Bir rengin duası biçimlenen ve lanet
lenduha çoktan yolu kapamışken. İzahı var mı günün peki, geceye verip de elini,
kolunu kaptırdığı derken sözcüklerin veryansın yüklenip ömrümü çaldırmanın
ertesinde, ebediyete kadar gözlerimi kapama isteğim.
Şekli şemaili yok işte duyguların ve
alt yazısını okuyamadığım kadere serzenişte bulunduğum: Rabbim, affetsin beni
ne de olsa suç mahallindeki son delil benim.
Bir satıra yüklendiğim… hayır, hayır,
sırtımı dayadığım o beyaz boş sayfa ve içimdeki zehri akıtmam gerekirken.
Şimdi bir vaveyla yüklenip de
gözlerini süzenlere ne diyebilirim ki?
Aman, ha, kollayın beni. Ya da…
Sözcükler mi basireti bağlanan yoksa
ben miyim yoldan çıkmamak adına debelenen?
Duygu israfı hepi topu. Bir öyle bir
böyle.
Kazdığım mezarım kendi ellerimle ve
yine kendimi toprağımı kendim eşelediğim ne de olsa yaşar ayak beni gömdüler
mezarın dibine.
Soluksuz kaldığım bir manivela ve
ömrün küpeştesinde, seyyah bir yürek işçisi.
Ne var ki bunda, değil mi?
Durduk yere sev insanları ve onları
yüreğinde taşı gel gör ki bir hatır sormayı bile akıl edemeyenler ve de en yakınların…
sonra da demezler mi? Bu kızın zoru ne?
Kapıştığım iklim sonra da yüreğin
tayfası kalemle sözleşip yine boş sayfada gezindiğim tıpkı bir kukumav kuşunun
ertesi, sıtma geçiren dünyanın sırtına şalımı serdiğim ve çıplak kalan ruhumla
bir de esefle sorgulandığım. Ne yani, insan durduk yerde mi somurtur?
Ve şimdi tabana kuvvet kaçtım da
geldim gecenin feri sönmeden ve tüm sitemim sadece kendime. Ne de olsa hayatımı
idame ettirmekten aciz kaldım bir ömür boyu.
Çivisi çıktıysa dünyanın ben mi çivi
çakacağım gördüğüm her deliğe? Sonra da bir de resim asacağım?
Ne münafık baykuş cevaplar sorumu ne
de annesi ölmüş o yavru serçenin yasını tutar göçmen kuş sürüsü. Benim yasımı
kim tutacak peki ve kim silecek gözümün yaşını? Elbette yüce Mevla’m ne de olsa
somurtan bir ilah gibi güneşin solgun teninde yıldızların oynaştığı tıpkı elin
kızları gelip de yüreğimi Nisan tasında yıkamayı bir halt sanırken. Onlar elin
kızı, ya ben? Elbette bir annenin bir kızı.
Teyakkuzda olan yüreğim ve ritim
bozukluğu ile yerinden çıktı çıkacak ve işte ellerim terliyor yoksa içimdeki
pimi çekmeyi mi unuttum da heyecana kapılıyorum tıpkı ölüm sıvazlarken komşu
köyün hikâyecisini ben miyim anlatım bozukluğu olan bir makale yoksa imgelerin
dolaşım bozukluğu var da cümlelerin akışı mı bozuldu ne de olsa nabzı durmuştu
dakikalar evvel kalemin.
Bir minvaldeyim ve işte hayattan
soyutlandığım.
Bir gölgeyim aslında sahip
çıkamadığım.
Kafamı yarıp da mı ikiye bölecektim
duygularımı sonra da evrenin rahmine taş mı yığacaktım yeniden doğmayı dahi
beceremezken sonra hep mi şairdi sızlanacak olan? Önce öpecekti annem beni
madem doğmayı filan da es geçip derken Süreya’ya rahmet okuyacaktım adını bile
bilmezken ben gezindiğim bahçede hayata denen geldiğimi sorgularken…
Maval okumasın hani: ne şiirler ne
şairler.
Varsın ceplerimden dökülsün umut ve
mutluluk çakılları yoksa metazori gülümsemenin dayanağı mıdır rol yapma
yeteneğimin olmadığı…
Sözcükler illa ki.
Tabutumu ise henüz ısmarlamadım.
Gelinlikle süzülen bir ölü martı
yoksa kanatlarını bana mı hediye etti?
Randıman alamadığım mutluluk illa ki
de. Veryansın filan etmeyi de çoktan bıraktım hani bir de hayal kurmayı. Ya,
umut?
Daha ne kadar dayanırım ki bu düzene
ve daha ne kadar saklı tutar ve de bastırırım içimdeki acıyı?
Kefen bezime iliştirmeyi unutmasınlar
hani sefil kalemimi en azından mahşere kadar oyalarım kendimi niyazlarımı
sunarken aralıksız Rabbime bir de nazar boncuğu isterim, devasa rahmetin
kıyılarında gezinirken kendimi ve tüm sevdiklerimi de Allah’a emanet ederken…