1
ZAFERLER,HEZİMETLER,ÖNCESİ
VE SONRASIYLA KUT’EL AMARE SAVAŞLARI---6. BÖLÜM---
--AH BAĞDAT AH--
29 Nisan
1916’da General Townshend ve komutasındaki 13.000 İngiliz ve
Hintli askerin esir
edilmesi ile sonuçlanan
Kute’l Amare Savaşı sonrasında Osmanlı Genel
Kurmayı bayağı havalara girmişti.
Bilhassa Enver Paşa’ya göre
İngilizlerin beli kırılmıştı. Artık kıpırdayamazlardı. Dicle
Cephesindeki savaşlar da
sona erdiğine göre
Kute’l Amaredeki ordunun
orada boş boş
oturmasına gerek yoktu.
Eee. Boş
oturmayıp da ne yapacaktı ordu? Daha doğrusu
Halil Paşa’dan bundan sonrası
için ne isteniyordu?
Enver Paşa’nın kendisinden
bir yaş büyük
amcası Halil paşa’dan
istediği şey aynen
şuydu: Kendisinden önceki
6. Ordu Komutanı
olan Van Der Goltz
Paşa’nın politikasını aynen devam ettirmek.
Yani?
Yani Orduyu Ruslara
karşı İran üzerine
sevk etmek.
Halil Paşa’nın anılarından
devam edelim:
“Ne var ki, öteden beri İran’da hayal içinde olan, siyasi ve iktisadî
menfaatler peşinde koşan Almanlar, Başkumandanlık karargâhını( Osmanlı Genelkurmayını kast
ediyor ) tesirleri altına almışlardı. Bu tesirin neticesinde son derece
hatalı bir emirle karşı karşıya kaldım. Emir şöyleydi; Dicle Cephesi’nde yeteri
kadar kuvvet müdafaada bırakılarak, İran Cephesi takviye edilecek, ilk olarak
da Kirmanşah işgal altına alınacaktır”.
Halil Paşa, Başkumandanlık Vekâletinin bu emrine şu cevabı verdiğini ifade
etmektedir:
“Bir yıl önceki Kut mağlubiyetini
unutamayan İngilizler, Bağdat’ın 110 kilometre güneyinde 100 bin süngülük bir
kuvvet toplamışlardır. Böyle bir durumda ordunun mühim bir kısmını Dicle
cephesinden çekip İran ortalarına sevk etmek cahilane ve caniyane bir
sergüzeşt( macera) teşkil eder. Böyle bir kumandan olmak istemem. Bu şekildeki
bir harekete de olurum yoktur.”
Halil Paşanın anılarındaki ifadesine göre; Karargâh ısrarla harekete geçmesini
istiyor, o da böyle bir harekâtın hatalı olacağını bildiriyordu. Hatta
kendisinin Altıncı Ordu Kumandanlığı görevinden alınmasını talep etmiş, fakat
cevaben Başkumandan Vekili Enver Paşa imzasıyla “Altıncı Ordu Kumandanı olarak
kalacaksınız ve Kirmanşah’ı mutlaka ele geçireceksiniz,” emri verilmiştir.
Halil Paşa, bu noktada yapılacak harekâtın hatalı olacağını ısrarla bildirmiş
ve bütün yolları denemiş, mesleki açıdan görevini yapmıştı. Ancak son gelen ve
“kesin” olduğu bildirilen emre itaatsizlik etmeyi kendisine yakıştıramadığını
belirtmektedir. Halil Paşa sözlerine şöyle devam etmektedir:
“İlerideki bütün fecaatin sorumluluğu
artık Başkumandanlığa aitti. İran Cephesini 13.Kolordu Karargâhı ve bir kısım
piyade ve topçu kuvvetleriyle takviye ederek bu kuvvetleri Kirmanşah’ın
işgaline sevk ettim’’
Enver Paşa’nın biraz da
Kafkas Cephesindeki hezimetimizin
öcünü almak amacıyla ve Almanların
isteğine de uyarak
açmış olduğu bu
cephenin başımıza bela
olacağı gün gibi
aşikardı çünkü ana
vatanımızın topraklarını
savunmak yerine Alman menfaatlerinin savunuculuğunu yapıyorduk.
Kut
yenilgisine kadar , Londra'daki Savaş Ofisi, Hindistan
yönetiminin Mezopotamya'daki askeri işlerin yönetimine boyun eğmişti, ancak bu yenilgiden
sonra artık işleri direkt
kendileri ele aldılar. Bu
cümleden olarak Kut Cephesine
Mezopotamya’nın her karışında
başarılı olmuş ama ismi
pek duyulmayan General Frederick Maude atandı.
Maude, Temmuz 1916'da Dicle Kolordusunun ve bir sonraki ay tüm
cephenin komutanlığına atanmıştı.
Hemen bölgedeki İngiliz ve Hint güçlerini yeniden organize ve ikmal etmeye
başladı ve Ekim 1916 ya
kadar bölgeye 150.000 Asker yığdı.
General Maude hızlı bir
şekilde ve aylar
süren bir çabayla ordusunu takviye
ederken Halil Paşa,
albay Ali İhsan Bey
komutasındaki 13. Kolorduyu
İran içlerine göndermiş, kendisi karargahını
Bağdat’a taşımış ve
Kute’l Amare'yi de emrinde sadece
10.000 Asker bulunan ve
cepheye yeni gelmiş
olan Albay Kazım
Bey’in (Kazım Karabekir) idaresindeki
18. Kolorduya bırakmıştı.
Kazım Karabekir, Maude’nin nasıl
bir hazırlık içinde
olduğunu biliyor ve
görüyordu. Halil Paşa’ya yalvardı
adeta ‘’ Komutanım ! Kut düşerse
Bağdat düşer. Etme eyleme
gel bu cepheyi
takviye edelim. 10.000 askerle
Kut’u korumak mümkün
değil.’’
Halil Paşa da biliyordu
ki 10.000 askerle Kut’u
müdafaa etmek mümkün
değildi ama emir
demiri kesmişti. Yukarıdan gelen
emir ‘’ Ruslara karşı savaşın. Tüm
gücünüzü o cepheye
verin’’ Diyordu. Ancak burada
bir noktanın altını
çizmem de lazım: Askerlik yapmadım.
( Ayağım sakat olduğu
için) Askeri kuralları
bilmem fazla. Ama
sanırım bir ordu
komutanının kendi inisiyatifi
diye bir şey
de vardır değil mi?
Yani Halil Paşa’nın ‘’ Ben n’aapıyım
emir öyleydi’’ mazereti
bence çok da
geçerli bir mazeret
olmasa gerek.
Maude kısa süre
içinde askerinin miktarını
210.000’e çıkarmıştı. O
sürekli ordusunu takviye
ederken biz de ( Osmanlı Genel
Kurmayı ) durmuş bir sinema
filmi seyreder gibi seyrediyorduk. Kendi
kuvvetlerimizi takviye etmemiz
gerekirken tam tersini
yaparak kuvvetlerin büyük
bir bölümünü İran
içlerine göndermiştik.
Bu arada Maude, Townshend’in yaşadığı
açlık ve hastalık
sorunları gibi bir
sorun yaşamamak için gerek yiyecek
gerek tıbbi malzemeyi
ziyadesiyle stoklamıştı.
İngilizler için artık taarruza geçme
konusunda hiç bir
engel kalmadı. General
Maude İngiltere’ye ‘’ İstikamet
Bağdat. Okey?’’ diye sordu
ve Londra’dan ‘’ Elbette
Okey. Haydi göreyim
seni.’’Cevabını alınca
50.000 kişilik bir
kuvvetle 13-14 Aralık 1916’da Dicle
Nehrinin her iki
yakasından saldırıya geçti. (
Dikkatinizi çekmiştir. Adamlar
neredeyse 7 ay
hazırlık yapmışlar biz de
durup seyretmişiz.)
Şiddetli yağmurlar ve
fazla kayıp vermeme
kaygısıyla çok da hızlı hareket
edemeyen Maude 29 ocak 1917’de müstahkem
bir mevki olan Kadir-i
Bend’i ele geçirdi. Buranın ele
geçirilmesi demek Kut’un düşmesi
demekti aslında.
Bu arada kahramanca Kut’u savunan Albay
Kazım Bey hâlâ
ısrarla Halil Paşa’ya
‘’ Komutanım ! Hiç
olmazsa İran içlerine gönderdiğiniz
ve Hemedan’ı alarak
görevini tamamlamış olan
13. Kolorduyu geri çağırıp derhal
yardımımıza koşun. Yoksa
Kut gidecek. Kut giderse Bağdat
gidecek’’ diye feryat
etse de hiç bir
yardım gelmedi.
Kut’da kalmak hem
kendisinin hem emrindeki
askerlerin ölümü demekti. Kalıp
direnmek ise boşu
boşuna ölmekten öteye bir
anlam taşımayacaktı. Tek
çare vardı: Kut’u
boşaltıp çekilmek. Townshend gibi
teslim olmayı hiç
düşünmüyordu.
Evet.. Kut’dan geri çekilecekti
ama bu geri
çekilme çok pahalıya mal
olabilirdi. Zira düşman sadece
İngilizler değildi. Hangi
tarafı güçsüz görürlerse
o tarafa saldıran
yağmacı Arap çapulcu aşiretleri de
bir başka bela
olarak karşılarındaydı.
Kazım Karabekir’in tek
yardımcısı ise o
sıralarda başlamış olan
mevsim yağmurlarıydı. Her yer
vıcık vıcık çamur
içindeyken nazik İngilizler
siperlere girip bomba ve
kurşun yağdırmakta çok da
hevesli olmayabilirlerdi.
Bir Gambot Filosu
hazırlattı ve 24 Şubat 1917’de tüm askerleriyle
birlikte oldukça başarılı
bir geri çekilme
yaparak Kut’u boşalttı.
İngiliz Ordusu 27 Şubat 1917’de Aziziye’ye girdiğinde
Kazım Karabekir hâlâ
Halil Paşa’ya ‘’
Paşam! İran'daki en
azından 13. Kolorduyu
geri çağır. Adamlar
Bağdat’a ilerliyor.’’ Diyordu.
Halil Paşa, ancak 1 Mart 1917’de İngilizlerin
ciddi ciddi Bağdat’a
doğru ilerlediklerini anlamış
olacak ki 1 Mart 1917’de İran’daki
orduyu geri çağırdı.
Ancak bu ordu 6. Mart’ta Bağdat’a
yetiştiğinde çoktan iş
işten geçmişti. General
Maude Bağdat’ı öylesine
bir kıskaca almıştı
ki onu kurtarabilmek
artık mümkün değildi. Bağdat ya Kazım
Karabekir’in komutasındaki 10.000
askerden oluşan 18. Kolordu
tarafından savunulacaktı (
Bu imkansızdı. Daha
önce de belirttiğim gibi Maude Kut’a
her ne kadar
50.000 kişilik bir
ordu ile saldırmışsa da emrinde
210.000 kişilik bir ordu
vardı. Böyle bir orduya
karşı 10.000 askerin
başarılı olması imkansızdı ) veyahut aynen Kut’dan
çekilme olayında olduğu
gibi Bağdat’ı da
boşaltıp çekilmek gerekiyordu.
Teslim olmak? Bu
hiç bir şekilde
komuta kademesindeki hiç
kimsenin aklının ucundan
bile geçmiyordu.
Bağdat'tan çekilmeye 10 Mart 1917 akşamı
Har Köşkü’nde toplanan harp meclisine yer verilmişti. Ordu, Kolordu ve Tümen
Komutanları ile Kurmay Başkanların hazır bulunduğu bu meclisin gündemi
Bağdat’ın savunulması ve yahut boşaltılması konusuydu. 6.Ordu Komutanı
Halil Paşa 11 Mart 1917 için kesin
neticeli muharebenin tutulan hatta verilmesini uygun buluyordu. Zira bu büyük
tarihi şehrin kolay kolay ve mevcut kuvvetin üçte birine mal olacak bir
muharebe vermeden terk edilmesinin ordu için silinmez bir leke bırakacağı
düşüncesindeydi. Yani ‘’ gerekirse kuvvetlerimizin üçte
birini kaybedelim ama
çarpışmadan geri çekilmeyelim.
Bu Türk ordusunun
şanına yakışmaz. Ayrıca Bağdat gibi
bir şehrin öyle
kolayca düşmana teslim
edilemez.’’ Diyordu.
18. Kolordu Komutanı Kâzım Bey ise İngiliz zırhlı otomobillerinin 14. Tümenin
gerisine sarktığını, bunun erlerin maneviyatını bozduğunu, 14. Tümenin büyük
gayretle akşama kadar mevzilerini sebatla savunduğunu, sağ sahilde düşmanın
büyük bir kuşatma hareketine karşı kâfi bir ihtiyat bulunmadığından Ümmü’t-Tubl
mevziinin yarın kuşatılacağını ve buradaki muharebenin bir imha muharebesi
şeklinde sonuçlanabileceğini ifade etmişti. Yani özetle:
Eğer çekilmezsek bu
noktadan sonra İngilizlerin
yapacağı şey bir
imha ( yok etme ) savaşı
olacaktır. Sabah olmadan hazır
hareket serbestliğine sahipken
hemen çekilmenin en doğru
karar olacağında ısrar ediyordu.
Halil Paşa sonunda “Evet, fakat Bağdat
nasıl terk olunur,” diyebildi. Buna rağmen gerçeği kabul edip, çekilmeye onay
vermek zorunda kaldı sonunda.
Alınan karar gereğince 18. Kolordu Komutanı Albay Kâzım Beyin çekilme emrini 10
Mart 1917 akşamı saat 20.00’de birliklerine tebliği üzerine 18. Kolordu 10/11
Mart 1917 gecesi Bağdat’ı tahliye ederek, Bağdat’ın kuzeyindeki Müşahede
İstasyonu civarına çekildi.
Bahse konu emirde, kolordu birliklerin şimdiye kadar yaptıkları hizmetleri
övülerek, çekilmenin askerî sebeplerden ileri geldiği belirtilmekteydi.
11 Mart 1917 günü, sabahın ilk saatlerinde ileri hatlardan hareket eden İngiliz
piyadesi önlerindeki mevzilerin tahliye edilmiş olduğunu görerek şaşırdı.
İngilizler, Bağdat’ın zifiri karanlıkta şiddetli toz fırtınası altında ve
düzensiz bir vaziyette terk eden Osmanlı kuvvetlerinden geç haberdar olmuş ve
dolaysıyla da takip harekâtına teşebbüs etmekte geç kalmışlardı.
Halil Paşanın 10 Mart 1917 akşamı saat 20.00’de Altıncı Ordunun Bağdat’tan
çekilmesine ilişkin Başkomutanlık Vekâletine gönderdiği rapor kısaca şöyleydi:
“ Düşmanın üç aydan beri sayıca pek üstün bir kuvvet ve bol cephane ile
durmaksızın yapmış olduğu taarruz karşısında 18.Kolordunun hemen tamamıyla âciz
kaldığını ve maneviyatının Komutandan en genç ere kadar o derece kırılmış
olduğunu anlıyorum ki, eğer yarın düşmanın bütün kuvvetine karşı muharebe
edersek Bağdat’ın kaybedileceğine ve bütün kuvvetin topları ile beraber esir
olacağı kanaatindeyim. Muharebeyi kesmek, Ordunun maddi ve manevi kuvvetini
ıslah etmek zaruretini takdir ederek Bağdat’ı terk etmek ve 18.Kolorduyu 10/11
Mart 1917 gecesi Dicle boyunca kuzeye çekmek gibi elim bir zaruretle karşı
karşıya bulunmaktayım”.
Evet... Kute’l Amare Zaferi diyoruz
ve gurur duyuyoruz
eyvallah. Ama bu
zaferin devamı var.
Maalesef bu konuda
neredeyse hiç kimse bir
şey bilmiyor. 29 Nisan 1916 Nasıl
ki bizim bir
zaferimiz ise maaleset
11 Mart 1917 de İngilizlerin
zaferidir ve üzücü ama bizim
zafarimiz sadece bize
Kute’l Amereyi getirmişken İngilizlerin zaferi
onlara Kute’l Amare
yanında çok daha önemli
bir hedefi getirmiştir: Halifeler şehri
Bağdat.. İslam Dünyasının
göz bebeği Bağdat...İslam Dünyası
için Mekke- Medine- İstanbul ve
Kudüs’den sonra beşinci önemli şehir
Bağdat...
****
Biraz da
tarihin magazinini yapalım:
General Stanley Maude bu zaferinin
tadını fazla yaşayamadı. Zira kendisi
yaşayamadı. 18 Eylül 1917’de yakalandığı kolera
sebebiyle daha önce
Van Der Goltz Paşa’nın tifo
sebebiyle öldüğü evde
53 yaşında hayata
gözlerini kapattı ve Bağdat'ta defnedildi.
Daha sonra 1918’de cenazesi
İngiltere’ye nakledildi. General
Townshend’in ailesine
öldüğünde tek kuruş
para vermeyen İngiliz
hükumeti Maude’un dul
eşine 25.000 Sterlin para verdi. İngilizlerin II. Kut
Zaferinden sonra da Bağdat’a
General Maude’u at
üstünde gösteren bir heykeli
dikildi.
******
-SON-