Zaman, azizim…
Muhalif bir Tanrının sunumunda
aksayan
Arka ayakları gönül tarhının da
kuytularında
Solan bir gök taşı.
Zemherilerden arakladım ben bunca
şiiri
Üşüyen hecelerin de yasını tuttum
günbegün
Aykırı bir düş olmuşluğumla meşhurum âlemde
Bazen bir kinayeye yakalanan önsezilerim
Ardıç kuşlarından yansıyan
Bir ferman adeta
Göğün kiremitlerinden sarkan hezeyan.
Gün yüzlü benim aşkım
Aksayan ömrün de telaşı
Şimdilerin muhalif gölgesi
Biteviye çöreklenen bir lanetin de
izi düşer
Süregelen yeminlere banarım ben
rahmeti.
Uyuz bir yalan belki de
Miğferi kayıp hem de
Sanrı batağında yayılan bir kefir
Aşka biat gölgemde
Şakıyan özgürlüğüm
Düşer gözünden ölümlülerin.
Ben ki ne ölümlü ne de sürgün bir
düş’üm
Tabanından zirveye uzayan kollarında
Ölüm denen şaibenin
En ucube fısıltısıyım
İçim yanar da yanar
Aşkı anan bir öngörüde
Aşiyan yollarından ayrılmam
Göğün zifiri yalnızlığına da tüm
kastım
Peyda olan hikmetle içli dışlı
Belki rahvan bir delik
İçine düşülesi aşkın da yankısı.
Söylenmedik ne kaldı ki?
Demeden inan ki bilemeden yol aldığım
Zanları sunup içimdeki kıyıma
Son verdiğim bir alâmetifarika
Körüklü isyanlarda
Tanrıdan yana düşer ellerim
Bağdaş kurduğum imlerim
Zaaf dolu bir benlikten kalan geride
Gerisi geri sürgülediğim lanetin de
Sonunda başlar ihanetim:
Önce kendime
Sancılandığım bir izbede
Vekilim olan tüm şiirlere serzenişim…
Tan vakti ağardığım;
Zan vakti seyreldiğim;
Bir iklimde doğup
Bir ikilemde sürüklendiğim
Aşka biat bir tekerleme iken izini
sürdüğüm
Tüm hayallerin de koynunda
Uyuyan bir ölümlü ve feri sönmeden
Güneşin de eklemlerine sızan
Hangi yaştan mükellefim?
Yaş’ı olmayan bir yastayım, azizim
Yasta sivrilmiş bir lanetin tahta
köprüsüyüm
Az sonra harlanacak ucube fermanda
Yanmaya müteşekkir bir kâğıt fenerim:
Işıldadım kadar
Üşüdüğüm mevsimlerim…