Lüksü olmalı mı şiirin…
Bir de arka penceresi
Uğradığım dumuru sağalttığım
Aksayan şivesinde
Ölümcül bir güdüdür belki de
Hafta sonu yalnızlığı imgelerin.
Sabah kahvaltısına doluşan ne çok eş
dost
Zamanın dokusunda karanlık bir ok:
Öyle ya, saplanan yakasına
Oysaki hayat denen sözleşmeyi
feshetmiştim
Zamansız verdiği tüyolarına şiirin
Sığdırdığım koca ömür:
Yana yakıla yaşamakla yazmak
arasındaki fark:
Güzergâhı nihayetinde karabasan
sokağına sapan
Ayrımcı bir imge ile tartaklandığın
kadar.
İzbelerde yaşamaya mahkûm bir meczup
kanaatiyle
Sığamadığı yere göğe delişmen
fıtratın da haznesinde saklı
Üç beş sakil gölge:
Alabildiğine patavatsız, umarsız
Sakil tabakası duyguların
Göğe dönük yüzü ölü turnanın
Bakiyesi kayıp ve hatalı:
Solan bir resmi yeniden canlandırmanın
yolları
Elbette resim çektireceğin farklı
boyutlar
Dümeni kırıp da dostluğa.
Sırtından bıçaklandığın elbette kuşku
götürmez
Meali sevginin üç beş nida
Şiirin sevecen bakışlarında çakışı
şüheda yorgunluk
Zamanı büyüttüğün
Olmadığın kadar üzüldüğün
Tebaası sakar varlığın
Sızarken gün ışığına gönderme
yaptığın
Karanlığın da muhatabı…
Ne yıldız ne ay ne güneş
Sefil yorganımı serdiğim göğün
kıvrımlarına
Belki de erip ereceğim hidayet
Ölümün az sonrası:
Neye niyet neye kısmet?
Şimdi bükemediğim bileği değil de
Öpeceğim eli ararken fellek fellek
Cüz-i irademin son zerresi
Yenik düşmüş bir kere
Mevsimin de son gecesi.
Bulutlar bakarken Eylül’ün solgun
gözlerine
Az sonra ç/ağlayacak yer gök
Uğurladığım mevsim elbette dolu
hasretle
Bir sonraki buluşmanın adresi belli
işte:
Şiiri Ağustos’a bağlayan gece
Perdeli gözleri şairin ve Eylül’ün
Nasıl ki d/okunulmazlığı saklı
yüreğin şeceresinde.