Hangi düş’ün tahliyesidir şiir ve
hangi acının bakiyesinde saklıdır umut?
Renklerin hoyrat ve sevici
imgelerinde saklı bir hararet adeta asılı durduğum şu şehla yalnızlığın da
muhatabıdır ne zamanki kalem girse aklıma ve kanıma…
Saflığımı mazur gör ve yalnızlığımla
kıyama durduğumu belle iyice ve sevilmeyi filan da talep etmiyorum: ne senden
ne evrenden ama illa ki sevmeli beni birileri en başta Mevla’m bir de pencereye
dadanan o sefil kumru.
Şehrin ışıklarından kör olmuş
martılar ve onlar dahi sokak aralarında yaşamayı seçmiş tıpkı ben satır
aralarında yaşadığıma dair geliştirdiğim inançla kendimi kandırırken.
Bir resimde içimdeki gizem.
Bir esinti ise gözlerimi her
kırptığımda uçuşan tozlar.
Bir bulutsa ve de elbet ufkumda saklı
umut gibi yarım ağız sevenleri de hala anlamadığım.
Sözcükler serbest dalışla havada
asılı kalıyor ve buz kesen soğuğunda gecenin, ağzımdan çıkan her sözcük yine
havada donup kalıyor.
Tıpkı benim de donduğum gibi ve her
donduğumda yeniden doğuyorum çünkü kalem bana eşlik ediyor ve Tanrı kayıt
ediyor: biliyorum, biliyorum işte O’nun beni sevdiğini ve benim de beni sevmemi
bekliyor en azından O’nu sevdiğimden haberdar ve yüreğimde saklı nice insan
üstelik künyemde yazılı ismimle şerh düştüğüm bir gül bahçesi filan da değil yaşadığım
mekân en azından cennete dönüştürüyorum kalemin sihirli sesiyle bana eşlik eden
nice insan sayesinde kısa süreliğine de olsa hayatı ve çevremi cennet
belliyorum.
Cehennem bekçileri ise hep vardı
hayatımda ve biliyorum ki hep onlar var olacak bu yüzden ben iyi insanların
peşindeyim belki de hayalimde yarattığım meleklerdir ben her yakındığımda gülen
hani, demezler mi? Bizler umar ve hayal kurarken melekler de gülermiş.
Bunu bilmek güzel.
Ama canım yandığında kendini
bilmezlerin gülmesi dayanılmaz.
Mevsimin nazında saklıyım ve de:
elbet mevsim bile gün içinde sayısız mevsimi dillendirirken nazımla niyazımla
kabul görme düşüncesi bile mutlu kılmakta.
Esintinin yönü sık sık değişiyor bu
yüzden baktığım açı da farklı yönlere çekiyor dikkatimi.
Bir üzüncün buğusunda saklıyım belki
de ve şehrin künyesinde saklıdır sırlarım tıpkı surlarına serildiğim gibi.
Göbek taşında bir damla yaş.
Çeşme başında akmayan su.
Çeşni başı iken kalemim elbet ruhumun
firarında peşine takılan ve başka başka tatlara yol açan o efsunlu sesi
kalemin.
Endamlı bir göğün tanrıçası iken
kuşlar ve işte yine kulağıma geliyor o ses:
Sadece tek kumrunun ziyareti ile
şenleniyor hanemiz ve hırçın kanatlarını çırpıp gelen tüm serçeleri de
kovduğuna göre o da benim gibi ve ben o kumruyu çok seviyorum ve tüm kuşları da
ve her nasılsa elimi uzattığımda değil kaçmak yeltenmiyor bile.
Bir kuşun ruhunu taşıyorum belki de.
Ya da tam tersi.
Kuş sürüsünden ayrı düşmüş bir kuşun
içinde saklıyım ve ne zamanki göz göze gelsek sadece donup kalıyor bakışlarımız
ve ben uçabildiğime vakıf oluyorum, o ise sessizce oturuyor camın içinde hatta
güneş geldi mi güneş banyosu yapıyor kanatlarını açıp sadece anını yaşıyor ve
biliyor da güvende olduğunu ve benden zarar gelmeyeceğini.
Bir kuş bile buna vakıf iken…
Belki de tek lüksüm duygularım.
Belki de zihnimi rölantiye aldığım
yılların ertesinde zihnimi deşmem ve duygularım da bıçak ya da tırmık iken
İlahi bir esintinin bestesine eşlik eden sözcüklerim ne de olsa inanç her ana
yayılmış ve her zerremiz inanca denk düşerken bu yüzden harici sesler ya da
gürültüler ve çığlıklar değil bence kâinatın bestesi. Bilakis İlahi sıcaklığın
ısıttığı bir evren ve kulaklarım her çınladığında rahmetin beni andığını
biliyorum.
Ve ben sadece bu besteye sadık kalıp
güftesini yazıyorum ömrün ya da günün ve uğultulu tepelere inşa ettiğim tek
kişilik kulübemde tüm dünyayı ağırlıyorum ve yenilsem de zaman zaman ve de
yanılsam biliyorum da kimseyi yanıltmayacağımı bu anlamda vicdanımla barışık ve
inancıma sadık bir kuldan öte yetemeyeceğim ve yetemediğim çok şey ve çok insan
olmasına rağmen kendime yetebilmek de beni şükre yönelten ve hamt etmekten
ötesi yok iken.