaptığım dağ misali kırgınlıklarım sonra da içimin ölçümünde perhize girdiğim
her yeni günü ihbar ederim nöbetçi çaycıya. Çayımla, poğaçamla ve yalnızlığımla
da avunurum böylece.
İstifli maruzatımla imtiyaz sahibi
olduğumun da sunumu iken güne eşlik eden mevsimsel kırgınlıklarım ve suratımdan
düşen bin parça da değildir hele ki sevdiğim insanlar yakınımdaysa.
Uzaklardan gelen bir selamı
paketlerim ve sunarım yakınımdakileri sonra da uzağımla yakınımı uzlaştırırım
hele ki derdest geçitlerimde rehin düşen hayallerimi de uyduruk bir panoya
iliştirirken.
Gözlem gücümde ya da bayat tefsirinde
içime ektiklerimin boy veren başaklarına dokunup da boşa aldığım bir cümle ise
ikilem yüklü hezeyanlarımdan anlık bir mutluluğa dönüşen.
Kara yazgısında kimi insan kaderi
suçlarken ve ben mil çektiğim hatıralarıma atıfta bulunurken… kesişir
yollarımız sessizce. Gitmediğim ülkelerden güzel insanlar biriktiririm yine
içimin mevsimlerinde bahar yüklü hayallerim siyahı yüklenen diğer yarımla hasbıhal
ederken.
Hem rüyalarımın da illa ki bir konusu
vardır tıpkı yüreğimin ağırladığı konukları geçirirken düş penceremden.
Bazen bayat ekmek koyarım içimin
kırıntıları niyetine nasiplendiğimi nazikçe sunarken göklerin bekçisi nice kuşa
sonra da kuşluk vaktimi harmanlarım ıslak bir serçenin ayak parmaklarından
birinin eksik olduğunu görüp ya da kuyruğu kopmuş belki de hunharca kesilmiş
sonra da kundaklanmış bir eve rast gelirim yine içimin dinginliğine buyur
ettiğim huzur karşıtı bir maruzat ile ağırladığım değil de ağladığıma muktedir
bir yabancı mahiyetinde.
Tek gözümü kapatırım bazen. Kör
yetilerim güçlenir.
Kulağımın birini tıkarım ve aldığım
nefesi saklarım zaman zaman öyle ya; sakladığım kadar da aklandığımdır bir
sayfayı aşkla döşediğim belki de aykırı olduğum kadar da uyumluyumdur
kanıksadıklarımı pay ettiğim güzel insanları yakinen tanımasam bile içimin
yabancılığında ben hala en yakın duygumu tanımakla iştigal.
Kurduğu tuzaklarında evrenin…
Açılan yaralarında kurşun sevdaların.
Bronz levhasında ölümlü bir imgenin.
Bir kuytunun belki de.
Belki bir kuruntunun kurulduğu
başköşesi yine istila edilesi yüreğin infilak etmemek adına direndiği.
Bir de kurduğum alarmı tehir ederim
uyanmama saniyeler kala en güzeli de uyuya kalmaktır belirsiz bir zamanda belki
nizamda belki de belirgin bir söylevi içime kaydettiğim sonra da hayatın
aktarmalı yolculuğunda ömür billah gözümü kırpmamayı şerh düşmüşsem ne zamanki
yolum bir şiire düşse.
Bir de dillere düştüğümü
dillendiremezken belki de şiirimi lal kıldığım sabahın ilk ışıkları yine
uyumamak adına gözlerime iğneler batırdığım aslında içimin sarkacında ben hangi
imgeye denk düştüğümü tahayyül ederken, bilinmezin sitemine bürünürüm sonra da
fıtratımı yağmalarım kendimce yazdığım bir şiire boca ettiğim duyguları teyit
etmek adına gerçeklerin de peşine düştüğümü kimseler bilmezken…
Sonramı öncemde saklarken.
Öncemi kaptırdığım an’ıma lanet
okurken.
Tövbelere sığınıp yarınımı
kundaklamadan keder ben kaderimi yaşamak adına yine evrenin sür-git
lakaytlığında göreceli bir sağanak olurum yine rahmet bildiğim hüznüme Yaratan
sahip çıkıp tasdiklerken… bana düşense…
Bana düşen beklemeye aldığım iç
sesimin ya da dış sesleri protesto ettiğim sessizliği baş tacı yapmanın çok
ötesinde devirdiğim yıllara yaptığım göndermedir yazmaya durduğum kalem denen
manevi seccademin de kıblesinde aşka ve maneviyata doyamadığım.
Sevdiğim kadar sevildiğimi de
bilirim.
Sevdasından şüphe yoktur.
Aşkıma sahip çıktığım kadar benliğimi
sorgularım, belleğim ise hep tazedir.
Rahmeti kucaklayan tüm hüznümü boca
ederim bazense boykot ettiğim olumsuz duygularımı sonlandırmak adına bertaraf
ederim içimde yankılanan soruları duymazdan gelip belki de duymazdan
gelindiğimi bilip aldırış etmediğim lakin sorgulandığım ve sorgulanmam gereken
tek makamın da boyutsuzluğunda ben İlahi Aşkın kudretine vakıf ölümlü bedenimle
tavaf ederken iç sesimi uzağında olduğum gerçekleri sadece dünde bırakmak
kaydıyla.