Yüzyılı geçmişti burada ki hayatı...
Yuvarlak ve genişçe idi... Geçen asrın sonunda Karabet Adlı bir Ermeni demirci
ustası takmıştı onu oraya... Geçmiş zamanlarda neler görmüştü neler...
Bulunduğu semt Fatih, İstanbul'un en eski yerleşim yerlerinden birisiydi... Çok
sevmişti Fatih'i ve insanlarını... Çok sevmişti kapıdan içeri girenleri
çıkanları... Sokakta renkliydi bayağı... Balkonlarda bahar da ve yazın her
renkten çamaşır, kaldırım kenarlarında renkli renkli arabalar, kısa pantolonlar
ile dolaşan renkli renkli çocuklar... Her çeşitten her renkten seyyar satıcı
cümbüşü...
Yüzyıldan fazladır neler görmüş neler
geçirmişti, Kapı Tokmağı... Hafifçe bile dokunsalar onun sesi yine de tokkk
tokkk diye çıkardı... Yakınlarda şekerleme yapıp uyuyan insanlar varsa o bile
sıçrardı uykusundan... Kimi zaman kış geceleri bozacıların ''Booooozaaaaa''
diye uzun uzun bağırışlarını duyar. Gündüzleri tabak çanak, mandal satan
seyyarlara denk gelir, bazen simitçiler geçer önünden. Yaz günleri de
çocukların yaramazlıkları, haylazlıkları, bağırış çağırışları hiç eksik
olmazdı...
Gün yavaş yavaş aydınlanmaya başlar.
''Hey bu sokağın en güzel kızları Handan ile Günseli değil mi?'' Her zaman
güzelleri ince ince süzer Kapı Tokmağı... ''İşe giderken hep de önümden
geçerler hem de şen şakrak, kahkahalar atarak.'' Ah der ah! ''Bir de benim
sesim çıksaydı da ben de kahkaha atabilseydim. Oysa sadece biri bana elini
uzatıp da kapıya vurduğu zaman sadece tokkk tokk diye ses çıkartıyorum. Ne kötü
talih.'' diye düşünmeden edemiyordu...
İşgal günleri görmüştü asrın başında...
Hem de ne acı, ne hüzün dolu günlerdi... Sokakta kaç tane vatanseveri kurşuna
dizmişti İngiliz Askerleri... Başı yaşmaklı kızların, başında ki örtüsünü
yırtıp kenara atmaya kalkmışlardı da iki tane yürekli Türk, civan gibi
delikanlı beş tane İngiliz'e dersini bir güzel vermişti... Yüreği yağ
bağlamıştı o zaman mutluluktan... Hiç unutamıyordu o yokluk, yoksulluk, savaş
dolu yılları Kapı Tokmağı... O zamanlar sokakta hengame eksik olmazdı, şimdi ki
sakinlik dolu günler gibi değildi...
Mahallenin evleri çok eskiydi belki yüz
yaşından bile fazla ayakta zor duran evler vardı... Bazılarını sahipleri terk
edip gitmişti... O evler kimi zaman açlara, kimi zaman tinercilere barınak
oluyordu... Gece içinde ateş yakıyorlar, sonra da ev kül oluyordu... Bir tarih
ve anılar yok oluyordu ev ile birlikte... Üzülüyordu haliyle olanları görünce
Kapı Tokmağı... Yıkılan evlerin içinde zamanında oturmuş insanların hepsini az
çok tanırdı... Kimi zaman sarhoş naraları ile yankılanırdı sokak... O zaman
üzülürdü o sarhoşların hallerine... Kimisi tam kapının önüne gelir içini
boşaltırdı, kusardı bir güzel... Kimi nara patlattıktan sonra yolda ki boş
tenekelere tekme sallardı... Çeşit çeşitti sarhoşlarda... Durup durup ağlayarak
sevdiğine şiir okurdu kimisi... Öyle güzel şiirler duyardı ki içi bir hoş
olurdu o zaman...
Bir gün, o işte hiç duymak düşünmek
istemediği bir gün kulağına bir şeyler gelmişti mahallede... Kentsel dönüşüm
olacakmış, evleri yıkacaklarmış... Her bir tarafını hüzün kapladı... Kolay
değil çok uzun zamandır buradaydı... Ama, ''Hay Allah belki de benim eve ve
bana dokunmazlar, kim bilir?'' diye de düşünmeden edemedi... Bu evler, bu
sokaklar, bu çocuklar kızlı oğlanlı, onların babaları, yaşlı teyzeler, amcalar...
Hepsi, hepsi yok olacaktı bir an da... Belki Kapı Tokmağını da ev yıkılınca bir
hurdacı alacak, yok pahasına birisine satacaktı... Sonrası, sonrasını düşünmek
bile istemiyordu, sonrası yoktu çünkü...