Düşlerim mahmur bir bakış
tedirginliğinde ve dil yaram en çok da dilaltı bildiğim şiirlerimle kimliğimi
pekiştirdiğim.
Bir düş yarasısın sen bir de düşümden
dökülen zerreler gibi içimdeki sözcükleri ve bu devasa yarayı ortaladığım.
Metruk haneler var misal izbelere
serptirilmiş insanların barındığı bense arınıyorum her şükre daldığımda ve de
hayallerimle köşe kapmaca oynadığım.
Soyut bir haresin sen belki de rahle
üzerine yüreğimi serdiğim ve mizacım ve mihrabım ve de kıblem.
Diskalifiye olduğum mutluluğun
karartısı belki de aklıma ilk düşen ve seni gördüğümde sersemlediğim aslında
içime tuttuğum aynada saklı iken solgun yüzün.
Çökertme oynayan karartma gecelerine
asılıyım ve ben bir girdabım.
Manen zengin ve doyumlu madden
önemsiz bir arz-talep ilişkisi ile ortaladığım minvalde saklı belki de.
Yüreğin homurtusu ve de midenin
gurultusu yok hesabın içinde aslında ortada kesilmiş bir hesap da yok: yine de
aralıksız tuttuğum o defteri kebirde saklı bir şeyler var illa ki.
Hem rakamların gürültüsü hem de sözcüklerin
örüntüsü ve ben çalışkan bir öğrenciye dönüştüğüm ömür denen iklimde aralıksız
meşk ediyorum sözcüklerle ve sayılarla.
Sıra sayı sıfatlarından yadigâr bir
imgeyim belki de ve işte sözcükleri bir bir sıraladığım.
Bir mimoza bahçesinde de saklı olabilirim.
Bir buluta konma ve ait olma hissim o
buluta belki de taşkın bir nehir gibi kendime aktığım.
Hüzün bataryam yeniden dolmaya
başladı eşliğinde göz pınarlarım da dolarken ve işte doğan ay nihayetinde
geceyle buluştum kaç geceyi aydınlıkta geçirdiğim.
Bir hüznün resitali ise ömür tümden
gelen bir bir mantık hatası belki de içimdeki kördüğüm.
Sökülen dikişlerim.
Gözümden sakındığım ve gözüme çöpün
battığı sonra ovaladığım gözlerim sonra da görmeyi ertelediğim ve gülücüklerime
hasret ve gün yüzü görmeye ve işte delişmen fıtratımla bir fıkra gibi yazıp da
hissettiğim…
Düşlediğim kadar mı dışlanıyorum
yoksa ve de içerlediğim ve içtiğim cümleler ve biliyorum da bir içimlik
olmadığını ömrün ve kalemin ve ön görüm ve ön sözüm ve de örtüştüğüm
yanılgılarım yenilgilerim.
Bir yılkı atı gibi ve çarpık bacaklı
bir kâbus gibi içimin dilemması ve dış sesin baskın mizacı.
Zirzop gölgeler bağdaş kurmuş göğün
koridoruna ve ben kendimi arıyorum kendimde ve kendimde kaçıyorum başkalarına
gözüm değdikçe.
Delişmen bir rüzgâr gecenin
kasvetinde ısrarcı.
Sözcüklerim ve duygularımsa asla
asparagas değil.
Bir bülten gibiyim içimin mimarisinde
saklı kurşunlar.
Bir batında doğan ay ve güneş gibiyim
ve iki ismimle celbim ve iki ruhumla deştiğim içim ve ikiyüzlü olmadığımdan mı
nedir ikide bir açıp soluyorum.
Günü öğüttüm madem ve işte geniş
ölçekli bir haritada iç sesim bana konum atıyor ve ansızın şahlanıyor kalemim
yoksa atarı mı yüreğin yoksa kantarı mı evrenin…
Ulemasıyım sözcüklerin ve ulu orta
serdiğim.
Umresi aşkın ve uyumsuz varlığım
gecenin hicvine tanık bir esinti.
Mağlup geldiğim bir ömür ve mağdur
kılındığım ve karanlık bir mozaik iken devinen haletiruhiyem ve işte sıfatların
karmaşası ve yanılgısı gönlümün.
Aşkı şiar edindiğim.
Mevsimlerden hazanım yaşadığım
baharda bile üşüdüğüm.
Günyüzü görmüş bir manivela belki de
içimin hutbesinde saklı sırlar ve mors alfabesiyim imdat çığlığımda kalemim
aralıksız SOS veriyor.
Hüzün denen girdap.
Şakıdığım ve şenlendiğim ve
hüzünlendiğim elbet her sustuğumda.
Tükürdüğümü yalıyorum çünkü tam da
üzgünken sağanak bastırdı.
Tam da gülerken yarı yolda kaldım
işte.