Masalların da hüviyeti kayıp tıpkı
insanların her açmaza girdiğine tanıklık eden o büyülü ve ilahi parantezler.
Dökümlü etekleri var/mış acıların bir
de açı benzeri bir eğimleri ve zaman ötelerken iri kafalı söylemler sayesinde
her birimiz bir kez daha aymazlığını yaşıyoruz içimizdeki özlemlere dair bir
kıstas belleyip bir de kıran kırana savaştığımız yanılgısı ile yaşamaya ara
verdiğimiz.
Cebinde kutsal aryalar saklı
bilinmezin ve her iz düşümünde sessizliğin direkt play tuşuna basıyoruz.
Yorgunluğun miadı dolmuyor da hayaller çürüyor ve etrafa boş boş bakarken içine
düştüğümüz boşluğun pimini çekiyoruz.
Gönülden çektiğimiz kadar birbirimizden
çektiklerimiz oysaki her birimiz özümüz itibari ile derin açılımlar getiriyoruz
hem güne hem düne hem de her yere mal ettiğimiz bunca safsata geniş ölçekli bir
hayali bile nokta atışı ile bir gerçeğe dönüştüren.
Tütsüler yakıp aslında içimizden
tüten.
Balyalarca ahkâm kesip bir kez daha
dönüp içimize bakmadığımız.
Hep insan mı yaralı olan?
Hep yalanlar mı borçlu olduğumuz?
Hep mi bayat önceki aşklarımız ve
yeniler kerevite çıkamazken bizler kebir cetvelinde ahlar sunup vah’larla
alıyoruz boyumuzun ölçüsünü.
Dünler hep dün mizaçlı yanılgılarımız
aslımıza çok mu uzağız da dünde kalmışlığımız ve kaykılmışlığımızla derin
mevzulardan alıyoruz nasibimizi?
Göğün tentesine konan kuşlardan önce
iri kanatlı beylik hayallerimiz öyle ki kuşlara özgü bir rahlede bizler sefa
sürüyoruz her gözümüzü y/umduğumuzda.
Deli cesareti bazen nemalandığımız
bazen karalandığımız bazense soyutlandığımız.
Belleklerde hep boş dosyalar saklı
aslına inatla yalan ve kopya zihniyetlerle doldurduğumuz değil de dolduğumuz
gerçeğine biat bir aykırı zihniyet daha hükme varıp bir ayrımcılık ile sevgi
denen özneden bile uzak düşebilmenin verdiği o hicapta, kendimize
yüklendiğimiz.
Sevdiğimiz mi meçhul sevildiğimize
dair bir yanılgı mı da bizler umutla kucağımızdan bırakmıyoruz sevdiklerimizi.
Daha dün.
Ah, neden ben?
Bende şans olsaydı…
Boyutsuz yanılsamalar, boyunduruğunda
kaderin atıfta bulunmamız gereken asıl biz iken ve ikilem yüklenip sırdaş bir
özne arayışında kendimizden türeyen ve benliğin tünediği kırık bir askı hatta
tepe noktasında göğün kanatsız melekelerimiz ile serbest atış yapıp göz
hizamızda bize en dostça davranan ölçekle adımlarımızı sayıp yeni baştan yola
çıkmaya arzu ettiğimiz ama mümkün olmadığının bilinci ile… Rüyalarda buluşmakla
riyalardan uzak kalmak adına… Ve sığındığımız bulutlarda görülmezliğin en
kutsal yakarış olduğu gerçeği ile yalnızlığımızı sahiplenen bir içgüdü belki de
aslımızda saklı özümüzde serbestîsi sevgi denen mefhumla depolarımızı ağzına
kadar doldurup yedekleme ihtiyacı ile sevmekten asla gocunmadığımız…
Günler hep mi torbada asılı
kalmışlığın da cefasını yüklenmiş?
Bayat sancılardan yorgunum: Pişekâr
bir aymazlık belki gölgemde pişen bir kap yemek uğruna ben yol yorgunu ekmek
doğradığım bir söylem içinden çıkamadığım ve yutkunmaktan gayrisi elimden
gelmezken…
Öfkemle doğmadım ki ben.
Ölümsüzlüğe de asla şerh düşmedim.
Bir yetim methiye yazmak istiyorum
öksüz iklimlere tıpkı içimde devinen yalnızlık saltanatıma toz kondurmak
istemediğim kadar bunca tutarsızlığa da sessiz kalmamın getirdiği bir önsezi
adeta.
Duyarsızlığın kitabını yazanlara asla
helal etmiyorum hakkımı.
Hakkın gözündeki sefilliğim ile asla
medet de ummuyorum kendimden ve atan şalterine dünyanın yeşil ışık yakmadan da
duramıyorum.
Tezat iklimlerde tokuşan rüzgâr ve
elem; demlendiğim kıyılarında şehri İstanbul’un unutulduğuma dair olsa da bunca
kinaye ben randımanı düşmüş bir fabrikanın atıl ürünüyüm.
Yoz sevgilerden gözümü alamıyorum
epeydir.
Örtülü sevda masallarının gizemine
ise takdirlerimi sunuyorum.
İfşa edilen ne çok defolu sevgi
aslına hürmeten sevdanın, sadece sevgi mafyalarına hükmeden epey beyhude bir
boş vermişlik eşkâli evrenin.
Tozutan gölgelere düşüp de yolum
belki’lerimi çürüttüğüm belirsizlik yüklü hikâyelerde ben yazarken kendi
sonumu…
Deşifre edilen bir problem sanırım
cevabı çalınmış ve önceden sunulmuş sınav mağdurlarını da görmezden gelip, bazı
insanlar görünürde doğuştan galip ve turnuva öncesinde zaferini kutlarken.
Zaman çalım atıyor insana ve insanlar
burnundan soluyor.
Bazen kadınlara rast geliyorum
aslında cinsiyetini inkâr etmiş bazense tam tersi yine erkekliğine ihanet etmiş
ve o kalın sesi ile bir kadın endamına bürünmüş bazense en ince sese sahip
görünüşü ile sadece Tanrıyı aldatmadığının da bilincinde ve nasıl da aciz.
Gölgeler mimlerken sahiplerini ve
gölge edip ihsan istemekle sabretmek arasında gidip geldiğimiz…
Sevgiden maraz da doğuyor/muş hani
yine de evet, yine de sevmekten vazgeçmek en büyük yanlış.
Severek içine düştüğüm hataları
bertaraf etme skalasında ben döngünün rehavetinden sıyrılıp içimdeki beyitleri
güncellerken yeni bir şiire belki de bir şiir olmayı dileyip sadece satırlara
yüklendiğim tıpkı notalardan çaldığım ahenk sayesinde hayatı müzikle eşleştirip
duymadığım çığlıklar; isyanlar ve sadece içimdeki su perisi ile tango yapma
özlemime yenik düşüp bir yandan yazmanın hürriyeti ile kıskacına yakalandığım
bu çirkin dokusundan bunca safsatanın da yarım ağız sevişinden uzaklara
çaldığım içimdeki küçük çocuğu da asla mahrum etmeden sevgi denen mefhumdan.
Sırılsıklam sevdalısı olduğum aşk:
sadece aşk arada hiçbir canlı olmadan, aşkın kara gözüne karakaşına vurulduğum
ve bu sayede insanlar tanıdığım; yeni duygular ısmarladığım ve biteviye
örselensem bile sevmekten geri duramadığım gerçeği ile Hakkın suretine vakıf
olabilme güdüsü belki de her canlıda ve her doğa olayında hatta cansız
varlıkların enerjisinde bile buna vakıf olma lüksüm.
Sevdikçe uzaklaştığım hüzün.
Hüzne dokunup daha çok sevme
ihtiyacım.
İhtiyaç fazlası olan sevgimle ve
sevdiklerimle kendime ve içimdeki araza ihtiyaç duymadan kendimle kenetlenmek
gibi kendimden de ayrı düşmek…
Zamanın sarkacında neye denk
düştüğümü halen kestirememişken bir aşkı bir de hüznü sahiplendiğim gerçeği ile
aslıma vakıf ve evrene ve yasalarına sadık bir deli nefer…