Öğle dağınığımdır öğle dağınığımdır ki artık yakın akrabalarımda bıktılar
bu dağınıklığımdan. En baş akrabalarım karım, kızım, oğlum; bekârken annemcim.
Bir gün dedim ki kendi kendime ''Oğlum Ahmet bu dağınıklığına bir son ver
artık.'' ben duydum da benim içimde ki başka bir ben olan Ahmet duydu mu acaba?
O içimde ki Ahmet'e kızıyorum ara sıra, ama o da hiç tınmıyor...
Akşam eve gelmişim yorgunum bayağı, çıplak ayaklar ile evin zeminine basmaya
bayılırım. Çorapları çıkardım mı da basket olaraktan ta beş metre uzaktaki
koltuğa bir cemşat, tüh çemberden döndü yine hay Allah ki Allah. Hanım salona
girdi mi bir koklama çeker, peşine bir de yoklama çeker. Hiç oralı olmazsam
yırtarım herhalde, çoraplarımda temizdir zaten, kokmaz, öyle ameliyathanede
hastaya narkoz yerine koklatılan çoraplardan değil hani...
- Bu çoraplaaar kimin ki?
Bir an tereddütte kalırım ne sıksam şimdi, portakal greyfurt değil de palavra
olaraktan...
- Hay Allah ben şuraya koymuştum o çorapları oraya nasıl gitmiş ki? Kızımmm
benim çoraplarımı oraya sen mi attın yoksa? Kaç kere söyledim size kızım benim
çorapları mı ortada bırakmayın, benden habersiz sağa sola atmayın, gerekirse
ben atarım diye.
Kız bozarır kızarır ama çaktırmaz, babasının huyunu bilmektedir, karşı
saldırıya geçer.
-Babişko yapma, yapma böyle ben senin çoraplarını niye atayım, zaten ben
yukarıda ders çalışıyordum. Böyle yaparsan vallahi bak bir daha akşam
omuzlarına masaj yapmam bilesin.
Pazar günü, haliyle kış mevsimi insan evden çıkmak istemiyor. Sere serpe
seriliyor evin bir taraflarına sabah çayımı almış salona geçmişim kahvaltıdan
sonra. İki üç gazete bir iki mizah dergisi karıştırayım bakalım. Televizyonda
sevmediğim bir Amerikan filimi onu bir kalem geç. Saçma sapan bir iki sit kom
onları da geç. Gazetenin ana sayfası bir yerde, magazin sayfası salonun bir
köşesinde, bulmaca sayfaları bir köşede, öbür gazetede yine aynı şekilde,
velhasıl her köşede parça parça gazeteler. Hanımda hışımla salona girer...
-Bu ne Ahmet ya bu ne? Her tarafa dağıtmışsın gazeteleri, kaç kere söyledim
size şu pazar günü beni yormayın, evi dağıtmayın gazetelerin hepsi toplu bir
yerde dursun tek tek okuyun. Sayfalarını çevirirken fazla hışırtı çıkarmayın.
Nasıl kıvırsam da bu durumdan da yırtıversem acaba?
- Ya oğlum bu gazeteleri niye dağıtıyorsunuz, bak anneniz ne kadar yoruluyor
gün içinde hışırı çıkıyor yavrum yapmayın öyle ezmeyin kadıncağızı bu kadar hem
ne demiş atalarımız ''Cennet anaların ayağı altında, ana gibi de yar olmaz
değil mi yavrum.'' Yormayın bu kadar annenizi...
Yemedi tabi bizim hanım benim yağ yakmaları mı. Karım diye söylemiyorum çok
uyanıktır ha çok uyanıktır. Hem ne demişler ''Her başarılı erkeğin arkasında
bir kadın vardır.'' Her başarılı kadının arkasında bir erkek var mı yok mu o
daha belli değil.
Kış meyvelerinden muzu da severim herkesin sevdiği kadar. Yemişim kabuklarını
da yan da ki gazeteye koymuşum. Yani internetin başındayım ya da gazete
okuyorum. Şimdi muzu ye, koltuktan kalk, onu mutfağa götür, çöp sepetine at,
üüüüf uzun iş uzun. Yanlış anlamayın ha kesinlikle tembellikten değil işlerimin
çokluğundan. Düşünüyorum o an da yani düşünmek de iş değil mi, hem de en önemli
iş hem ne demiş büyüklerimizden biri ''İnsan düşünen hayvandır.'' Ne
düşünüyorsun diye soran olursa o da şu ''Ne düşünsem acaba diye onu
düşünüyorum.'' Hani büyüklerimiz yine demiş ya ''Bir düşün bir kaşın azıcık
aşın kaygısız başın.''
-Ahmeeet bu muzu sen mi yiyip burada bıraktın, niye mutfağa götürüp çöp
sepetine atmıyorsun senin kadrolu ve de ssk lı hizmetçin mi var burada? Ya da
muzun kabuklarının kanatlanıp mutfağa gitmesini mi bekliyorsun yoksa?
-Hay Allah ben muz mu yemiştim ya demin, hiç anımsamıyorum sanki ben yemedim
gibi, kızım sen mi yediydin yoksa? Bu yirmi birinci yüzyılda ki muz kabukları da
ne âlem ya ne olur da sanki soyulunca kendi kendilerine mutfağa çöp sepetine
gitseler...
Ne yapalım bizde de böyle işte her duruma karşı palavra üretiyoruz. Bin dereden
su getir bakalım Ahmet nereye kadar. Bir gün de yemezler palavralarını, seni
sevdiklerinden seslerini çıkarmıyorlar şimdilik...