KERBELA KATLİAMI NİÇİN OLDU? KERBELA’DAN SONRA NELER YAŞANDI?---2. BÖLÜM--
Harb’in ölümünden sonra Ümeyye oğullarının başına Ebu Süfyan geçmişti. Haşimoğullarının lideri ise Abdulmuttalip oğlu Ebu Talip idi. Ancak bu dönemde Ebu Süfyan, Mekke’nin en zenginleri arasında yer alırken Ebu Talip karnını zor doyuran fakir bir insandı. Yani Haşimiler artık eskisi gibi fakir- fukarayı doyuran, onlara ihsanlarda bulunan cömertlikleriyle halkın sevgisini kazanan pozisyonunda değillerdi. Artık Ümeyye oğulları bu pozisyondaydılar ve Ümeyye oğulları yıllardır özledikleri en itibarlı aile olma durumuna kavuşmuşlardı.
Tabii ki eski ve köklü bir aile olması sebebiyle Haşimoğulları’na da saygı ve sevgi duyuluyordu ama artık Mekke’de Arapların ‘’ Vur de vuralım, öl de ölelim’’ Diyecekleri kişi Haşimilerin başındaki Ebu Talip değil Ümeyye oğullarının başındaki Ebu Süfyan idi.
Ebu Süfyan, Ümeyye oğullarına özledikleri itibarı kazandırdırdığı için ve esasında barışçı bir insan olduğundan ve dahi zaten çok yakın akraba oldukları sebebiyle Haşimoğullarını ezmek gibi bir politikayı asla benimsemedi. Yani kısaca nasırına basan olmadığı takdirde barış içinde yaşamayı tercih eden bir liderdi.
Bazı kaynakların ifade ettiği gibi taş kalpli hain bir insan da değildi. Dediğim gibi: Menfaatlerine dokunulmadığı müddetçe kuzu gibi bir insandı. Cömertti, fakir fukarayı doyurmaktan, insanlara iyilik yapmaktan hoşlanırdı. İnsanlar ona ziyadesiyle güvenirdi. Hatta Hz. Peygamberimiz, İslamı tebliğe başladığında ona çarşıda sokakta saldırı yapıldığında kendisini Ebu Süfyan’ın evine atar ve böylece kendisine yapılan eziyetlerden kurtulurdu. Ebu Süfyan ise Hz. Muhammed’in peygamberlik iddialarına kesinlikle karşı olduğu halde onu korumakta bir sakınca görmezdi.
Ama?
Ama yukarıda da dediğim gibi... Ebu Süfyan, nasırına basılana kadar iyi bir insandı. Nasırına basıldığında yani menfaatlerine dokunulduğunda yapamayacağı şey yoktu. Hele bir de Hind adında bir karısı vardı ki ( Hz. Hamza’yı öldürten kadın ) bu kadının hırslarının Ebu Süfyan’a yaptıramayacağı hiç bir şey yoktu.
Evet... Hepimizin bildiği gibi Peygamberimiz Hz. Muhamed’e Hira Dağındaki Sevr mağarasında Allah’tan ilk vahiy geldikten bir müddet sonra kesin bir emir geldi: ‘’ Ey örtüsüne bürünen Rasûlüm! Kalk ve insanları Allah’ın azabıyla uyar.’’ ( Müddesir Suresi 1-2. Ayetler.)
Yine bilindiği gibi Hz. Muhammed ( S.A.S ) bu emri alır almaz tebliğ görevine başladı ve ona ilk inanan, eşi Hatice oldu. Ardından henüz çocuk yaşta olan Hz. Ali peşinden yakın dostu ve arkadaşı Hz. Ebubekir. Azatlı kölesi Zeyd bir Harise...
Bu ilk dört kişi içerisinde sadece birinin Hz. Muhammed’i Peygamber olarak tanıması Ümeyye oğullarını rahatsız etmişti: Hz. Ebubekir. Çünkü o zengin ve soylu bir insandı. Ama şimdi kendisinin pis bir zenci köleyle (!) eşit olduğuna inanıyordu. Bu kabullenilemezdi. Eğer başka zengin ve soylular da Ebubekir gibi davranırlarsa sadece Ümeyye oğulları değil diğer Arap kabileleri de üstünlük ve itibarlarını kaybedebilirlerdi. Yani Muhammed(S.A.S) kendisini peygamber ilan ederek(!) sadece Haşimoğullarına bir üstünlük sağlamaya çalışmıyor soylu Arap kabilelerinin (!) yüzyıllardan beri sürdürdükleri bir düzeni alaşağı etmeye çalışıyordu.
Ama?
Ama yine de şimdilik korkulacak bir şey yoktu. Muhammed elli yaşından sonra bir meczup gibi saçmalayıp duruyordu (!) Hangi aklı başında insan onun saçmalıklarına(!) inanırdı ki?
İşin garip tarafı sadece Ümeyye oğulları değil diğer Arap kabileleri de ahir zamanda bir peygamber geleceğine inanıyorlardı ama komik bir şekilde her kabile bu peygamberin kendi kabilelerinden çıkacağına inanıyordu. Yani Emevilere göre bir peygamber gelecekse neden -artık pek de itibarı kalmamış- Haşimoğullarından çıksındı ki? Bir peygamber çıksa çıksa Emevilerden çıkardı.
Bu arada Mahzum Kabilesi reisi Amr bin Hişam ( Bizim tanıdığımız adıyla Ebu Cehil ) ‘’ Tüh.. Nasıl da bizim aklımıza gelmedi içimizden bir peygamber çıkarmak. Haşimiler tekrar üstünlüğü ele geçirmek için içlerinden bir peygamber uydurdular.’’ Diyordu.
Evet... Henüz sadece dört kişi Müslüman olmuştu ki bunlardan biri kadındı. Yani önemsiz bir varlıktı. Biri çocuktu o da tehlikeli olamazdı. Diğeri azat edilmiş olsa da neticede bir köleydi. Hz. Ebubekir ise eninde sounda doğru yolu bulup (!) Hübel Lat Menat ve Uzza’ya dönerdi nasılsa ( Kabedeki en büyük putlar. )
Ebu Süfyan ve Ebu Cehil dört gözle Hz. Ebubekir’in tekrar doğru yola(!) dönmesini beklerken Müslüman olan beşinci kişiyle resmen şok yaşadılar: Evet Ümmeyye oğullarından Affan’ın oğlu Osman beşinci Müslüman olarak Hz. Muhammed’in (S.A.S) safında yer aldı.
Ebu Süfyan resmen afalladı. Ona göre Muhammed (S.A.S) sadece Kureyş’in değil bütün Arap kabilelerinin liderliğine oynamaktaydı. O büyük bir devrim gerçekleştirmeyi ve yüzyıllardır süren bir düzeni alaşağı etmeyi hedefliyordu.
Müslüman olanların sayısı henüz sadece beş kişi iken baskılar başladı. Ancak baskılar arttıkça Müslüman olanların sayısı da artmaktaydı.
Artmaktaydı derken öyle binlerden on binlerden bahsetmiyorum. Bir kişi- iki kişi... Ancak bir kişi , iki kişi de olsa Hz. Muhamed’e inanların giderek artması ona ve inanlara baskıların daha şiddetlenmesine sebep oldu ve Hz. Muhamed’in tebliğ görevine başlamasından sadece beş sene sonra yani 615 yılında Müslümanların büyük bir kısmı Habeşistan’a hicret ettiler. Habeşistan’a hicret edenlerin içinde Hz. Osman da bulunmaktaydı.
Onca zenginliğin ve itibarın sahibi Osman, her şeyini terk edip sırf Muhammed’e inanması sebebiyle Habeşistan’a hicret etmişti. Bunu ne Ebu Süfyan’ın ne de Ebu Cehil’in anlaması mümkündü. Hz. Muhammed doğduğunda yüz deve kestirerek bu doğumu kutlayan amcası Ebu Leheb’in ise olan bitene erdirecek bir aklı zaten yoktu. Ne yapıyordu bu yeğeni? Eski köye yeni adet getirmek de ne demekti?
Bu arada hemen belirtelim Habeşistan’a hicret edenlerin sayısı sadece on dört kişiydi. Bunlar bir müddet Habeşistan’da kaldıktan sonra geri döndüler. Geri dönmelerinin sebebi ise oldukça garip bir olaydı.
Hz. Muhammed her fırsatta kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu söylüyor ve insanları İslamiyete davet ediyordu. Haliyle dinleyeni çoktu. Yine böyle bir günde insanlara İslamiyeti tebliğ ederken Necm Suresinin 19. Ve 20. Ayetlerini okudu: ‘’19-Hiç düşündünüz mü niçin taptığınızı Lât ve Uzza’ya. 20: Üçüncü olarak da öteki put Menât’a?’’
Hz. Muhammmed aslında insanların taptıkları şeylerin
Lat= Otorite
Menat = Para
Uzza = Güç
Olduğunu, işte bu üç şeyi putlar yaparak sembolize ettiklerini yani asıl taptıkları şeyin kendi nefisleri olduğunu bundan sıyrılmaları gerektiğini anlatıyordu. Lakin dinleyen müşrikler ‘’ Muhammed de bizim putlarımıza inanıyor. Bak isimlerini saygıyla zikretti.’’ Diye bir ümide kapılıp bunun yaygarasını yapmaya başladılar ve olay ta Habeşistan’a Hz. Muhammed ile müşrikler arasında bir barış yapıldığı hatta bir ortak paydada birleştikleri şeklinde yansıdı. Bu sebeple de Habeşistan’a hicret etmiş olanlar ‘’ Mekke’de sükunet sağlandı. Güven içinde memleketimize dönebiliriz.’’ Dedi ve döndüler.
Dönmesine döndüler ama gördüler ki durum eskisinden daha vahim. Hz. Muhammed Necm suresinde putların adının geçmesinin o putları kutsamadığını onların tanrı filan olmayıp cansız, hiç bir kudreti olmayan insan eliyle yapılmış saçmalıklar olduğunu anlattığı için düşmanlık ve baskılar daha artmış vaziyetteydi.
Peki bunca zaman içinde Müslümanların sayısı kaça ulaşmıştı dersiniz? Sadece 38 kişi... Evet müşrikler hepi topu sadece 38 kişi olan Müslümanlardan korkuyorlardı. Onların sayıca artmasından böylece kurdukları düzenin yerle yeksan olmasından korkuyorlardı.
Ebu Süfyan da bu korkanlar arasındaydı. Çünkü Mekke’nin en itibarlısı oydu. Düzen değişirse bir köleyle eşit olacaktı. Bunu kabullenmesi mümkün değildi ama yine de meseleyi şiddetle değil sükunetle çözmek niyetindeydi. Öyle ki Hz. Muhammed’in kızı Fatıma’ya bir tokat atan Ebu Cehil’i yakaladı ve Hz. Fatıma’nın da ona bir tokat atarak bu hakarete aynen karşılık vermesini sağladı. Yukarıda da belirttiğim gibi Hz. Muhammed çok sıkışıp da onun evine sığındığında onu düşmanlarından koruyordu ama bütün bunlar bir yere kadardı.
Evet... İlginç ve şaşırtıcı değil mi?
O halde devam edelim. Tabii ki gelecek bölümde.
( Kerbela Katliamı Niçin Oldu? Kerbela’dan Sonra Neler Yaşandı?---2. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 12.08.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu