Şimdi tabii ki sizler ’Ramazan’ın ancak ortasındayken
bu ne acele? Sami Hoca Ramazan ayını hemen yolcu etmiş’ Diye düşünüyor
olabilirsiniz ama bu Ramazan başka Ramazan. Ayı olan Ramazan’la da Ramazan Ayı
ile de bir alakası yok.
Efendim 1981 Yılının Nisan ya da Mayıs ayıydı. Artık Manavgat’da herkes
istediği yere rahat rahat gidebildiği gibi ihtilal öncesindeki bölünmüşlük
tamemen ortadan kalkmış, eski düşmanlar can ciğer kuzu sarması olmuştu. İşte
böyle bir ortamda okulca bir piknik yapmaya karar verdik.
Piknik yeri bu gün maalesef Türk Milletinin -Eğer cebinde bol parası yoksa-
ancak kartpostallarını seyredebildiği, o yıllarda ise rahat rahat piknik
yaptığımız ama denize girme konusunda pek de rağbet etmediğimiz Sorkun
Çamlığı...Bu günkü adıyla ’ Trembling Lake’ Yani Titreyen Göl. ( Aslında
Titreyen Göl, Sorkun Çamlığının az alt tarafındadır. )
Piknik yapacağımız yer genişçe bir çam ormanı. Önümüzde Manavgat Çayı ve bir
tarafımız da deniz. Yani Manavgat Çayının denize döküldüğü yere oldukça yakın
bir yerde piknik yapacağız. Diğer bir deyişle cennette yapacağız bu pikniği.
O kadar güzel bir yer.
Okulun tüm öğretmen, öğrenci ve personeli doluştuk minibüslere ve çamlığa
geldik. Okul müdürü Tacettin Bey , tüm öğrencileri karşısına dizip
talimatları verdi:
1- Çaya ve denize girmek zinhar yasak. Hiç bir öğrenci ve hatta öğretmen ve
personel çaya girmeyecek, giren olursa kendisine ölümlerden ölüm beğensin.
2- Öğrenci milletinden sigara içenlerin var olduğunu biliyoruz. İllevelakin
burada sigara içen olursa kendisine cezalardan ceza beğensin.
3- Açık alana, ağaç diplerine işemek ve def-i hacet eylemek kesinlikle yasak
. Piknik alanına uzak olsa da herkes kapalı bir kaç tuvalete gidip işini
orada halledecek.
4- Etrafa tek çöp atılmayacak ve piknik alanına daha önce bırakılan çöpler
toplanacak.
5- Öğrenci milleti mangal yakmayacak. Mangal işleri ile öğretmenler ve okulun
diğer personeli ilgilenecek.
6- Öğretmen milletinin yakınında top oynamak yasaktır. Top oynayacak
öğrenciler, öğretmen milletinden en az 100 metre ötede oynayacaklar.
7- Her türlü yiyecek ve içeceğin adil bir şekilde paylaşımı işi bayan
öğretmenler, erkek öğretmenlerin eşleri ve kız öğrenciler tarafından
sağlanacak.
Talimatlar da verildikten sonra olayın eylem faslı başladı.
Allahım Allahım...Piknikler neden hep böyle olur? Yahu düşünün bir tarafta
mangallarda etler cozurdarken diğer tarafta kekler, börekler, dolmalar,
pastalar, kısır, domates, peynir, kavun, karpuz, envai çeşit meyve,
zeytinyağlı taze fasulye, baklava, tel kadayıf, aklınıza ne gelirse artık.
Alt tarafı 150-200 kişiyiz ama sanırsın bir orduyu besleyeceğiz. İşin bir
başka garip tarafı da o kadar yiyecek içeceğin bir gıdımı dahi boşa gitmiyor.
Hepsi yallah mideye...Ha unuttum, pikniklerin olmazsa olmazı ay çekirdeği,
kabak çekirdeği, fıstık, fındık gibi çerezler ve tabii ki milli içkimiz
ayrandan kolaya kadar her türlü içecek de var.
Neyse efendim. Kızların kimi ip atlıyor, kimi saklambaç oynuyor, kimi de
istop...Her ne kadar ben bu oyuna dahil değisem ve dahi onlar öğretmen milletinden
uzak bir alanda istop oynuyorlarsa da namussuz top gelip gelip benim kafanın
tam orta yerinde patlıyor her ’ istoooppp’ dediklerinde. Kasıtlı mı
yapıyorlar ne?
Erkek öğrenciler ise bir acayip futbol oynuyorlar. Ellişer kişilik iki takım
kurmuşlar, kimin hangi takımdan olduğu belli olmaksızın top tepikliyorlar. O
değil de ciddiyetten asla taviz vermeyen Tacettin Müdür de girmiş pek çok
öğretmenle birlikte öğrencilerin arasına. Öğrenciler de bir öğretim yılının
acısını çıkarırcasına topu tekmeleyeceklerine öğretmenlere basıyorlar
tekmeyi. Her tekmede bir penaltıya ve dolayısıyla kalelerine atılan bir gole
sebep olsalar da pek aldırmıyorlar yenen gollere.
Derken efendim oyunlar oynadı, yiyecek ve içecekler mideye gönderildi ve sıra
geldi pikniğe gelmemizin ikinci amacına. Yani biz o gün sadece piknik yapmak
için orada değildik. Ayrıca bir dersin konusunun da tatbikatı yapılacaktı.
Bazı okuyuculara garip gelecek biliyorum ama unutulmasın ki biz bir İmam- Hatip
Lisesiydik ve geleceğin imamları olacak olan bu öğrenciler, meslekleri icabı
ölü yıkayacaklar, ölü kefenleyecekler ve ölü gömeceklerdi. İşte o gün aynı
zamanda bunun da tatbikatı yapılacaktı.
Her şey gerçeğe tam olarak uygun bir şekilde yapılmalıydı. O bakımdan
kızları, alt sınıf öğrencilerini, bayan öğretmen ve eşlerimizi olay
mahallinden uzaklaştırarak sadece 12. sınıf erkek öğrencileri ve meslek
dersleri öğretmenleri ile arzu eden erkek öğretmenlerden oluşan bir grup
oluşturarak işe mezar kazma eylemiyle başladık.
Hamza Bey Kıble yönünü belirledikten sonra mezar kazılmaya başlandı. Göğüs
hizasına kadar derinlikte bir mezar kazıldıktan sonra kazılan mezar içine
ölünün konacağı kısım oyuldu. Velhasılı mezar tamamdı. Bu arada neredeyse
okulun tüm öğrencileri ve uzaklaştırdığımız diğerleri de merak etmişler olayı
seyrediyorlar. Bir kaç kez ‘’ kışşşşt ‘’ dediysek de uzaklaştırmak mümkün
olmayınca ‘’ Bırakın seyretsinler’’ dedik.
Mezar tamamlanmıştı. Lakin ortada bir ölü yoktu. Gönüllü bir ölüye acil
ihtiyacımız vardı. İşin en sıkıntılı tarafı da bu gönüllü ölüyü yıkama
faslıydı. Öyle ya ne kadar gönüllü olursa olsun onca insanın bakışları
üzerindeyken bir insanı çırılçıplak edip ona boy abdesti aldırmak, olacak iş
değildi.
Bu arada hemen bir noktayı belirteyim: Hani bazıları’imam-hatip okulları
kapatılsın’ Diyor ya. İnanın bana imam-hatip okulları kapatılırsa Türkiye çok
önemli bir mizah kaynağından mahrum kalır. Neden mi? Devam edin okumaya o
halde.
Evet, herkesin gözü önünde yıkanmaya razı olacak bir gönüllü ölü adayını
nereden bulacaktık? Bu büyük bir sıkıntıydı. Tam Mustafa Bey, bu iş için
getirmiş olduğu plastik bebeği çantasından çıkarıyordu ki beklenen ölü kendi
ayağı ile gelmeye başladı. Hem de yıkanmış olarak...
Onca tembihe rağmen Manavgat Çayına girmiş olan ve Ağustosta bile buz gibi
akan bu akarsudan çıktığında dudakları mosmor, rengi sapsarı olmuş olan
Ramazan adlı öğrencimiz müstakbel ve dahi hazır yıkanmış bir ölü olarak
kefenine doğru yaklaşmaktaydı.
Hamza ve Osman Bey birlikte Made in U.S.A bezinden bembeyaz kefen bezini
zemine yaydılar. İzar, gömlek ve sargı denilen üç bölümü varmış kefenin.
Amerikan bezi elle yırtılarak ( Makas da kullanılmazmış ) bu saydığım
bölümler hazırlandı. Bir tek anlamadığım husus Mehmet Bey’in elindeki bir
pakete yakın pamuktu. Sonunda onu da öğrendim ama siz öğrenmeseniz de olur.
Zaten onu kullanmadık.
Meslek Dersleri öğretmenleri Ramazan’a ‘’ Korkmuyorsun değil mi? ‘’ dediler.
Bir ayağı sürekli disiplin kurulunda olan Ramazan, bu sefer çok ucuz bir ceza
ile yırtmanın sevinci içinde ‘’ Yooo ne korkacağım? ‘’ diye cevap verdi ve
geldi kefenin içine yattı. Lakin kefen bağlanınca ‘’ Çıkarın beni diye bir
fırlayış fırladı ki tarifi imkansız.
Ramazan’a -kurallara uymadığı için verilen- bu kadar ceza yetmişti.
Öğrenciler biraz çalı çırpı toplayıp Kefenin içine koydu. Bir de oyuncak
naylon bebek koyarak kefenlenmiş ölüyü(!) mezara indirdik. Daha önce
hazırladığımız tahtaları da yerleştirdikten sonra mezarı kapattık.
Biz mezarı kapatırken çamlıkta kozalak toplayama çıkmış bir grup teyze
yanımıza gelip merakla sordu ’ Ne oluyor?’ Diye. İşte o andan sonra anladım
ki benim sahneye çıkma zamanım gelmişti.
-Hiç sormayın teyzeler. Bir öğrencimiz vefat etti. Onu defnediyoruz.
-İyi de oğul burası mezerlik değil. Niye buraya defnediyonuz ki?
-Teyzeciğim ölmeden önce vasiyet etmiş zavallım. Beni Sorkun Çamlığına gömün
diye.
-Eyi de anası bubası, kimsesi yok muymuş garbimin.
-Yokmuş teyze. Bizlerden başka hayatta hiç kimsesi yokmuş zavallının.
-Yaaa vah vah genç miydi?
-Dedim ya teyze öğrenci. Daha on altı yaşındaydı. Çok da çalışkandı rahmetli.
-Aaahhh hoca ahhh. Hep eyiler ölüyo zaten bu cavır dünyada. Kötülere bir şey
olduğu yok.
Teyzeler başladılar iplik iplik göz yaşı dökmeye. Bana da yeni ilhamlar geldi
tabii ki. Kız öğrencileri topladım.
-Kızlar biraz sonra ben ne yaparsam siz de aynısını yapacaksınız tamam mı?
-Tamam Hocam.
Ben,bizim Ramazanın ve diğer arkadaşların şaşkın bakışları arasında feryada
başladım:
-Ramazaaannnn Ramazaaannn bizi bırakıp da nerelere gidiyorsun Ramazaaannn.
Kızlar koro oluşturup tülbentlerini ve saçlarını yolmaya başladılar:
-Ramazaaannnn Ramazaaannn bizi bırakıp da nerelere gidiyon Ramazaaannn.
Herkes anlamıştı benim yeni bir muziplik peşinde olduğumu ve hiç kimse
bozmadı oyunumu.
Teyzelere baktım onlar da havaya girdiler.
-Oy benim gınalı guzuuuummmm. Arkadaşlarını bırakıp da nerelere
gidiyoooonnnn.
- Hocaların bile doyamamış seneee
- Vay Ramazanım vayyyyy. Dünyaya doyamadan getttiiiiiiii.
Her şey o kadar aslına uygun ki bizim Ramazan bile arkadaşlarına ’ len ben
essahtan mı öldüm acep?’ Diye sormuş.
Herkes içinde biriken kahkaha fırtınalarını zor tutuyor ama hiç kimse
ciddiyetten en ufak taviz vermiyor. Sorkun Çamlığına derin bir hüzün hakim
(!)
Hamza Bey Kur’an okumaya başlayınca her kes bir müdet sustu. Daha sonra
ölünün (!) talkını da verildi.
Biz dönüş yolculuğu için arabalara binerken baktım teyzeler kucak dolusu çam
dalları ve çiçeklerle Ramazan’ın kabrini(!) süslüyorlar ‘’ Vah Ramazan’ım vah’’’
diye ağlayarak tabii ki.
Minibüslerin içinde kahkahalardan göbeğimiz çatlayacak vaziyete geldik Artık
dayanamadım. Minibüsten inip bağırdım.
-Teyzeleeerr ! Ölen mölen yok merak etmeyin. Bunların hepsi bir şakaydı.
Teyzeler öfkeyle ’ Seni cavırın oğlu seni’ deyip yerden bana atmak için taş
ararlarken ben minibüse atladım ve ‘’ Abi durma gazla ‘’ dedim. Allahtan bir
çamlıktaydık ve etrafta taş filan yoktu.
Resim: Silik de olsa o güne ait iki fotoğraf.