Mevsimlerden mevsimler dikiyorum
şarkılara ve çınlayan sesime eşlik eden gök gürültüsü ile biliyorum ki;
rahmetin eşiğindeyim ve işte yuvarlanıp gidiyorum sözcüklerin her bam telime
bastığında akışkan gözyaşıma muhalif bunca insanın değil de inancın tekelinde
ve hizmetinde olduğum gerçeği ile şah beyitlerin ısrarla kat çıktığı varlığımın
da tüm alıp veremediği kendisi ile ilintili iken.
Mürekkepler ç/ağlıyor sözcüklerin
diktiği katedralde ve kulağım ezan sesinde en çok annemin başörtüsünde gördüğüm
ve yaşadığım huzur adına kovuyorum tüm sıkıntıları kapımdan çünkü bana emanet
edilen o anahtar ile dünyada saklı cennetin kapısını açıyorum elbette dilimde
ve yüreğimde dualarım.
Hangi mertebeye erişeceğim elbet
kaderin tecellisi ile sabit.
Hangi uçurumda düşerken takılacağım
da bir kuru dala ve nasıl açacaksam uçurumun dibinde biliyorum ki bir uçurum
çiçeği olmanın güzelliği ile yeryüzündeki çiçekler boy ölçüşemez asla içimdeki
uçurum çiçeği ile…
Günü kurtarma gayesi ile gözümü
sakındığım ne ve de kim varsa.
Sözcüklerden değil sevgiden yana iken
derdi insanlığın bu iki kavram iç içe geçiyor ve şiirlerle kürüyorum önümdeki
tozlu topraklı yolu ve bir bakıyorum ki; kavuşmuşum cenneti alaya.
Düşler ritmi olmayan bir kalp gibi en
çok da aşka düştüğümde.
Kalpler ritmi bozuk şarkılar gibi en
çok da sevdiğimde nabzını aldığım bilinmezlik ve payidar kılmak adına engin
duygularımı içimde bitmeyen bir sevgi arzusu oysaki yarımkürede boy veren bir
filiz gibi kimi zaman cılız bir gölgeye de denk düşebiliyorum ve geniş
omuzlarında şahikanın tüneyip de gagalıyorum dünyanın sunduğunu ve dünyalar
benim oluyor ansızın gerçi sebebini bilmiyorum ama.
Cümlelerim ve işte dünde kalan özrü
ile özümü seriyorum boş sayfaya elbet bir ömür gerisinde olduğum hayatın ve
dünyevi değerlerin de pabucunu dama attığım için yüksünmeden yaşıyor ve
yazıyorum ve genelde fazlasıyla hoyrat ve gerginim en çok da kendimle baş
edemediğim gerçeği ile kolay kolay da bir yerlere varamadığım gerçeği…
Gerçekler…
Gerçek dışı addedilen gerçekler ve
izah da edemiyorum çevremdekilere çünkü onların görmediği ve duymadığı ne varsa
bir şekilde vakıf olabilmekteyim.
Ya, ben gerçek miyim?
Yazdıklarımsa realitenin iz düşümü mü
yoksa hayal gücümün kapıya koyduğu sefil benliğim mi?
Ve işte içimdeki bıçkın çocuk şerh
düşüyor güne-pardon geceye-ne de olsa b/ölünmüş bir kez gerçekler ve
gerekçeleri ne ise hayallerin.
Hayal mahsulü yüzlerce yazı
kalemimden çıkan bir o kadar gerçeklerin izafi iz düşümü kolaysa çık işin
içinden.
Varlık ne ketum ne çığırtkan.
Aşk ise ne mubah ne de ulaşılası.
Sevgi ise deryalara bedel tıpkı
acıların yükselen tansiyonu ile tam da kendimi sevmeye denk düşmüşken.
Miadı dolan bir hikâye miyim yoksa?
İyi de şunun şurasında ne gördüm ki? Bu yüzden görmediklerimle kat çıkıyorum
hayata ama gönül gözümle de kolaylıkla istişaresini yapabilmekteyim.
Gün yavaş yavaş sona yaklaşıyor ve
kapının önündeki masalarda insanlar sözüm ona deşarj olup hiçliklerini kudret
bilirken ve içtiklerinde ne varsa gönül gözüne değil bakmak inanmaları bile
olası değil üstelik ne çok yabancı insan bir o kadar tanıdık çünkü
yapabildikleri sadece kimini alaya almak ve yüksek sesle kahkaha atıp
içlerindeki boşluğu attıkları çığlık ve kinayeler ile doldurmak ve bardaklar da
bir dolup bir boşalıyor.
Sözcüklerim hükmeden mi hükmedilen
mi?
Ya, varlığım? Kabul gören mi
reddedilen mi yoksa?
İyi de kime göre neyin doğruluğunu
ispatlamak zorundayım ki altı üstü bahşedilen hayatı yaşamaya gayretindeyim bir
o kadar huzur arzulayan bir iç acı iken içimdeki açının iz düşümü.
Ne iletkiyim ne gönye gelin görün ki
kolaylıkla pergel görevini üstlenebiliyorum ne zamanki nokta atışı yapıp
merkezi işaretlesem ve işte çıkış noktam hem yaşarken hem yazarken.
Yaşaran gözlerimse bir lütfu Rabbimin
hele ki her andığımda O’nu ve rahmetini dış sesler ve dış etkenler asla
yakmıyor canımı.
Nerede olduğum ya da nasıl
gözlemlediğim hayatı ve işte kör noktası insanların çünkü at gözlüklerinden
sadece alt edebildiklerini sanıyorlar: kimi mi? Elbet onların gözünde farklı ve
sıra dışı olan kim ise ve sıra dışılığımla iz bırakıyorum sessizlikte en çok da
iç sesime ve kalp gözüme inandığım.
İspat edemiyorum da diğer yandan
çünkü benim gördüğüm ve duyduğum bir ayraç tıpkı hayal ile gerçek arasında
uçuşan bir yaprak gibiyim ve her ne kadar uçuşsam da nihayetinde kopamıyorum
kökümden ve gün içinde nerede ve hangi ortamda yolculuk yaparsan yapayım
biliyorum ki; ben bu dünyaya ait değilim diğer bir deyişle uyumsuz addedilen
bir yapım var hele ki merkez aldığım inanç ve iyilik iken anlamıyorum da insanların
şiar edindikleri niyeti.
Sözcükler.
Yapışkan.
Sözcükler.
Akışkan.
Sözcükler.
Aşkla doğan ve aşka dair ve aşk…
Bir gösteri adeta duyguların
kesiştiği ve kızıştığı ve arayışında rahmetin kimi zaman yolu insanın beşeri
aşka düşüp de her şey izafi iken en çok da kendiyle uzlaşmanın yolu sevmekten
geçerken ve uzlaşı sağlayamadığım özellikle son zamanlar.
Evet, ben bir sahnedeyim ama rolüm
aslında gerçeğin ta kendisi ve her şey doğaçlama tıpkı sevginin mertebesinde ne
zamanki köşeye sıkışsam eteklerimi toplaya toplaya kaçtığım: hem insanlardan
hem de kendimden.
Ama geri dönüyorum da bir şekilde
kürkçü dükkânına çünkü bana tanınan süre asla izin vermiyor bir takım şeyleri
yarıda bırakmama.
Yarımım belki de ve diğer yarım
hüzün.
Tümüm aslında çünkü inancın
b/eşiğindeyim.
Çeyreğim belki de en çok da mutluluğa
çeyrek kala.
Bir sağanak olduğumu da biliyorum en
çok da kendi gözyaşımda boğulduğum.
Bir derya olduğumu da biliyorum çünkü
tek damla iken severek ve umut ederek deryalara denk düşüyor duygularım.
Uyumsuzun da bir o kadar en çok da
dünyevi zevklerin ve değerlerin uzağında olduğum hele ki hayal gücümle bir
günde tüm kâinatı gezebildiğim ve empati yapabildiğim gerçeği ile bir anda
binlerce role denk düşebiliyorum: mazlum, yaralı, sevdalı, ölümlü, sonsuzluk,
hicap ve umut zerreleri ile taşıp da boşalan yüreğim ve içimin sayacı aralıksız
çalışıp da dünyayı ve kendimi yine gönül gözümle tartarken.
Ruhumun kaç grama tekabül ettiğini
ise ince hesaplarla ölçüp biçiyorum ki binlerce ton ağırlığında iken omzumdaki
yük bir şekilde hafifliyor da içim en çok da kendime ve Rabbimle baş başa kalıp
ince ayar yaptığımda.
Bulutlara minnettarım ve sırtımı
yasladığım dağ aslında bir hutbe kadar kutsal ve dokunaklı ve iç sesimde
titreşen binlerce dalga en çok da kendi dalgalarımla kâh kabarıp kâh durulduğum
hele ki sığlardan uzak yaşamanın ve sevmenin tortusu iken içime çöken…
Ya, sizin ruhunuz kaç gram?
Sözcüklerin hoşnut kaldığı bir
rüzgârda savrulduğuma binaen biliyorum da tüm dünyanın yükünü sırtlanıp
çekebildiğimi en çok da başkaları adına sevip kolaylıkla üzülebilirken en çok
da mazlumlar ve çocuklar adına ve Rabbimin bahşettiği yüreğim ve hüznümle
biliyorum da O’nun sonsuza kadar bana sahip çıkıp beni seveceğini hele ki
hüzünlü kalpleri en çok seven sadece O iken…