Çağlar öncesinden gelen aydınlanma ateşini,
ortaçağ karanlığında bazı noktalarda söndürmeye çalışsalar da aydınlanma ateşi;
orman yangını gibi bir başka noktada yeniden parlayarak yol almıştır.
Aydınlanma meşalesini taşıyan
aydınlar, burjuvazinin de desteğiyle ortaçağ karanlığından aydınlanma çağına
atlamış, Burjuva ulus devletlerinin toplumsal ve ideolojik temellerini de
atmışlardır. Bu temel üstünde, görece farklılıklar olsa da Avrupa’da ulus devletler
kuruluşunu tamamlamış, bilim ve teknolojik gelişmeler açısından, her alanda
birbirleriyle yarış halindeyken; ham madde bulmak ve ürettiklerini satmak için
pazar arayışı sebebiyle, rekabete girmişlerdir. Özellikle Almanya ile İngiltere
arasındaki rekabet savaşı kaçınılmaz kılmıştır.
Sonuçta, Avusturya Arşidükü Veliaht
Franz Ferdinand’ı bir Sırplının öldürmesi üzerine Avusturya -Macaristan
imparatorluğu Sırbistan’a savaş ilan eder (Temmuz 1914). Ardından Almanya;
Rusya, Fransa, Portekiz ve Belçika’ya aynı zaman diliminde savaş ilan eder.
İngiltere de Almanya’ya ve bağlaşıklarına savaş ilan eder. Böylece, Alman ve
İngiliz rekabeti 1914’den 1918’e kadar sürecek 1.Dünya Savaşına evrilir. 1.
Dünya Savaş’ı dengeleri alt üst etmiş, dünya devletleri adeta iki ye
ayrılmıştır. Savaşın sonunda Almanya yenilince (1918), Almanya safında savaşa
katılan Osmanlı imparatorluğu da yenilmiş sayılır. Sevr Anlaşması ile
Osmanlı’nın elinde kalan Anadolu dâhil, son toprakları da işgal edilir.
Bu emperyalist işgalciler, Mustafa
Kemal önderliğinde bir araya gelen Türkiye insanının ağır bedeller ödeyerek
kazandığı Kurtuluş Savaşı sonunda ülkemizi terk ederler. Lozan Antlaşmasıyla
(24 Temmuz 1923)’da egemen bir devlet olduğumuz tescil edilmiş, yaklaşık üç ay
sonra (29 Ekim 1923) da Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Lozan antlaşması bu özelliğiyle
“Türkiye’nin tapusudur” diyerek konuya dönmek istiyorum.
Batıda (Avrupa) bu gelişmeler
yaşanırken, Osmanlı, feodalizm koşullarında cehaletin karanlığından bir çıkış
yolu arıyordu. Ne yazık ki her yenileşme çabası, “gâvur icadıdır” diye mollalar
ve onlarla işbirliği içindeki yeniçerilerin direnişiyle karşılaşıyordu.
Padişah 3.Selim (1789- 1807), Fransız komutanların eğittiği, Avrupa
standartlarında bir ordu (Nizam ı Cedit) oluşturmak istedi. Yeniçeri isyanıyla
katledildi. Katliamdan sağ kurtularak tahta geçen 2.Mahmut(1808- 1839), ağabeyi
3.Selim’in yolundan giderek, çoğunluğunu Nizamı Cedit askerlerinin oluşturduğu
Asakiri Mansurei Muhammediye (Muhammed’in Askerleri) adıyla modern bir ordu
oluşturup yeniçeri ocağını dağıtır (1826). Tarihe Vaka-i Hayriye (Hayırlı vaka)
olarak geçen bu olay; Osmanlı’da, ıslahat (yenileşme) hareketinin başlangıcı
sayılır.
Tabii ki Osmanlı aydınlanması,
Avrupa’daki gibi kendi iç dinamiklerinin dayattığı bir aydınlanma değil,
savaşlardaki başarısızlıklar, kaybedilen topraklar ve özellikle dış güçlerin
(yabancı devletler); azınlıkların (Yahudi, Hıristiyan ya da diğer
milliyetlerden) hakları üstünden, dayattığı yeniliklerdir.
2.Mahmut ve sonrasında gelen Sultanlar
(2.Mahmut’un oğlu Abdülmecit (1839- 1861), Abdülmecit’in kardeşi Abdülaziz
(1861- 1876) ve Abdülmecit’in oğlu 2.Abdülhamit (1876- 1909) dönemlerinde,
ordunun ıslahı başta olmak üzere; hukukta, adli ve idari yapıda, eğitimde, sosyal
yaşamda, sanayide, gerektiğinde yabancı uzmanlar da getirtilerek, yenileşme
çalışmaları yapılıyordu.
Bu yenileşme çalışmaları monarşik
yapıya dokunmadan, Sarayın iradesi ve izniyle yapılabiliyordu. O yüzden
yenilenme çalışmaları eski bir kalenin restorasyonundan öteye gidemiyor,
Osmanlı’nın çözülüp dağılmasına engel olamıyordu.
Bu sebepten Osmanlı aydınları, Yeni
Osmanlılar (Jön Türkler) Meşrutiyet istiyordu. Abdülaziz Meşrutiyet
isteyenlerin bir kısmını sürgüne gönderdi. Birçoğu da yurt dışına kaçtı.
Yurt dışında örgütlenen Yeni
Osmanlılar (Jön Türkler) Mithat Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi aydınların
önderliğinde Harbiye öğrencileri, medrese öğrencileri ve askerler Topkapı
Sarayı’nı kuşatarak, Abdülaziz’i tahtan indirdiler. Sonrasında 5.Murat’ı Tahta
geçirseler de psikolojik sorunları yüzünden tahtan indirip, Meşrutiyeti ilan
edeceğini söyleyen 2. Abdülhamit tahta geçti. Böylece 1.Meşrutiyet ilan edildi
(1876) Mithat Paşa sadrazamlığa getirildi. İlk anayasa (Kanun-i Esasi) ilan
edildi. 1. Meşrutiyet Anayasa yapmıştı ama son söz, padişah 2. Abdülhamit’indi.
Anayasa, monarşiyi bağlamıyordu.
Nitekim
2. Abdülhamit, Osmanlı Rus savaşını (93 harbi) bahane ederek, meclisi
kapatıp, başta Mithat Paşa olmak üzere
birçok mebusu sürgüne yollamış, hatta Mithat Paşa Taif Zindanı’na atılmış,
orada da öldürülmüştür (1884) Böylece 29 yıl sürecek 2. Abdülhamit istibdat
dönemi başlamıştır.
1908’de Rumeli’de askerlerin
başlattığı isyan üzerine 2.Abdülhamit isyanı bastıramayınca, 2. meşrutiyeti
ilan etti. Sonrasında seçimler yapıldı. İttihat ve Terakki Parti’si kazanarak
hükümeti kurdu. İstanbul’da (Rumi, 31 Mart 1325), (Miladi, 13 Nisan 1909) 31
Mart, gerici ayaklanmasını bastıran hareket ordusu 2.Abdulhamit’i isyandan sorumlu
tutarak tahtan indirdi. Yerine Mehmet Reşat (1909- 1918) padişah oldu. Mehmet
Reşat’ın ölümünden sonra yerine Mehmet Vahdettin (1918- 1922) geçti. Kurtuluş
savaşı sonrasında, son Padişah Vahdettin ülkeyi terk etti.
TBMM’si saltanatı kaldırdı (Kasım
1922) Böylece Osmanlı Devleti resmen ortadan kalktı. Bu özet anlatımdan sonra
Osmanlı aydınlarını bakalım.
Osmanlı’da, kuruluşundan, Tanzimat dönemine kadar geçen
zaman diliminde eğitim, şeyhülislamların sorumluluğuna bırakılmıştı. Eğitimin
özü, Ortaçağ Avrupası’ndaki gibi Tanrısaldı. Bu eğitim, İslam dinini öğretmek
adına; Arap dilini, töresini, yazısını vs. toplumun tüm katmanlarına öğretmek
ve içselleştirmek üstüne düzenleniyordu. O yüzden Osmanlı’da Batılı anlamda Türk
asıllı filozoflar, bilim insanları yetiştirilememişti.
Tanzimat’la batılı anlamda okulların
açılması, bu okullarda doğal bilimlerinde ders olarak okutulması Osmanlı’da
aydınların yetişmesinin önünü açmıştı.
Osmanlı aydınları, özellikle 2.
Meşrutiyet sonrası Batıya (Avrupa) yüzünü dönüp, orda ki gelişmeleri anlamaya,
anladıkları kadarıyla kendi düşüncelerini yetkinleştirmeye ve düşüncelerini
dergi ve gazeteler aracılığıyla paylaşmaya çalışıyorlardı.
Osmanlı’da aydınların şansızlığı,
Avrupa’daki gibi güç alabileceği sınıfsal bir tabanının olmamasıydı. Çünkü
Osmanlı’da Burjuva sınıfı yoktu.
Avrupa aydınları, burjuva sınıfının
desteğinde feodal devletle mücadele ederek yol alırken; Osmanlı aydınları,
feodalizm koşullarında kendisine yol açmaya çalışıyorlardı. Ondan sebep,
aydınlanma anlamında bir ileri iki geri düşüyorlardı.
1.Paylaşım savaşı, Osmanlı Devleti’ni
fiili olarak yok etmiş, Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaktığı
kurtuluş meşalesinin aydınlığı, Edirne’den Ardahan’a her milliyetten, her düşünceden Anadolu
insanını sarmış, asker, sivil, kadın, erkek, kız kızan topyekûn bir direniş ve her
cephede karşı saldırılarla, yaklaşık üç yıl süren Kurtuluş Savaşıyla
emperyalist işgal sonlandırılmış, Lozan Anlaşması (24 Temmuz 1923) ile de zaferimiz
tescil edilmiştir.
9 Eylül 1922 günü İzmir Belkahve sırtlarından,
Yunan askerlerinin telaşla gemilere binip İzmir’den ayrılışlarını izlerken;
Yanındaki subaylar, “Paşam başardık, savaşı kazandık” dediklerinde, Mustafa
Kemal Paşa, “Asıl mücadele şimdi başlıyor.” Der.
Mustafa Kemal Paşa’nın sözünü ettiği
mücadele, aydınlanma mücadelesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların aydınlanma mücadelesini sonraki yazımızda
anlatmak üzere, Yazımı şöyle sonlandırmak istiyorum.
Gericilik
cehaleti, cehalet gericiliği besler.
----------------------------------------------------Tahir Eker 3.8.2020