‘’…Şimdi aynı öfke karşısında
çocukluk döneminkinden daha az korkup titriyorsam, çocukken duyduğum o katıksız
suçluluk duygusunun yerini, her ikimizde de gördüğüm bir çaresizliğin
almasındandır…’’ (Kafka)
Düş birikintilerinde bata çıkma
yürümenin ne olduğunu bilir misin, baba ya da tutuksuz yargılandığım yüce
divanın dayatmalarında ruhumda açılan yaraların bu güne kadar mevcudiyetini
koruduğunu anlatsam sana getirir misin bana dünde kalan yalnız çocukluğumun
hırpani kalp vuruşlarını?
İliklerimi düğmeledim ve hazır ola
geçtim bu gece elbet pervasız addedilebilecek bir çocuk olmasam bile senin
dayatmalarında sığındığım odam ve zaman zaman annemden uzak durmama vesile olan
o bakışlarını…
Sözcükler dikiyorum bu gün ama hala
yamalayamadım dündeki yaralarımı bir de sana yaranamadığım kadar mutsuzken hala
da didikliyorum dünümü adeta bir hallaç titizliği ile hele ki insan detaycı ve
aşırı özen gösterirken olan bitene bir de olup bitmeye vesile olacak ne varsa
ne yazık ki hayat bana hala altın bir tepsi içinde sunuyor.
Dünümle iştigal olduğumu iddia
etmiyorum artık en azından yazmaya başladığım ilk günlerdeki gibi fazla
deşmiyorum dünümü ama gelişimi tamamlanmayan her insandan farklı bir seyir
izliyor hayatım ve inan ki senin tüm diretmelerini ve baskılarını özlemle yâd
ediyorum en azından baba-kız ilişkimizde ne yaptınsa biliyorum ki benim
iyiliğim içindi.
Üstelik bunlara gelene kadar nice şey
eklendi hayatıma en çok da yabancıların bende yarattığı sıkıntı ve izdiham
yüklü yüreğimin çırpınışlarına eşlik eden İlahi bir Aşk ve de sancılı bir
oluşum, sevgili babacığım ve özlediğim sesinle özlem duyduğum hırçınlıklarınla
kutluyorum da doğum günü ve kaç yaşına gelmiş olduğunu gözlemliyorum da ve
geride kalan sadece bir torba dolusu kemik.
Issızlığımla yazıyorum bu satırları
ve sana duyduğum özlemle belki annem de en az benim kadar özlem duyuyor gel gör
ki asla da dile getirmiyor.
Mutsuzluğumla bile mutluymuşum ben en
azından kalabalık bir aile idik gerçi addedilen çekirdek aileden sadece bir
kişi fazla ama ve bir de şimdi bakıyorum da geride kalanlara ve senin
hatıralarınla dolu evde bazen duyuyorum da ayak seslerini elbet ihtiyaç
duyduğun duaları seve seve gönderiyorum sana ve biliyorum da sana her şeyin
malum olduğunu.
Çok şey var senden sonra değişen.
Aslında her şey yerli yerinde, demeyi
nasıl da isterdim yine de şükretmekten başka bir şey gelmiyor elimden hele ki
annemin varlığı ile sıkıntılarımı sevmeyi bile becerebilmekteyim.
Sana yazdığım son mektuptan sonra her
şey fazlasıyla biçim değiştirdi ama dile getiremem çünkü insanların özel
hayatlarına duyduğum saygı ile bunu ifşa edemem üstelik etik değil gerçi ben
öldükten sonra birileri bu satırları okuyacak olsa değişebilirdi düşüncelerim
sanırım fazlasıyla sıkı fıkıyım ölüm denen düşünce ile en çok da ölülerin bana
huzur verdiği gerçeğini göz önüne aldık mı…
Sevdiğim çok insan var baba ve
ıssızlığımı onlarla paylaşıyorum en azından yazarken ve paylaşırken mutluyum bu
anlamda bende emeği olan iyi ve güzel insanlar sayesinde edebiyatın o karesinde
izafi olsam da yer tutuyorum zannımca hele ki günümü yaşanır kılan bu yazma
arzusu ve insanlarla kurduğum iletişim elbet edebiyatın ihtişamı ve yüksek
dozajlı verdiği huzurla huzursuzluğumu bile seviyorum elbet elime kalemi
aldığımda.
Keşke her gün sabahtan akşama kadar
yazabilsem ve bunun mümkün olmadığı çok aşikâr. Yoksa yanılıyor muyum?
Gel gör ki en çok insanlar yanıltıyor
beni bu anlamda kendimi yanıltmam o kadar da dert değil.
Beynimde aktif halde bulunan onca
nöron ve sanırım en sevdiğim organım beynim en azından eşleştiğim duygular ve
düşünceler ve paye verdiği tüm güzellikler daha bir yeşilleniyor alt belleğimde
ve tıkış tıkış olan binlerce hatıra altta kalıp üst belleğime de sık sık basınç
yapıyor bu anlamda kâh dünümü yaşıyor ve yaşatıyorum yazarken kâh gün içinde yaşadıklarım
biçim kazanıyor ve damlatıyorum ruhumun kalıntılarını o boş ve bakir sayfaya.
Tıpkı kuşlar gibiyim baba en azından
kanatlarım sağlam.
Tıpkı ağaçlar gibiyim baba ne de olsa
köküme sadık ve sevdalıyım.
İstanbul’un da ta kendisiyim sanırım
köklerim uzandığı için İstanbul’un yaralı dokusunda ben de İstanbul’a bir
dokunup bin kez İstanbul oluyorum.
Onun gibiyim işte: hem kalabalık hem
yalnız bir insanım tıpkı İstanbul’un bir dolduğu bir boşaldığı bir o kadar
gözyaşlarım gibi en çok da sabah ezanında beni huzura kavuşturan o İlahi çağrı
ve ben ruhumdaki tüm ağrıları def edip karışıyorum ezan sesine. Ah, keşke tam
anlamıyla vazifelerini ifa eden bir Müslüman olsaydım ama tıpkı Rabbine sevdalı
o çoban gibi tekrarlıyorum bildiğim ne kadar dua varsa sonra da iç sesim egemen
oluyor ve Rabbim ile buluşuyorum en çok da dara düştüğümde.
Belki de buna sevinmeliyim yoksa
bunca acı ve dertten mustarip olmasaydım sahiden de o İlahi çağrıyı duyar
mıydım ki hep duyduğum bir çağrı üstelik kendimi bildim bileli bir o kadar
kendimi çağırdığım ama bir türlü kendimi istediğim gibi ağırlayamadığım.
Bu mektup kafamda bir yer işgal
etmiyordu ama Kafka’ya duyduğum sevgi ve inancın eşliğinde bir de onun bana
duyumsattıkları ve bir de yalnızlığın kıyılarında dolaşırken…
Bazen yazdığım şiirlerin gıcırtısını
duyuyorum hatta eklem yerleri acıyor şiirlerimin ve ne zamanki onları bir
kenara savursam biliyorum ki kalpleri de kırılıyor kemikleri de bu yüzden
ihtimamla seviyor ve yazıyorum en azından gayret ediyorum ve emeğimin karşılığını
sevgi ve inanç olarak karşıma çıkarıyor yüce Yaratan.
Ağustos ayı sancılı bir ay belki de
sıcak havayı sevmediğimden ötürü yazı da fazla sevmezken oysaki yaz başında
doğmuş tipik bir İkizler burcu olarak akabinde senin doğum günün Ağustos’a
rastlarken…
Hatta dün seni andık annemle ve doğum
gününden laf açıldı da elbet annem nereden hatırlıyorsun, demez mi…
Sözcüklerim.
Acılarım.
Hüznüm.
Ve ailem aslında tüm insanlığı
kucaklamak adına çıktığım yolda kollarımın boş kaldığı ve sayısız kere dibi
görüp son bir gayretle yukarı çıktığım ama bil ki bu da yetmiyor çünkü yeryüzü
bana göre bir yer değil o yüzden illa ki gökyüzünü anıyorum hem yazarken hem
yaşarken ve her gözümü diktiğimde en tepe noktaya gördüğüm şeylerin izahı yok
ama bunu bilen birileri illa ki var: elbette en başta Rabbimle kurduğum köprü
ve yitip giden kim varsa bana selam veren ve dualarımın da onlarla buluştuğuna
emin olduğum.
Sahi, bu yazını hükmü ne kadar
sürecek ve yetecek mi sahiden bu yazdığım son mektup ki son dediğime de bakma
sen ne de olsa ansızın hâsıl olan bir kıvılcımla nice yangına tanık oluyorum ve
ancak yazarak ve dua ederek bu yangını geçici süreliğine de olsa söndürüyorum.
Yitimin iz düşümü, baba.
Belki ben de bir yitimim insanların
gözünde hele ki para kazanmayı becerememişken ve ne yazık ki bazı kendini
bilmezler öylesine saçma sapan senaryolar yazıyor ki an geliyor ben bile
inanıyorum buna üstelik yakın çevremde kim varsa tanıdığım tanımadığım ve bil
ki, bana herkes çok değişti gittiğinden beri daha da çamura battı insanlık ve
ben insanlığımı savunurken bir yandan da suçlu muamelesi görüyorum.
Bayram geldi ve geçti ve biz senle
yine buluşamadık aslında en çok özlemim kendime o yüzden ivedilikle kendimi
bulup kendimle barışmalıyım bu yüzden hayli yolum var almam gereken bu yüzden
beklemen gerekecek.
Sözcüklerim az evvel mızmızlanıyordu
ve ben ne yazacağımı bilmezken sana düştü yolum ama öncesinde Kafka’ya ve doğum
günün de vesile oldu bu yazıya keşke unutabilseydim bazı şeyleri en çok da acı
veren ne ise ve işte buna da izin vermiyor insanlar ve gün boyunca öylesine
imkânsızlıklarda ve saçmalıklarla yoğunlaşıyorum ki gece oldu mu başka hüzünler
arıyorum onları unutmak için elbette kendimi de ama seni asla unutamıyorum,
baba.
Doğum günün kutlu olsun elbet
eşliğinde dualarımın hele ki ruhumuzun tek besini iken elbet inancın eşliğinde
gökyüzüne her diktiğimde gözümü, sönmeyen ve kimsenin de görmediği o ışıkla
ihya olmuşken kendimi bildim bileli.