Hangi rengi ihtiva ettiğini bilemem
duyguların kör vakti çıkıp da yola varmak adına bir hikâyeye bir masala bir
şiire.
Savaştığım cephelerden arda kalansa
bir avuç gözyaşı ve kanlı bedenler ve bedeller.
Azat edilesi ruhun vardiyasında saklı
sırlar nöbete durduğum yirmi dört saatin telafisi saklı içimde ve içtiğim kanlı
duygular var olmanın hikmetinde saklı yarınlar.
Güne özrümü sundum.
Şafağı atmışken gecenin, gece
işçileri iş başında ve kitaplardan sökün eden roman kahramanları bense
duyguların baş şehrinde ve ana kıtasında mevsimin söküklerimi dikiyorum yorgun
bir iğnenin can yakan ve de canı yanan varlığında medet umuyorum dikiş izinden
ve cephanem bitmek üzere iken geceye ermenin verdiği rehavet çöküyor üstüme.
İnzivada geçmiş ömrün ark bahçesi.
Gıyabında yalnızlığın uçuşan
metaforlar.
Haznesinde yangın.
Hazinesi istila edilmişken şehrin.
Ukde kalan düşler gerçeğin çeperinde
saklı nidalar ve boynuzlanmış sözcükler.
İklim kilitli.
Aşk masraflı.
Özrü kabahatinden büyük yalnızlığın.
Bir kâhin gibi gezindiğim ve
fıtratıma giydirdiğim hırka elbet selam verip de geri dönmeyen ve vedalar
durağında beklemeye aldığım yolculuğum.
Peçesinde saklıyım karanlığın paçamsa
sıkışmış vaziyette ve çamur içinde.
İşinin ehli bir gece işçisiyim
şimdilerde erken yatıp gece gördüğüm rüyaların ertesi, güne ulaşıp da kaleme
aldığım rüyamın misafiri artık kim ve de ne ise.
Bir düş.
Bir gerçek.
İklimlerden kış ve kışkışladığım
güneş sonunda geldi oturdu başköşeye ve şimdilerde kar toplamakla meşgul.
İçim acıdığında meşgule veriyorum iç
sesimi.
Mevsim solduğunda tepeye konuyorum.
Tepe taklak olmuş hayatımdan çıkarım
yapıyorum ve şükürsüz geçmiyor günüm gecem.
Tanıdık bir sima elbet hüznün saklı
olduğu değil bilakis aşikâr çekim alanına girdiğim.
Matbu gölgeler kaygılı çünkü az sonra
ya da birkaç gün içerisinde yağacak karın hesabını soracaklar tanrıya.
İçsel yolculuğum.
İç bükey bir aynada sarmalında
sırların ve sırlı aynaların kara peçesiyim.
Bilinmez ve tevafuk yüklü güncem.
Bilindik sair duygular ve en sevdiğim
umudun çağrısı bense bağrıma taş basmışken bir süredir şimdi acısını
çıkarıyorum dünün.
Masallar yazmalıyım ki yazıyorum da.
Şiirler ekmeliyim ki ekiyorum da.
Ekin zamanı mevsimin şiarı soğuk ve rüzgârlı
bir günün üşüttüğü yüreğim üzüldüğüm kadar da şükretmeyi elbet öğrendim.
Hecelediğim kadar da harcı âlem
duygular.
Tek heceli yolculuğum:
Bazen aşk.
Bazen gam.
Bazense cin gibi gözlerimi ve vinç
beynamaz duyguları almakta kepçesiyle.
Hükmedene duyduğum büyük aşk ve iman
gücü.
Tekerlemeler suskun bu gün ve gün pek
bir yorgun: geceden kalma duyguları uykuya yatırıp ellerimi semaya açıp
defalarca Besmele çekiyorum ve aralıksız Elham okuyup biat ediyorum yarınlara.
Mevsimse görevini yapıp bulutlarını
karla depoluyor ve şehir sakinleri yılın ilk karını görmek adına dolduruyor
sokakları ve balkonları ve bahçeleri.
Üşümek hiç bu kadar yormamıştı.
Gece işçileri ise vazifelerini yapıp
tümsekler açıyorlar çukurları bir doldurup bir boşaltıyorlar.
Bir dolu bir boş.
Bir rivayet olsa da kar şöleni hali
hazırda içtimada görevine sadık kimse beklemede.
Duanın da yok ötesi ve duayeni ruhun
elbet aş eren şehrin kara beyaza bürüneceği ihtimal dâhilinde olsa da tüm şehir
beklemedeyiz gerçi şehri İstanbul o kadar da emin değil ya yedi tepesinin de
kara bürüneceğinden.
Ve her hane her aile her dünya her
yaşam.
Yaşamak bir rüya ise kâbuslar ne
diye?
Belki de mutluluğun ilk formülü bu:
nasiplendiğimiz ne ise şükre doyup sevgiye ve umuda doymadığımız…