.../
Yaşayana yollar mı biter, ya yaşamayana…
Dünyanın neresine dönersen dön insan, o insanların gaye ve amaçları da Ben çatısında aynı …
Şikayet edenler, kusur arayanlar, menfaat yarışı, yalakalar…Benim deyip başlayan tek isimli şahsiyetler soy isimleri ise yanılanlar!
Boy fasulyede de var, zürafada da… Kilo su aygırında, filde bolcana! en güzel göz eşekte… Yaratılan her hayvan, insan gibi özenle yaratılmış. Yalnızca temizlik-ahlak insanda olmazsa olmaz. Hem bedeni hem de ruhu sarmazsa, insanlıktan çıkarıyor, çöplükte ne bulursa yiyen domuzdan farkı kalmıyor. Ben bir hayvansı mahluk… O bitmeyen yollarda, davarlarının pisliğini bıraktığı ve tezek olup yakılan dışkılar gibi! Onu toplayan yani ardından gelip izleyenler, o izleri değil kendilerini yakıyorlar, benin tezeği oluyorlar.
Düşünsenize, dünyada olmayan ne var ki yeter ki bilim insanları keşfetsin… Bu hazır yaratılanları gördükçe ben diye dolaşanlara şaşıyorum. O ben neyi öğrenmiş, bulmuş, özelleştirmiş ki kasıla kasıla bitmeyecek sandığı yollara izlerini bırakıyor. İnsan dünyada var olmayan bir şeyi yaratamıyor, üretemiyor. Var olanı buluyor, yani keşfediyor. Onu da benlikten kendini kurtarıp, insanlığa hizmet eden kişiler- o kadar az ki yapıyor.
Ailen zenginse öldükten sonra bıraktığı mirası-izi kendi üzerine siniyor. Var olanlarla yetinip, böyle yaşamaya devam etsen, kısa sürede o izleri kaybediyor eşe eşe… İnsan ancak, benden kurutulursa, eşmekten de kurtulur. Dünyada eşmek işi yalnızca kendi mezarın olacak toprağa olmalı. Bunda gayri eştiğin her şey, senin için sınav ve övünç oluyor.
İnsan ne kadar ben dese, yalnızlaşıyor, yaşlı insan gibi kullanması gereken tüm uzuvlarını yok ediyor, hayaller kurmuyor, ümide ihtiyaç duymuyor. Bunları yapan insanın akla, fikre ve öğüde de ihtiyacı olmuyor. Başında büyük ben oldukça onu otlatıyor, ihtiyacı neyse veriyor ve kendi beni için büyük acıları tepside sunuyor. Haydi kurta bir koyunu teslim etse ne kaybeder ki… davarlar o kadar hızlı artıyor ve onun benliğine teslim oluyor ki…
Ben, kendinde hiç bir nitelik yokken övülmek, el üstünde tutulmak, etrafında yalaka arıyor. Bu halka halka küçükten büyüğe doğru yayılıyor. Büyüdükçe, şekli bozuluyor, en küçük halkada ki ben onu göremiyor, anlayamıyor. Kabulü ise onu ferahlatıyor, “O da Ben ya!” görmediği içinde haşa “ O Allah ya!” diyor.
Musa’nın attığı yılanın diğerlerini yuttuğu gibi, bu yılanın varlığını görene kadar ben olmaya devam ediyor. Hani o ben bir sihir ya da mucize mi aramalı, o yılanı görmek için. Eğer gerçekten bütün benleri yıkan bir yılan var ise, biz diye çağıran ve övgüyü gerçekten yaratana söylüyorsa, Musanın yutturduğu yılan gibi yaşamak ne zavallılıktır değil mi? İkisi de yılan ama… Musa’nın ki gerçek…
Ne kadar ben neymişim desen, ne kadar senaryo yazsan, oyunlarına yaşattığın ben, bir efsane, uydurma, hayal… Benle ürettiğin haksızlık, çalma, talan, göz boyama, sihir… Ne kadar kıvırsa da sürünürken, Musa’nın yılanıyla karşılaştığında aciz kalacaktır. Ne kadar kıvırıp afetim dese, o da yaşlanıp güçsüzleşecek ve unutulacaktır. Kimse onun afetliğinden konuşmayacak! Böyle biri varmış diye de mirasyedisi olmayacak.
Ben biz olmadıkça, yaşarken bile yollarını çıkmaz sokak kapatacaktır. Bu dünya da yalnızca biz diyenlerin yolu sonsuz ve yaşamı da mutlu geçecektir.
Saffet Kuramaz