Öyle durmuşum mutfakta, gece sessizliği hakim her tarafta. CBSO Konseri de
yok. CBSO'yu biliyorsunuz sanırım Cırcır Böcekleri Senfoni Orkestrası, onlar
konserlerini hep de yazın verirler. Konser verdikten on beş gün sonra da mortu çekerler.
Gecenin içinde tek ses buzdolabının vızıltısı... Hayır bir de selam veriyorum
buzdolabına, almıyor haspa... Masaya dirseklerimi dayamışım, yazımı yazmaya
çalışıyorum, tabi benim ile beraber kalemimde çalışıyor. Kalemim tam bana göre,
tam benim kalemim. Bıyık altından o da gülüyor bana ''Ahanda bu Ahmet Ağabeyim
beni ne de seviyor.'' diyor. Tezgahın üstünde bir dolu mutfak gereci.
Pencereden sarkan ince tüller. Onlarda bir genç kızın saçlarından koparılmış
olsa gerek. Bu arada çantamdan çıkardığım üç tane kitap feryat figan bana
sesini duyurmaya çalışıyor. ''Madem eve getirdin bizi iki okuyup niye
bırakıyorsun?'' diyorlar... Haklılar hem vallahi hem de billahi! Oku oku
bitmiyor ki her okuma daha sonra başka bir okumayı gerektiriyor. Ne yapalım kaderimiz
okumak ve yazmak. Yakınmıyorum kesinlikle. Ne güzel bir kader bu bize Yüce
Yaradan tarafından bahşedilmiş...
Of ki of durmadan yazıyorum on dakikadır, elimde yoruldu ama yine de durmak yok
yola devam. Gülse Birsel'in dediği gibi ''Bu memleketi ben kurtaracağım.'' Yok,
yok yine de ısrar etmiyorum, siz veya bir başkası da kurtarabilir, biz geçmişte
çok kereler kurtarmıştık. Ekonomiyi rayına oturttuk, anarşiyi sonlandırdık, dış
borçları sıfırladık. Yaptık bunları sanal olarak, o da zaten çok banal olarak
yerini aldı hayatımızda...
Mutfakta dikilip durmaktan yazı nerelere geldi yahu hiç farkında değilim
bende... Bay Küçük, ben ona hep öyle derim. Benim çocuklardan birisi değil
canım, anlayın işte mutfaktaki televizyon ''Açsana Ağabey beni açsana'' diye
dürtüp duruyor beni lakin ben yeteneksizin birisiyim, aynı anda üç işi birden
yapamıyorum. Bizim hanım bu konuda çok maharetlidir, zaman zaman üç, dört, beş
hatta on işi birden yapar. On parmağında on marifet varda diyebilirsiniz...
Çorba karıştırırken, aynı an da telsiz telefon ile konuşup, mutfaktaki
televizyondan müptelası olduğu diziyi izlerken, oğluna ayrı bana da ayrı cevap
verme yeteneğine sahiptir...
Koltuğun yanında beyaz renkli kalorifer peteği, komşular bunlar. Biz yattık mı
gece sessizliğinde, kesin bunlar ayaklanıp, sohbet bile ediyorlardır. Koltuk
kalorifere ''Isıt beni anam.'' diyordur belki de, kaloriferde ''Yakarım seni
yakarım çıra gibi.'' diyordur herhalde... Yok, yok bir gece kalkayım da şu
bizim mutfakta çaktırmadan bunları bir izleyeyim...
Balkonun camından kendi resmimi görüyorum. El sallıyorum o da bana el sallıyor.
Ben beni seviyorum demek ki yoksa niye el sallayayım kendime. Duyamadım. Sen de
çok sallıyorsun be Ahmet Kardeş mi, diyorsunuz...
Havalar yavaş yavaş ısınmaya başlayınca kedi köpek tayfası da haliyle
çoğalacak, sinekler ile birlikte, izdivaçlar da artacak. Şimdiden kedi köpek
tayfasına çıtlattım, aman ha aman, geçen sene ki gibi, kız istemeye beni
bulaştırmayın, gidin kendi işinizi kendiniz görün... Geçen sene beni aracı
yaptı bu kedi tayfası, sonrada bir sürü aile faciası, işin yoksa uğraş dur
mahkeme mahkeme... Dingil bu erkek kediler dingil, gül gibi kızları, dişi
kedileri bırakıp başka kedilere gidiyorlar hıyarlar...
Bazen hızlı yazdığımda kelimeler ile cümleler ara ara birbirine karışıyor.
Hızlı yazmasam da aklıma gelen kelime ve cümle öbekleri uçup gidecek diye
korkuyorum. Korkularımı yenmem lazım. Yoksa, yoksa gidip bir psikologa, benim
böyle bir korkum var diye anlatsam, iyi mi olur? O da ya tutar çocukluğuma
inmeye kalkarsa. Kelime ve cümleler unutuluyor diye hiç çocukluğa inilir mi?
Hadi inildi, sonradan nasıl geri çıkılır? İşte orası meçhul. Nasıl geçmişte
meçhul asker var ise, meçhul şair de olur mu?
Şimdi gördüm mutfak dolaplarının kapaklarını. Boy boy, sıra sıra sanki içtima
alanına dizilmiş acemi askerler gibi... Sağdan saaaay diyeceğim, hanım ile
çocuklarda içeriden duyacak, bana deli muamelesi yapacak... ''Mutfak Dolapları
Takımı sağdan birer birer saaaay!'' Yok ya neler söylüyorum, onlar sayar mı?
Yine iş başa düştü ben sayacağım. Kar yağınca da dışarı çıkıp, çocuklar gibi
ben kayacağım...
Gece de ay da yok. Bulutların arasına girmiş. Oysa ki bir iki selam, bir öpücük
gönderirdim ona, azıcık başını uzatsaydı bulutların arasından. Hadi bana
eyvallah kaçtım diyeceğim, biliyorum siz de ''Kaçma Allah'ın emri ile git.''
diyeceksiniz. Şu KHK 'ler yani Kanun Hükmünde Kararnameler ile günleri otuz
saate çıkarsalar da, altı saat uyusak, yirmi dört saat çalışsak. Yoksa tersi daha
mı doğru olurdu? Altı saat çalışıp yirmi dört saat uyumak. Olmadı referandum
yaparız, Sine-i Millete gideriz...