Mayıs ayının ortalarıydı; hava olabildiğince güzeldi. Güneş, cömertçe ışığını ve sıcaklığını sunuyordu. Masmavi gökyüzünde bir tane bile bulut yoktu. Öte yandan hava öylesine durgundu ki, en hafif bir esinti bile hissedilmiyordu. Deniz alabildiğine sakindi; en ufak bir dalga dahi yoktu. Güzel havanın tadını en çok kuşlar çıkarıyordu.


Martılar, sabahın erken saatlerinde karınlarını doyurmuş, keyif uçuşuna çıkmışlardı. Ara sıra büyük bir hızla suya dalıp çıkıyorlardı; ama bu, balık avlamak için değil, sanki aralarında yarış yapar gibiydiler. Beyaz martılarla gri martılar arasında ne bir bölge kavgası vardı ne de bir huzursuzluk... Hepsi birlik ve beraberlik içinde, adeta bayram havasındaydılar.


Bütün güzellikler mutlaka bir gün biter. "Her gün bayram olsa, bu güzel gün hiç bitmese!" tadındaki gün de çok sürmedi. Nedense öğleye doğru hava aniden kararmaya başladı. Bir anda gökyüzünde siyah bulutlar belirdi. Hava iyice koyulaşmış, neredeyse akşam saatlerini andırır olmuştu. Çok geçmeden rüzgâr esmeye başladı; üstelik kısa sürede şiddetini artırdı. Şimşekler çakınca deniz kabardı. Vakit ilerledikçe rüzgâr kasırgaya dönüştü. Her çakan şimşekle birlikte dalgalar daha da büyüyordu. Güneşin kaybolması ve soğuk havanın etkisiyle sıcaklık bir anda düştü. Soğuk, insanın iliklerine kadar işliyor, tir tir titretiyordu.


Bir saat öncesine kadar sessiz ve sakin olan deniz, şimdi azgın dalgaların egemenliğindeydi. Bu dalgalar iki metreyi aşıyor, kıyıdaki dağa adeta tokat gibi çarpıyordu. Sanki bu öfkeli dalgalar, tüm güçleriyle dağı yıkmaya çalışıyorlardı.  Dağda yaşayan böceklerin yuvasına giden delikler suyla dolup taştı. Bu deliklerdeki toprak, suyla birlikte derinlere doğru sürüklendi. Bu yetmezmiş gibi, hafif çakıllar ve taşlar da azgın suyun hışmına uğradı.


Kötü hava günlerce sürmüş, fırtınanın ve şimşeğin gazına gelen su, dağı durmadan adeta kırbaçlamıştı. Güçlü, kuvvetli, ulu dağ ise azgın dalgaların hırçınlığı karşısında hiçbir şey yapamıyordu. Su dağın kılcal damarlarına kadar sızmıştı ama dağ buna engel olamıyordu. Dahası, dağın bağrında nice hayvan suda boğulup canları yanmıştı. Sonunda denizin tuzlu suyu, dağın öbür tarafına kadar ulaşıp akmaya başladı... 

Kimse, dağdan damla damla süzülen gözyaşları misali akan berrak suyun aslında azgın dalgaların bir eseri olduğunu bilemedi; tıpkı Leyla’nın gözyaşlarının neden aktığının bilinmediği gibi...


abdullah konuksever

 

( Dağın Gözyaşları başlıklı yazı hotamisli tarafından 9/17/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu