''ŞEYH UÇMAZ MÜRİD UÇURUR'' Derler ya bizimki aynen o hesap.
Aşağıda okuyacağınız anı hikayede çok az kurgu olup en az % 75 oranında aynıyla vakidir.
Bir tatil günü ( Cumartesi veya Pazar ) ikindi namazı için köy camiinin kapısından içeri girdiğimde İmamımız Aydın Hoca'nın bahçede beklemekte olduğunu gördüm. Oysa genelde namaz öncesi caminin içine girer ve bir kaç sayfa Kur'an okurdu ezan vaktine kadar.
-Selamünaleyküm hocam. Hayırdır bahçedesiniz?
-Aleykümselam. Sorma Sami Hocam. Elektrikler kesildi yine. Ezan okumak için bekliyorum.
-Hımmm. Ben okuyayım istersen.
Zaman zaman okurdum ezanı. Müzeezzinlik de yapardım camide.
- İyi olur hocam. Sizin sesiniz bayağı gür. Daha uzaklara ulaşır sesiniz.
Der demez kapıdan içeri köyün yaşlılarından hatta Mübadele yıllarında köye ilk yerleşmiş olanlardan Hacı Hasan Amca girdi. Caminin kadrolu değil ama müzezzini oydu.
-Selamünaleyküm hocalar. Ne bekleşip durursunuz. Haydi siz içeri geçin. Ben de içeri geçiyim ezanı okuyayım. Vakit geldi neredeyse.
Hacı Hasan Amca içeri yönelmişti ki Aydın Hoca seslendi:
-Hacım ! Elektrikler kesik. Ezanı bahçeden okuyacağız.
-İyi ya ben de bahçeden okurum.
-Sen geç içeri olmazsa hacım. Ezanı Sami Bey okuyacak.
Bozuldu zira bir ayağımın kahvede olmasına rağmen arasıra vakit namazları öncesinde gelip ondan önce ezan okumama kızardı. Gerçi buna Aydın Hoca da kızardı ya pek ses etmezdi.
Küçümser nazarla baktı bana.
-Madem Sami Hoca okuyacak o halde minareye çıksın okusun da görelim boyunu.
Aydın Hoca tam '' Sami Hoca'nın ayağı sakat. Minareye nasıl çıksın?'' Diyecekti ki ben atıldım.
-Çıkarım tabii ki? Üç beş basamak merdivenden mi korkacağım sandın Hacı Amca?
Derken efendim uzatmayalım - Hacı Amca ile İmam Aydın camiye girdiler ve benim minareye tırmanma faslım başladı.
'' Yahu bu minare dışarıdan üç beş basamak görünüyordu. Şimdi çık çık bitmiyor mübarek.''
Minarenin yarısına geldim mi gelmedim mi bilmiyorum ama halim aşkından çöllerde kum yiyen Ferdi'din durumundan beter. Dilim resmen iki saat av peşinde koşmuş köpek gibi dışarı sarkmış vaziyette ve ciğerlerim kalaycı körüğü misali sesler çıkartıyor. '' Ulan nereden dedim çıkarım diye''
Ben tırmandıkça dışarıdan küçücük gördüğüm o minare adeta Everest oldu. Tırman tırman bitmiyor mübarek.
Kendimi motive etmek için '' Dayan oğlum Sami.'' Filan diye diye sonunda ışık göründü. Şerefeye iyice yaklaşıştım demek ki.
Derken efendim artık son nefesimi vermek üzereyken şerefeye ulaştım. Önce az nefeslenmek için aşağı baktım. Aşağıda bizim okulun bahçesinde bir kaç karınca aralarında yuvarlak bir şey koşturup duruyorlardı.
Gözlerimi ovalayıp bir daha baktım. Bizim öğrenciler top oynuyorlarmış meğer. Buradan bakınca karınca gibi görünüyorlar bana.
Öğrenciler de beni gördüler. '' Aaaa Sami Öğretmenimiz minareye çıkmış '' Diyor ve bana el sallıyorlar. Ben de '' Çocuklar lütfen. Tezahürata gerek yok canlarım benim. Ablanız kurban olsun sizlere '' Demiyorum tabii ki. Efendi efendi ezana başlıyorum:
Başlamasına başlıyorum ya ben mi ezanı okuyorum yoksa okuduğum o ezan mı benim canıma okuyor hiç farkında değilim.
Eeee bu çıkışın bir de inişi var tabii ki.
Çıkış ne kadar çileli ise Everest Tepesinden iniş de bir o kadar çileli tabii ki.
Resmen dizlerim titriyor. Hatta bir ara Azrail Aleyhisselamı görüyorum ve bana '' Gidelim mi? '' Diyor. O derece bitik vaziyetteyim.
Derken cami giriş kapısına vasıl oluyorum veee...
Ve tam içeri adım attığım anda secdeye kapanıyorum. Aynı anda da sol ayak bileğimden ''kütürt'' diye bir ses geliyor.
Benim içeri girdiğimi gören İmam Aydın Efendi '' Ya Rabbi Şükür. Geldi sonunda '' Nazarlarıyla bana baktıktan sonra '' Sadakallahul azim... Sübhane rabbike rabbil izeti amme yesufun. Vesselamün alel mürselin. Velhamdulillahi Rabbil alemim El Fatiha '' deyip Okuduğu Kur'anı kapatıyor ve Fatihalar okunduktan sonra Hacı Hasan Amca'nın kamet getirmesiyle direkt farza geçiyoruz. Belli ki ben Everest'e tırmanırken cemaat sünneti kılmış.
Ben de imama uyup namazımı kılıyorum. Ayağımda ise çok hafif bir sızı var. Pek de önemli değil.
Namazdan sonra her zamanki gibi ver elini köy kahvesi.
Zaten öğretmen arkadaşlar '' Bir çay ağacı gelse'' Diye beklemekteler beni.
Kuruyoruz masayı başlıyoruz fayans döşemeye. Yani milli oyunumuz okeyi oynuyoruz. ( Köyde zaten yapabilecek başka bir halt yok ki. )
Derken akşam namazı vakti geldi. Kalkıp camiye gidip abdest tazelemem ve akşam namazını kılmam gerek. Ama...
Kalkmamla birlikte ayak bileğimden ta beynime ulaşan bir sancıyla öylesine '' Ah '' etmişim ki tüm kahve cemaati bana bakıyor.
Ayağıma baktım karbonatı fazla gelmiş kek misali şişmiş vaziyette. Kıpırdamam mümkün değil.
Arkadaşım müdür yardımcısı Münür Bey '' Haydi doğru hastaneye. '' dedi.
Demesine dedi ya kıpırdamam mümkün değil.
Neyse efendim Münür Bey ve diğer arkadaşların yardımıyla köyün minibüsüne bindim ve Münür Bey'in de refakatiyle ver elini İzmit Devlet Hastanesi.
Hastanede röntgen çekildi. Bizim öğrencilerden az daha büyükçe bir kız çocuğu ( Doktor yani ) muayene etti- filme baktı ve '' Ayağınızı burkmuşsunuz. Bir şey yok. Üç gün istirahat veriyorum.'' Deyip reçeteye bir ağrı kesici hap bir jel krem ve sargı bandajı yazarak sepetledi bizi.
EVET... ASIL AKSİYON ŞİMDİ BAŞLIYOR. BURAYA KADAR ÜVERTÜR KISMIYDI...
Hemen bana bir hasta yatağı hazırlandı ve yattım.
Sabah kahvaltısından az sonra kapı çalındı. Komşular geçmiş olsuna gelmişler.
Hanım gelenlere daha ''Hoş geldiniz buyurun oturun.'' demeden bir posta komşu daha... Daha onlar kıçlarını kanepelere- sandalyelere koymadan bir posta daha...
Daha önce bir kez bile kapımızı çalmamış olan köylü kadınları bizim evdeler.
Allah Allah.. Bu kadar sevildiğimi bilmiyordum doğrusu.
Evet... Hanıma geçmiş olsun diyorlar ama bir gariplik var. hepsi de benim yattığım odaya gelmek ve beni görmek istiyorlar.
- Şeeeyyy. Mübarek hocamızı görebilir miyiz?
-Haa. Anlamadım. Mübarek hoca mı?
-Evet ya. Mübareği bir görseydik. Hayır duasını alsaydık.
-Komşular. Sami hoca iyi adamdır- hoş adamdır ama mübarek diyorsunuz kafamı karıştırıyorsunuz.
-Sahi hiç bir şey olmamış mı?
-Evettt. Sadece ayağını burkmuş o kadar.
-Hey Rabbim. Sen nelere kaadirsin. Sadece ayağını burkmuş ha? Ne olur izin ver de mübareğin ellerini öpelim.
Hay Allah'ım ya.. Bu kadınlar topluca kafayı mı yediler? Mübarek ne yahu? El öpmek de nereden çıktı şimdi?
Hanım baktı izin vermese de kadınlar ille de beni görecekler. '' Buyurun madem. Görün dedi.
Kadınlar doldu benim odaya. Yahu resmen hüngür hüngür ağlıyorlar.
''Basit bir ayağımı burkmam bunları böyle ağlattığına göre maazallah ölmüş olsam herhalde intihar ederler.'' Diye düşünüyorum.
-Hocam.. Mübarek hocam. Ah bizim evliya hocamız. Verin o mübarek ellerinizden öpelim.
Yok yok.. Bu kadınlar çıldırmış olmalı. Amma velakin hepsi birden nasıl çıldırdı?
-Komşular lütfen. Ne mübareği? ne evliyası? ben Allah'ın garip bir kuluyum o kadar. Şimdi rica etsem. Beni gördüğünüze göre öteki odaya geçseniz de odaya oksijen girse biraz.
Salona geçip kendi aralarında konuşuyorlar:
-Ne kadar da alçak gönüllü değil mi?
-Evliyalar hep böyledir kardeş. Onlar nefislerini ayaklar altına almış insanlardır.
-Dünya gözüyle gördüm ya mübareği artık ölsem de gam yemem.
-Komşular. Hele anlatın bakalım. Sami hoca yani benim kocam nasıl öğretmenlikten Mübarek Evliyalığa terfi etti?
- Ay kız bizimle dalga geçme. Sen bilmiyor musun yani?
-Neyi bilmiyor muyum?
-Sami Hoca'nın minareden düştüğü halde burnunun bile kanamadığını.
Minareden düşmek mi? Haydaaaa...
Üç gün istirahatım boyunca gelene gidene minareden düşmediğimi anlattım ama kafaya da takmıştım. Bu söylenti nereden çıkmıştı?
Sonunda onu da öğrendim efendim
Meğer benim Köy kahvesi önünden Münür Bey'in omuzlaması ile köy minibüsüne bindirildiğimi gören bir kaç öğrenci öğretmen arkadaşlara '' Sami öğretmenimize ne oldu?'' Diye sormuşlar. Onlar da '' Ezan okumak için minareye çıkmış. İndikten sonra da düşmüş ayağını incitmiş'' Demişler. Ama öğrenciler bu açıklamayı '' Sami Hoca minareden düştü. Sadece ayağı incindi'' olarak algılamışlar ve tüm köye '' Sami Hoca Minareden düştü hiç bir şey olmadı'' Olarak yaymışlar.
Hani '' Evet. Minareden düştüm ve hiç bir şey olmadı bana'' desem evliya olmuş gitmiştim ama ben öğretmen olmaktan çok mutlu ve gururluydum. Hep de öyle kalacaktım. Evliyalık zaten benim gibi birinin boyunu fersah fersah aşan bir meseleydi.
İstirahatım biter bitmez ilk sabah töreninde tüm öğrencilere minareden filan düşmediğimi izah ettim. Olayın aslını anlattım ve evlerinde de olayı böylece anlatmalarını tembihledim.
Böylece bir iki gün sonra tekrar Öğretmen Sami'liğe dönmüş oldum ve bundan her zaman gurur duydum.
(
Öğretmen Sami Nasıl Mübarek Sami Hoca Efendi Oldu? başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
12.01.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.