Karartmıştım gözlerimi ve görmediğim
kadar görünmediğime hükmediyordum derken devasa bir ayraç belirdi gözlerimin
önünde rengini seçemediğim ve en amaçla tecelli ettiğini bilemedim.
İç sesim suskundu bense hiç olmadığım
kadar duyarsız.
Sözcükler saklıydı sanki etrafımda
benden uzaklaşan.
Ferah bir esintinin peşindeydim
oysaki ben tüm sıcağı serinletecek ve göğsüme hafiflik verecek.
Anlaşılmaz olduğum kadar karamsardım
üstelik ne de olsa işbu varlığım yokluğun her katresine eşlik ediyordu ve tek
lokmada yutmuştu işte evren beni sonunda tıpkı öncesinde de defalarca olduğu
gibi ama her nasılsa kusmuştu beni yeniden ve yerimden zor kalkıp yürümüş olsam
da bir şekilde kavuşmuştum benliğime.
Şimdi ise refüze ediyordum evrenin
ç/ağrısını ve sahiplenmiştim sözcüksüz geçen son zamanlarımı gerçi zor olmuştu
ama…
Seçeneğim yoktu çünkü kabullenmekten
başka mademki kabul görmemiştim esefle yutmuştum devirdiğim taşları aslında bir
mozaik bildiğim evrenden nasıl ayrı ve ayrık olduğumu yeniden anlamıştım zaten
iş burada bitiyordu belki de başlıyordu.
Yetemediğim kadar da yatırım
yapmıştım beynime ve kendime.
Dağınıktım yine ve yeniden.
Özümü de sözümü da kaybetmiştim
ansızın ve gidenlerin yasını tutarken şimdilerde kendi yasımı tutuyordum ve
yasa belliyordum artık içime akıttığım gözyaşımı.
Olay ne miydi?
Mevzu bahis olan tek şey de değildi
hani iyi de ben bunca şeyi nasıl sığdıracaktım kısa tutmam gereken bir yazıya?
Mademki yazgım da gereğinden fazla
uzun ve tasalı idi…
Beklentim yoktu üstelik ama yok
sayılmak beklentisiz olmaktan da beterdi ve günümüz şartlarında tek yaptığımı
yapamama kararı almıştım daha doğrusu mecburdum daha doğrusu mücbir sebeplere
ek olarak…
İyi de ne işe yarayacaktı açıklamam?
İyi de ben bu şekilde ayakta kalmamış mıydım son sekiz senedir?
Duyumsa.
Yaşa hayal kırıklıklarını.
Sonra hayal et.
Yetmedi dök kaleme.
Yetmedi yatağını ve uykunu unut ve
düş kalemin peşine.
Benim peşime düşense hırçın bir rüzgârdı
aklımı ve saçlarımı dağıtan yetmedi saçmalar saplanmışken kalemin yüreğine
yetmedi şiarım iken yazmak ve sevmek yetmedi…
Yatıya kalan binlerce sıkıntı ve
cümle içime akıttığım.
Yetilerimi uyuttuğum ve kendime artık
yatırım yapamadığım.
Belki de annemle olan derin bağımda
yolunda gitmeyen bir şeylerden dolayı kendimi haddinden fazla kötü ve suçlu
hissettiğim.
Bir bağlantı kalmışsa dünya ile
aramda.
Bir bağ ise kendimi sözcükler gibi
ipe astığım.
Belki de yakalandığım bir ağ oysaki
ne örümcektim ne de sinek.
İçimdeki çocuk ve ruhumdaki mizaç ve
yüreğimdeki dehliz: ah, içimde kaybolduğum içinde değil içimdeki evren aslında
kocaman bir kara deliktim ben ve kendimi ham, diye tek lokmada yutmuştum:
Dün gibi.
Haddinden fazla ama.
Gün gibi.
Yarın yoktu artık lügatimde.
Han gibi içinde kaldığım.
Yol gibi önümde uzanan.
Hancı mıydım?
Asla.
Yolcu muydum?
Bilemediğim.
Göçtüğüm bir düş müydü yoksa hayat ya
da kendimden öcümü aldığım ve göç duygusuyla ruhumu kokladığım ve kalemin izafi
dürtüleri aslında bağışıklık kazandığıma dair bir inanç geliştirmiş olsam da
hala ayarını yapamıyordum işte yaşamanın ve ölümün ve ayırdına varamadığım gibi
kendimi bir ayrık otu gibi hissetmeme yol açanlar oysaki hayat ömür törpüsü
insanlar yüzünden yolunda gitmiyordu işte.
Ben hep yolda kalan.
Ara sıra yoldan sapmaya karar verip
içimde ölen neşem ve coşkum.
Elimi eteğimi çektiğim dünya ve
elimine ettiğim duygularım son zamanlarda iyi de ben duygusuz yaşayamazdım ki:
gerçi öncesinde defalarca soyutlamıştım kendimi kendimden ve hayattan ama…
Düş kırıklığı ile neticelenen oysaki
mutlu olduğumu varsaydığım ne çok süreçten geçmiştim öncesinde ve evet, mutlak
bir mutluluk içine hapsolduğum sırça köşkün de simasında saklı hüzün bulutu
gibi ruhumun konuşlandığı.
Günlerden mantıktı madem.
Matem yüklü hörgücümde yolda da
kalmıştım.
Yoldan geçenlerden haz etmediğim gibi
yolumdan sapmayı da istemezken.
İstediğim ne miydi ya da öykündüğüm?
Sadece on ya da on beş sene evveline
dönmek ve mikado çöpleri gibi dağılan hayallerimden bir hayat inşa etmek çünkü
her şey ve herkes somuttu öncesinde şimdilerde soyut bir dünyada somut kılmak
adına hayatımı ve duygularımı kalemle telaşlı bir şekilde yaşar ve severken ve
de yazarken…
İşte film kopmuştu ansızın gerçi bu,
ilk değildi ama…
Yoksa sona mı gelmiştim? Ah, keşke ne
müthiş olurdu kendimden göç etmek elbet yaptığım hataların da öcünü alırken
kendimden yeni hayaller kurmanın da imkân dâhilinde olmadığına nasıl da bir
anda hükmetmiştim?
Ansızın sonlanan.
Dünü günden ayıran.
Yarınla da muhatap olmadığım.
Bir resitalse hayatın sunumu bense
referans oluyordum dündeki başarı addedilen başarısızlıklarıma ve işte kaldığım
yerden de sökmeye devam ediyordum sökülen dikişlerimi daha da kuvvetli nasıl da
çekiyordum yerimden ve yer çekimden bağımsız uçuyordum işte ve asla da
varamıyordum olmak istediğim noktaya.
Varla yok arası bir düş’ tüm ben.
Düşmeye gör gözden ve de yere…
Soluk renkli mizacı göğün bense
sürgün yediğim kadar da savrulduğum ama avunmayı reddettiğim belki de savunma
mekanizmanın çoktan çöktüğü…
Vakit var mıydı da yok biliyordum?
Hem altına imza filan da atmamıştım o
izafi akdin altına.
Yeryüzünde hapis oysaki ruhum
sonsuzluğa nazmet.
Kalemse iç güdülerimi yitirdiğimin
ertesi habis bir kabus gibi önümü göremediğim ve kalemin bana ve herkese rest
çektiği…
Bense çoktan kaybolmuş ve
kaybetmiştim güneşi zaten akşam vakitlerini ve karanlığa daha bir severken
şimdi karanlık çökse de her yer aydınlık ve ben aydınlıkta yazamazken…
Mademki karanlıktı dilediğim ve
içimdeki sıkıntıyı karanlıkta gideriyordum güneşin ne suçu vardı?
Ötesinde ben ne suç işlemiştim çok
sevmekten başka?
Yazdığım kadar okuyucu ile buluştuğum
ve kendimi unuttuğum oysaki ben çoktan unutulmuştum insanların gözünde ve bunu
idrak etmem yeni bir hayal kırıklığı ile daha da ağır bir yük olarak bindi
kalemin sırtına…
Var olduğuma inanırken yokluğuma şerh
düşenler.
Yokluğumsa kimsenin umurunda
değilken…
Kalem bile beni terk etmişken…
Soru sormayı zaten sonlandırmış bir
ünlem işareti olarak eskisi kadar şaşırmasam da…
Oysaki acının doruğundaydım ben ve
içime açamadığım kadar da açılandıramadığım…
Rüzgâr yine tersten esiyordu işte ve
ben ne rüzgara söz geçirebiliyordum ne de kadere zaten ne zaman yetmişti ki
gücüm gidişata ve hiç gitmediğim kadar gittim gerisin geri hatta başladığım
noktadan bile çok çok geriye…
Sonrası mı?
Buna ben karar veremem ve bunu sadece
okuyucu belirler elbet hayatın kıvancı ve rövanşı umut ve inançtaki sevgide
saklı iken…
Sevmek ve inanmak neden zor gelir ki
insanlara hem?
Ben kendime inansam bile birileri
bana inanmadıktan sonra…