İKİNDİ GÜNEŞİ
Tenim beyaz çarşafla sıkı fıkı. Kalbimin inlerine yerleşmiş duygularım
yıllardır kış uykusuna uzak. Soğuk terler emekliyor bedenimde, anılarımın
kokusu burnumun direğini sızlatıyor. Dilsiz hastane odasının ortasına hapsolmuş
masum bir mahkumum, ruhumun boz bulanık dalgalarında kulaç atmaya çalışırken
boğuluyorum. Yatağın yaylarının sesi kulaklarımı tırmalıyor ve ben her gün
uzaklaşıyorum camın ardındaki hayattan.
Unutuyorum zamanı, belki de uyutuyorum. Sabah akşam tokatlıyor beni
saatin kadranı. Parmaklarımı gezdiriyorum yanaklarımda, gülmüyorlar. Saçlarım
bozkırda koşturan deli taylar gibi. Kimsin diyor aynadaki göz. Kimim ben
diyorum son viraja yaklaşırken.
Hatıralarıma balta vuruyor tavandaki havalandırmanın boğuk sesi;
parçalayıp hepsini yığıyor hastanenin beni somuran odasına. Küçülüyor tenim;
gün gün, yıl yıl. Kimsesiz yalnızlığımın gölgesine bağdaş kurmuşum. Saat başı
gelen hemşirelerin nazenin parmakları dokunuyor tenime. Naif sesleri yankılanırken odada minik
teselliler kovalıyor birbirini. Nöbetçi doktorun, “teyzeciğim…” derken bile
dudakları acıyı gizleyemiyor. Karanlığın yüreğimi yakmasına içtiğim su eşlik
ediyor. Su da gırtlağımı yırtıyor. Karanlık usulca örtüyor örtüsünü. Ben sadece
artık gecenin koynunda uyuyabiliyorum.
Göz kapağımı usulca kaldırırken sabahın geceyi yırtarak gelmesine
şükrediyorum. Sağ kolumdaki tansiyon aletini çıkaran hemşirenin, “Günaydın
teyzeciğim” sözleri sabah sabah beni kendime getiriyor. Yan komidinden ıslak
mendili alarak ellerimi yüzümü siliyorum. Domates ve peynirden olan kahvaltı
tabağını bitirdikten sonra ilaçlarımı içiyorum. Hemşire gelip biten serumun
yerine yenisini takarken hafif bir gülümsemeyle göz kırpıyor. Küçük bir çocuk
masumiyeti gibi nasıl da mutlu oluyorum.
Haftalardır dört duvarla bakışıyoruz. Hangi yöne baksam yıllarımdan arda
kalan ayak izleri karşılıyor beni. Süpürdüğüm senelerimi tozlu raflara
kaldırdım ama o yılları ne zihnimden ne de yüreğimden izlerini silemiyorum.
Bohçaladığım düşlerim bohçasını yırtarak kaçıyor yuvalarından. Bazen gözlerimin kıyısına bazen de
rüyalarımın yamacına misafir olsalar da bu dört duvarda gün boyu bir
hareketlilik vuku buluyor.
Tam karşımdaki duvarda çelimsiz, pazen pijamasıyla küçük bir kız koşuyor
zıplıyor. Çam kozalakları en sevdiği oyuncakları. Kaşıktan bebeği içini döktüğü
en iyi arkadaşı. Tarlada ekin biçen
babasına maşrapa ile su taşıyor. Toz toprak babasının alnında boncuklayan alın
terinde geziniyor küçük kızın gözleri. Anasının gönderdiği peştamalı seriyor
toprağa. Yufka ekmeğe sarılı soğan ve yumurta sokumunu uzatıyor babasına.
Toprak gibi kokuyor babası. Toprak gibi kızını bağrına basıyor.
Buğulu kısık gözlerini kaçırıyor sağ duvardaki genç kız benden. Düşen
yazmasını düzeltiyor arada, bağda bahçede bir sürü dost bulmuş kendine. Bir
gelincik misali nazenin bedeni. Gevrek
hurma dalları gibi duyguları. Bütün gün ağaç başında hurma topluyor. Topladığı
her hurmanın yerine hayallerinin tıngırtısından birer parçalar asıyor. Okuyup
öğretmen olacak ülkesine faydalı meyveler yetiştirecek. Irmağın kenarında soluklanıyor, gözleri
kapalı. Hoyrat ırmak yoldaşlık etse de yalnızlığına ne var ne yok silip
süpürüyor.
Ah Gülizar, nasıl da pırıl pırıl bir
genç kız var karşında, hayallerini bataklık yutmuş, kömür karası perdeler
gerilmiş gözlerine. Gözyaşlarım pijamamın yakasını sularken ellerim titriyor. Bükülen serumun hortumu kolumu ağrıtsa da
kalbimin ağrısı bütün ağrılarımı bastırıyor.
Sırtımı döndüm hazin yıllarıma. Arkamdaki duvarda asılı serum şişeleri,
oksijen kabloları. Otuzlu yaşlarda başladığım ilaçlar bütün bedenimin dengesini
bozdu. Bak nasıl da arafta kalmış bir
kadın oturur duvarın dibinde. Köyünden koparılmanın acısı gezinir damarlarında.
Çocuk yaşında gelin yapılarak sürgün edildi şehre. Soğuk şehrin nefesi üşütür
içini. Sayılı bildiği kelimelerine yenisini ekleyemez, hayır diye bir kelime
çıkmaz dudaklarının arasından. Yutkunmakta zorlanır zaman zaman. Benzemiyor
şehir kadınlarına. Şehir yaşamına
yabancı kalbi teni çok acı çekse de sabır suyunu bolca içmiştir köyünde. Tek tesellisi olan yavrularını basar bağrına.
Başımı yavaşça sol tarafıma çevirirken tekrar başlayan ağrılar somuruyor
içimi. Başımdan ayak uçlarıma kadar gezinen ruhumun dürtüleriyle derin derin
nefesleniyorum. Kirpiklerimde tonlarca yük asılı, sallanıyorlar sağlı sollu.
Balyoz vurulan başım pencereden giren ikindi güneşiyle boğuşuyor. Camın önünde
hatıralarını alnının çukurlarına gömmüş bir kadın oturmuş, göz kavakları düşmüş
öylece bakıyor bana. Yalnız, yapayalnız. Yüreğinde adları kalmış sadece
evlatlarının uzak, çok uzak bedenlerine gönderiyor dualarını. Kalbinin
toprağına gömülü cümlelerin çıkmasına izin vermiyor. Mühürlü sessiz çığlıkları.
Derisi incelen elleri okşayamamış şehrin tenini.
“Gülizar.” diye sesleniyorum. “Üzülme artık.”
diyerek sağ avucumu öpüyorum. Yatağıma uzanan güneşin saçakları ısıtıyor ruhumu
ve beraber veda ediyoruz darı dünyaya.
Göğsümden boğazıma çıkan ruhuma inat güneşin beni öpmesine müsaade
ediyorum.