Bir karanlığı sahiplenmek gibi belki
de karanlığın sizi reddetmesi.
Göğün tanıklığında, hasbıhal
ettiğimin bile farkında değilim. Mavi bir tufan az sonramı şimdiden sahiplendi
ve dün mizaçlı gölgemi çoktan yuttu isli vatanı ruhumun.
Şerh düşmek filan istemiyorum bu
küçük kıyamete aslında içimdeki yıkıntının tek mağduru olmak fazlasıyla üzüyor
beni.
Görüntülerin karardığı ve mercek
altına tutmaktan çok sıkıldığım aşikâr olup bitenleri.
Derin bir sessizlik hâsıl olan ve
derme çatma hikâyelerin sancaklarını nereye dikeceğimi bilmediği…
Satırları yaftalıyorum işte ve
zamansız tüm acıları bir övünç kaynağı görüp şaibeli yalnızlığın duvarlarına
fırçayla darbeler yapıyorum.
Karanlık bir oda içimdeki eşyayı
tıktığım aslında girmekten men ettiğim kendimi. Kolilerce yalnızlık yığılmış
odaya ve bir transfer söz konusu: dünün mülkiyetinden kaynaklanan aslında
kirasını peşin ödediğim ruhumun çetrefilli işlere hiç de aklının ermediği.
Posta kutumda sayısız mektup kimden
geldiğini bilmediğim.
İçimin duvarlarına dayanmış sayısız
mektup kime göndereceğimi kestiremediğim…
Kaygılarımı büyütürken ben sadece
alımlı bir yürekle teşrif ediyorum evrenin merkezine.
Her neredeysem merkeze de uzağım.
Aslında kayıp bir acıyı daha evlat
edinmek adına diğer acılarımı nüfusuma geçirip yer açıyorum yeni evladiyelik
dokusuna ömrümün.
Anlatmaktan bıkmadığım ve her nedense
anlaşılmaktan yana asla ümitli olmadığım.
O kadar çok teferruat var ki öncemde
ve de an’ımda saklı ve işte geleceğimi kurgulamaktan acizim.
Yetim bir düş olduğumu biliyorum
artık bilinmezin bile insanların rüyalarından kovaladığını ne de olsa varlık
addedilen benlik bir söylem filan değilim sadece ve söyleyemediğim onca şey
mesken ve zemin teşkil ediyor ne zamanki yolum yazıp çizmeye düşse.
Çok maharetli bir yalnızlık benimki
ve üstüme kaç beden büyük gelen pijamalarımla, o odaya girişimi yapmak
istiyorum.
Yüz metrekarelik bir yalnızlıktan bir
odaya düşmüşken yolum.
Dipçiği midir ne hüznün,
boyutsuzluğumun rüştünü ispatlamak adına ben dokunulmazlığımı lav edip
mütemadiyen kendimi çimdiklerken ne de olsa gördüğüm kâbusların bir anlatı
nezdinde bana olan yapışkanlığını azat etmek istiyorum.
Geniş mezhepli kimi insanın acısı.
Acımaklı gözlerle bakarken
koyuveriyorum sözcükleri sanki ben de bir meşrebiyim bunca hakir görülmüş duygunum.
Sözcükler bitleniyor ve temizleyip
hizaya getiriyorum her birini yine TDK nasıl buyuruyorsa hizmet etmeyi
seviyorum sözcüklere.
Sevebildiğim kadar mutluyum ve
insanım madem…
İçimdeki yokluk büyüyor.
Varlık adı altında atıl bir yürek
sesine denk düşüyorum ve illa ki bağlanmalıyım birilerine ya da bir şeylere.
Bazen dokunuyorum bir dostun omzuna
ve ürkerek tam cümleye başlıyorum ki…
Gerisi gelmiyor hiçbir şeyin çünkü
yalnızlığımın çitlerinden atlayan rahvan atım illa ki sıkıntı yaratıyor ve
rahatsızlık veriyor insanlara üstelik dostum ya da inandığım birileri bile olsa
ne de olsa hakkım yok buna ve sessizliğini taciz edip varlığımla sıkıntı
yaratmaya…
Ürkerek sever mi insan?
Dokunmadan ve görünmeden sever mi
hele ki içindeki boşluk bir tabu kadar yoruyorsa insanı?
Kıtalar aştığım şiirler var.
Yollar aşıp geldiğim ve sığındığım
yürekler.
İşte alt yazı geçiyor yüreğimin
ekranından ve soyut bir imla hatası yapıyorum adeta ünlem yüklenmiş ruhumla ben
mutluluğa taziyelerimi sunarken belki de bir başka mevsim düşecek yolum
mutluluğa ne de olsa göreceli tüm duygular lakin acı ve hüzün çok derin çok da
müşkülpesent ve ben, mütereddit ruhumun işgal edildiği her yeni günü ve geceyi
nasıl oluyor da recm edemiyorum?
Zamana uyumsuzluğum.
Göreceli sıfatlara olan aşinalığım ve
kabul görmediğim bir düzenek yine de ben hala sesimi duyurmaya çalışıyorum.
Merdivenlerinde aklımın ne çok cüce
kelam az sonra uyanacak kainatın da tozunu atıp ben bir bir mübalağa dahi
etmezken hala yaşamaya dair bir cümleyi kurarken zihnimde…