Mektubumu elim titreyerek yazıyorum, yazım çirkin kusuruma bakma. Elimde değil gözyaşlarımı
durduramıyorum. Mektuptaki gözyaşı lekelerine de aldırma olur mu? “Dayıcıyım, nasılsın, iyi misin, ellerinden
öperim!” diyemiyorum, çünkü üç ay önce ölmüş
birisine hal hatır soramıyorum. Üstelik hangi yüzle sana hal hatır sorabilirim
ki? Pakize ve çocuklarını da soramıyorum, sen gittikten sonra perişan olduklarından
eminim.
“Ben iyiyim!” demeye de yüzüm yok, hem ben çok kötüyüm
ama suç benim, günah benim. Daha beterini de hak ediyorum. Dayıcıyım,
en son “neden?” dercesine bakışların halen gözümün önünde. Ne zaman gözümü yumsam, o masum bakışın gözümün
önünde… Bir iki dakika uyusam, hemen gülerek şen şakrak halinle rüyama
geliyorsun. Daha fazla dayanamadım, doktora anlattım. Sana mektup yazmamı
tavsiye etti, başka çarem kalmadı.
Dayıcım, halen o “neden?” soruna ben cevap bulamadım.
Sahi biz neden bu hale geldik?
Hâlbuki benimle babamdan daha çok ilgilendin, gezdirdin,
eğlendirdin. İlk yeğenin olduğum için, çok sevdiğin babanın yani merhum dedemin
adını taşıdığım için, merhum dedeme çok benzediğim için beni diğer
yeğenlerinden farklı severdin. Çocukluğumda Massey Ferguson traktörünle
kasabaya giderken beni de yanına alırdın. İşlerin bitince beni pastaneye götürüp
ya soğukluk ya da dondurma alırdın. Geçen arkadaşın biri limonlu dondurma ikram
etti ama boğazımdan geçmedi dayı. Seninle gittiğimiz Şen pastane gözümün önüne
geldi, sanki karşıma gelip oturdun. Senin o hayalin karşımdayken zehir bile
içemem dayı. Ben büyüyünce Çukurova kebap
salonunda az mı Adana ısmarladın bana. Babam
bana hiç spor ayakkabısı almazdı ama sen bana birinde hem de beğendiğim ayakkabıyı
almıştın.
Köye o kırmızı Hacı Murat ile geldiğini hiç unutmadım. O
zaman Pakize ile nişanlıydın, ilk önce nişanlını arabaya bindirip gezdirdin ve daha
sonra beni gezdirmiştin. Dayı darılma ama senin Pakize’ye küsmene çok sevinirdim
çünkü beni de yanına alıp şehirde akşama kadar gezerek can sıkısını savardın
ama ben yolumu bulurdum. Pastanelere, sinemalara giderdik veya lunaparkta
eğlenirdik.
Ben Yeşim’e âşık olduğumda hemen anlamış beni Yeşim ile
konuşmaya cesaretlendirmiştin. Yeşimin yanına gideceğimde bana güzel gömlek,
pantolon ve iskarpin ayakkabı almıştın. Senin aldığın güzel kıyafetle ve
verdiğin o cesaretle Yeşim’e açılmış ilk konuşmada evlenme teklifi etmiştim. Belki
bu fırsat bir daha elime geçmez diye düşünmüştüm. Sen yardım etmeseydin ben Yeşim’i
sadece uzaktan uzaktan seyredecektim. Gerçi şu saatten sonra Yeşimle evlenemeyeceğim
ama o benim hatam…
Dayı sen yaşasaydın Yeşim ile nişanımızı yapıp sonra da beni
askere uğurlayacaktın. Teskereden sonra hemen düğünümüzü yapacaktın. Babam üç
yıl önce öldü ama sen bana dayılık değil babalık yapacaktın. Hepsi hayal oldu şimdi.
Benim hayallerim yıkılmış, hiç bir önemi
yok ama senin ocağın söndü… Ben nasıl dayanırım buna!
Sahi dayı, neden sen kara toprağa girdin ben ise hapishaneye?
O kadar geçmişimiz varken, o kadar güzel anılarımız varken, o kadar iyiliğini
görmüşken neden bu hale düştük? Nasıl oldu da bir anda her şey alt üst
oluverdi?
Aslında bütün sorularımın cevabını biliyorum ama yine de
senin o “neden?” diye son bakışına cevap değil.
Miras yüzünden kısa bir zamanda annemle kavgaya
tutuştunuz. Aranızdaki meseleye girmek istemedim, uzak durmak istedim çünkü
abla kardeş arasında bir kavgaydı. Beni aşıyordu ama annemin her gün başımın
etini yercesine gıyabında şikâyet etmesi, bitmez tükenmek bitmeyen çekişmesi, yalın
ayakların her gün gelip beni doldurması bir anda beni saygısızlığa,
terbiyesizliğe sürükledi. Hem babam öldükten sonra evin erkeği olmuştum, annem
her şeyi benden bekliyordu yani kardeşi ile arasındaki kavgaya bile karışmamı
istiyordu. Keşke hiç bulaşmasaydım, annemin sözünü dinlemeseydim…. Keşke o
Şeytan Duran denen yalın ayak, münafık herifin lafına bakmasaydım, dolduruşuna
gelmeseydim… Keşke, keşke diyorum ama hiç bir faydası olmuyor!
Senin Pakize’ye küstüğün zamanlar şehre gittiğin gibi
bende, başta annemin dırdırından sonra çevremizdeki yalın ayakların şerrinden kaçıp, şehre gitseydim… Hatta başımı alıp dağlara çıksaydım ve hiç gelmeseydim… Pişmanlık
fayda vermiyor dayı… Sen bir kere öldün hem de çok sevdiğin, elinle büyüttüğün
yeğenin tarafından öldürüldün ama ben her gün ölüp ölüp diriliyorum…
Beni günahım öldürüyor, beni pişmanlıklarım öldürüyor,
beni dolduruşa getirip de sana sataştıran alçakların “yapmayacaktı! etmeyecekti!”
gibi gıyabımda cıvık cıvık konuşmaları öldürüyor… En beteri de canım dayım,
annemin: “ kara kardeşime nasıl kıydım oğlum!
Sana neydi bizim kavgamız, biz bugün kavga eder yarın barışırdık, nasıl
kıydın kara dayına oğluum!” diye ağlayarak bana beddua etmesidir…
Ben her gün ölüp dirilmeye daha fazla dayanamam. Ben çok pişmanım, yanına gelince beni affeder
misin canım dayım?
Abdullah Konuksever