Yorgun bir düş’ün kırıklarıydı hayat
en çok da hüznün kırık penceresinde salınan şafak gibi bir de şatafatlı
acıların değişken mizacı.
Sözcükler ne yorgundu ne de yorganı
günün, dünde kalan onca şeyin yetmezmiş gibi güne eklendiği ve tırtıklanan bir
metanet.
Sözcüklerden sökün eden
Yalnızlığın sarkacında hoyrat bir rüzgâr
Gönül nazında niyazında
Sevmelere dair ömür madem
Eşkâli neydi dünde kalanların
Güne uzandığı
Bazen ölüm koktuğu
Bir şiir iken mezar taşında
Saklı sırları şairin
Söyleyemediği ne çok şey
Ön sözü müydü sahi güneşsiz geçen
günlerin?
Gün neydi ya da gece?
Ve sair bilmece
Aşkı heceleyen bir duada saklanan
Göğe kurşun atan tombul ayaklarında
martının
Öykünen mutluluğa
Ölümsüzlük saklı değil şükür ki
hayatın pervazında
Öğünler delinen
Övünçler yüklenen ve övünen deliler
Kuşlar da göçüp gitti ya
Aslında ruhumuzda saklı onların ebedi
yuvaları.
Hazansa mevsimin sarkıtı
Şubat güneşinde ısınan bir şiir gibi
Solumaksa hayatı
Dün de aynı gün de yarın da
Bir acının doğurganlığına
Kim engel olur ki?
Melun bir hece çiftleşirken zalimin
yüreğinde
Biz aşk diye düşmüşken yola
Kimdi ve nasıl kin ile yoz kıldı
yaşama sevincimizi
Karda yürüyüp izini belli etmeyen ne
çok münafık
İnancın bile tartaklandığı kara
ruhlarda saklı karanlık
Hep de aydınlığa meylettik
Kandık, inandık ve sevdik.
Ön sözünü yazdık madem şiirin
Hep şiir değil miydi güneşin v/edası
Dolunayda uyuyan bir çocuğun rüyası
İlla ki sonsuzluğa kadar asılı kalmak
kutup yıldızında
Sefasını süreceğimiz ömür kaldı?
Ömür diye çıktık da yola
Mıhlandık kaldık dünde ve anda
Yarın olmaya yetecek mi dinmez
acıların rüzgârı?